2011 yılında Suriye’de rejime karşı başlayan halk ayaklanması, kısa sürede silahlı çatışmalara dönüşmüş ve rejimin sert müdahaleleriyle ülke adeta bir kan gölüne dönmüştür. Rejim, “Eğer Esad yoksa, ülkeyi yakarız” stratejisiyle hareket ederek, hava saldırılarında varil bombaları kullanmış, şehirleri kuşatmış, mezhepsel ve toplumsal temelli katliamlara imza atmış ve milyonları yerinden etmiştir. Bu süreçte, zorunlu göç ve geri dönüşlerin engellenmesi gibi politikalarla Suriye’yi yaşanmaz bir hale getirmiştir.
Küresel ve bölgesel güçlerin müdahaleleri ise Suriye’yi derinleşen bir kaosun içine sürüklemiştir. Tarihe baktığımızda, modern dönem ve Emeviler dışında Suriye’nin bağımsız bir devlet olarak varlık gösteremediğini görürüz. Bölge, tarih boyunca büyük imparatorlukların çekişme alanı olmuş, sınırları sürekli değişmiştir. Bu topraklarda imzalanan tarihin ilk uluslararası barış antlaşması olan Kadeş Antlaşması (MÖ 1269), Hititler ve Mısırlılar arasındaki mücadelenin bir uzlaşması olarak, Suriye’nin bu kaderini gözler önüne sermektedir.
Suriye muhalefeti, siyasal ve silahlı kanatlar olarak iki ana yapıya bölünmüştür. Siyasal kanat, Suriye Ulusal Koalisyonu adı altında birleşmiştir. Koalisyonun başkanlığını Hadi Bahra yürütürken, Suriye Geçici Hükümeti’nin başında Abdurrahman Mustafa bulunmaktadır. Ancak koalisyonun içindeki çeşitli fikir ayrılıkları, muhalefetin birlikteliğini zaman zaman zora sokmuştur. Buna rağmen, özellikle Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda büyük ölçüde uzlaşı sağlanmıştır.
Sahadaki silahlı kanat ise daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Suriye Milli Ordusu (SMO), muhalefetin silahlı mücadelesinde merkezi bir rol oynamıştır. Ancak HTŞ (Heyet Tahrir eş-Şam) gibi daha bağımsız gruplar, bazen SMO ile iş birliği içinde hareket ederken, bazen kendi bağımsız gündemlerini takip etmişlerdir. İdlib merkezli Ceyşu’l Muhacirun, Ensaru’l İslam ve Türkistan İslam Partisi gibi örgütler de bu çatışma sahnesinin önemli aktörleri arasında yer almıştır.
Suriye Ulusal Konseyi'nin eski başkanı ve Fransa'da Sorbonne Üniversitesinde siyaset bilimi hocası olan ünlü Suriyeli düşünür Prof. Dr. Burhan Galyun, son gelişmelerle ilgili yaptığı açıklama şu önemli tespitlerde bulundu; “Suriye’de yaşananlarla ilgili üzerinde düşünülmesi gereken en önemli şey, Suriyelilerin muhalif güçleri birer kurtarıcı olarak karşılamasıdır. Bu, rejimin sonunu en samimi şekilde ortaya koyan bir referandumdur. Bu, uzun zamandır beklenen tarihî bir devrim ve yabancı devletlerin çıkarlarının, toplumların çöküşünün ürettiği korkaklık, alçaklık, bencillik ve vicdansızlıkla birleştiği barbar bir zorbalığın kaçınılmaz kaderidir.”
Suriye’deki muhalefetin geçmişte en büyük darbeyi, DAEŞ adlı terör örgütünden aldığı söylenebilir. Terör eylemleriyle geniş bir alanı kontrol altına alan örgüt, hem İslam’a hem de Müslümanlara büyük zararlar vermiştir. Batılı stratejilere hizmet ettiği yönündeki yaygın görüşlere rağmen, DAEŞ’in 2019’da Suriye’deki topraklarını kaybetmesi, örgütün gücünü önemli ölçüde zayıflatmıştır. Ancak bu, örgütün tamamen etkisiz hale geldiği anlamına gelmez; DAEŞ hâlâ Suriye ve Irak’ta yeraltında faaliyetlerini sürdürmektedir.
Son dönemde, özellikle 29 Kasım’dan itibaren Suriye’de yaşanan gelişmeler Türkiye’nin gündeminin üst sıralarına yerleşmiştir. HTŞ ve SMO’nun başlattığı operasyonlar, rejim kuvvetlerini geri çekilmeye zorlamış, Türkiye destekli SMO güçlerinin terör örgütü YPG’nin elindeki bölgelerde ilerlemesiyle yeni bir denge kurulmuştur. Tel Rıfat’ı alan SMO’nun Münbiç gibi stratejik alanı da kontrol altına alması, Türkiye’nin sınır güvenliği açısından önemli bir kazanım olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye, bu süreçte dikkatli bir denge politikası izlemektedir. Ancak geçtiğimiz aylarda Esad rejimiyle barışma tekliflerinin, gerek Esad gerekse Rusya nezdinde karşılık bulmadığı görülmektedir. Türkiye’nin, Fırat’ın batısındaki YPG varlığını sona erdirmeye yönelik adımları ise bölge açısından belirleyici olacaktır.
Suriye’deki krizin daha geniş bir bölgesel perspektifi de bulunmaktadır. Küresel güçlerin, Esad rejimini sona erdirme ve Şii Hilali’ni engelleme çabaları, İran’ın bölgedeki etkisini sınırlandırmayı hedeflemektedir. Hizbullah’ın Lübnan’daki zayıflayan varlığı ve İran’ın olası geri çekilme senaryoları, Suriye’deki savaşın geleceği açısından önemli ipuçları sunmaktadır.
Hasıl-ı Kelâm, Suriye’de yıllardır süren bu savaşın sona ermesi ve bölgenin yeniden huzura kavuşması, yalnızca Suriye halkının değil, tüm bölgenin ortak temennisidir. Esad rejiminin ülkenin tapulu malı olmadığını anlaması ve İran’ın, Sünni coğrafyalarda yıkıcı politikalarını terk etmesi, bu coğrafyada barışın yeniden tesis edilmesi için bir başlangıç olabilir. Türkiye, bu süreçte bölge halklarının yanında yer alarak, barışın inşasında kritik bir rol oynamalıdır. Artık bu kadim coğrafyanın çocuklarının, kan ve gözyaşından arınmış bir geleceğe adım atma zamanı gelmiştir.