HDP şayet, PKK'nın üzerindeki vesayeti kırarak onu sevk ve idare
edebilseydi bugün dört yıl aradan sonra Türkiye'de yine insanlar
ölmez, şehirlere şehit tabutları gönderilmez, evlere ateş düşmezdi.
HDP seçimlerde vaat ettiğini yapamadı, Türkiye partisi olamadı.
Bundan böyle olması da pek mümkün değil.
Selahattin Demirtaş, "PKK'yı dağdan indirecek HDP'dir, AK Parti
değil!" diyerek vatandaştan oy istedi. Seçimler bitince de kaçamak
yolu seçti. Adı geçen eş genel başkan, miting meydanlarında
söylediklerini unutarak "benim çağrı yapmamla kimse dağdan inmez!"
demekte bir beis görmedi.
Biz ve daha bir çok kalem, seçimlerden önce olduğu gibi seçimlerden
sonra da HDP'nin Türkiye partisi olması için telkinlerde
bulunmuştuk./ Haziran'dan sonra "HDP'nin dağla devlet arasına
sıkıştığını, devletin Türkiye partisi olması hususunda bu partiye
yardımcı olmasının isabetli olacağını" hem yazdık ve hem de
konuştuk. Fakat Dağ, İmralı ve kamuoyu arasında hırpalanan HDP
genel başkanları, makulleşmeye fırsat vermediler. Ortada hiç bir
şey yokken ve üstelik sandıkları baskı altına alarak 80
milletvekili çıkartmaları bile sineye çekilmişken PKK'nın
seçimlerden sonra da Barış Sürecini de hiçe sayarak yüzlerce eylem
yapmasını kınayamadılar. Aksine Figen Yüksekdağ, sırtlarını eylemci
örgütlere dayadıklarını ikrar etti. Bu öncelikle TSK'ya karşı bir
duruştu. Selahattin Demirtaş da Suruç'tan sonra taraftarlarını
organize olup kendilerini ve kurumlarını korumaya çağırdı. Bu dilin
altındaki baklanın "silahlanın!" demek olduğunu anlamamak için hiç
bir hayat tecrübesine sahip olmamak gerekir.
Halbuki; Başbakan Ahmet Davutoğlu, Hükümet kurma vazifesini alınca
bu parti ve yetkililerini de ziyaret etmiş, o gün çok güzel bir
sohbet, ağırlanma ve uğurlanma yaşanmıştı. Sn Davutoğlu, bir ağabey
gibi, bir bilge adam gibi hem sn Demirtaş'a ve hem de sn
Yüksekdağ'a nasihatlerde bulunmuş, "ısrarla silah bırakma çağrısı
yapın!" demişti.
Görülüyor ki Başbakan Davutoğlu'nun o samimi sözleri, bir kulaktan
girip diğer kulaktan çıkmış; yüreklerde hiç bir iz bırakmamış.
Bıraksaydı şu şahadetler karşısında aynı yüreklerde insani ve
vicdani bir sızı yaşardı. Bunun acısıyla da silah, dehşet, tuzak ve
terör kınanır, şehit ailelerine telefon edilmese bile hiç olmazsa
taziye telgrafı çekerlerdi.
"Halkların Demokrasi Partisi" unvanlı bu parti, bu insani duruşu
gösteremedi. Türkiye partisi olmak, iktidara gelmek gibi niyeti
olan bir siyasi ekip bunu vicdani bir mes'uliyet bilir ve
dağdakilere de "yeter artık, sizin bu memleketin askerine, emniyet
kuvvetlerine, ebelerine şoförlerine silah çektiğiniz, barajlarını
kundakladığınız yerde biz onlara siper olacağız!" diye
haykırırdı.
Bunu yapınca bu ülkenin her aidiyet ve her meslekten gençlerinin
hayatları bitmeyecek ve ocaklar sönmeyecekti.
Bunun yerine her türlü hile ve tuzağı görmezden geldiler. Bunun
üzerine Hükümet, teröre karşı vaki harekâta dair diğer muhalefet
partilerine malumat verirken HDP yok sayıldı. Buna bu partinin bir
itiraz gerekçesi olabilir mi?
Bugün TBMM fevkalade bir toplantıyla Türkiye'nin birliğine,
dirliğine, huzuruna kasdeden terörist eylemleri görüşmek için
toplanıyor. Bakalım HDP bugün mecliste ne yapacak, DAEŞ'e
yönelteceği taarruzlarını PKK ve DHKP-C'ye de tevcih edecek mi?
Acaba, HDP, meclis kürsüsünden sorumlu, insaflı ve özür diler
mahiyette bir konuşma mı yapacak, "yoksa geçici hükümet, geçici
Başbakan" gibi laflar mı edecek? Bu hükümet, evet geçici ama
devlette devamlılık esastır.
Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu'na anayasadan aldığı yetkiyle vazife
vermiştir. Başbakan Davutoğlu, bir taraftan Hükümet kurma
çalışmaları yaparken diğer taraftan çok haysiyetli bir şekilde bu
milletin değerlerini muhafaza için devletin müdafaa mekanizmalarını
çalıştırmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı, Hükümet ve İcranın emrindeki TSK, Emniyet
Kuvvetleri, İstihbarat unsurları aslanlar gibi çarpışarak bu
milletin ve bu devletin meşru müdafaa hakkını kullanmaktalar.