Misyoner -daha ziyade- Hıristiyanlığı yaymaya çalışan, Hıristiyanlığa taraftar kazandırmak isteyen, onu öven, propaganda eden kimselere denir.
Misyoner -daha ziyade- Hıristiyanlığı yaymaya çalışan, Hıristiyanlığa taraftar kazandırmak isteyen, onu öven, propaganda eden kimselere denir. Misyonerler, Hıristiyanlığın değişik mezheplerinden kimselerdir.
Bir de misyoner aydınlar var...
Misyoner aydınlar, bir başka dinden değildir. Türkiye üzerinden konuşursak hem Müslüman ve hem de Türk olduklarını söylerler. Ne var ki "lisân-ı hâl, lisanı kalden entaktır!" sözü meşhurdur. Bu aydınlar, kendilerini Müslüman saydıkları, kendilerine Türk dedikleri halde yabancılaşmış, bu iklimin değer ve renklerinden kopmuşlardır. İşin acı tarafı, bu kopuşun farkında değillerdir. İflas ettiği halde halinden habersiz tüccara benzerler.
Yaşadığımız mekânın değerlerinden kopunca zihinde ve kalbde meydana gelen boşluk, başka iddiaların teklifleriyle doldu. Tanzimatla beraber bir asır kadar fikirler, teklifler ve tenkitler "münevver" etrafında döndü, sonra "aydın" geldi, arada entelektüel filiz verdi ama ârif ve irfan iklimi uzaklarda kalmıştı.
Devir ister Tanzimat-Meşrutiyet, ister Meşrutiyet-Cumhuriyet ve isterse Cumhuriyet-Yeni çağ olsun münevver, aydın ve entelektüelin ortak yanı yabancılaşmış olmaktır. Millilik vasfını kaybetmiş fakat kaybının farkında olamamıştır.
Liberal görüşte, sosyalist, sermayeci yahut başka düşüncede olması fark etmez. Onlar için doğu, İslâm medeniyeti, mazimiz ya yok sayılacak kadar önemsizdir veya eski Yunan, eski Roma ve çağdaş Avrupa ve batı açık ara öndedir.
Bu aydınlar, müthiş bir aşağılık savrulması içindedirler. Batılılar gibi yemek, içmek, eğlenmek, düşünmek, var olmak isterler. Onlar için o dünya tek değerdir. İlim adamı, tefekkür adamı, sanat adamı, tıp, hukuk, mimarlık ne varsa her sahada insan batıda yetişmiştir. Bizimkiler yoktur. Ne tanırlar, ne tanımak gibi bir istekleri vardır. Konuşmalarında, derslerinde kitaplarında daha ilk cümlede batılı bir filozof veya düşünürle söze başlarlar. Atıflar, referanslar, kılavuzluk pâyesi onlara layık görülür. Talihsiz aydınlar, bu yönleriyle sadece fikir ithalatçısı olmazlar. Aynı zamanda bir dünyanın, bir medeniyetin bir teklifin misyonerliğini de yaparlar. Batılı, fizikçi, kimyager, coğrafyacı, seyyah, mimar, edebiyatçı, hukukçu onların dillerinde devleşir. Bu misyonerleri dinleyen talebe ve dinleyici de çok kere buna kanarlar.
Bu bir hazin hikâye ve devri dâimdir.
Bunları derken dışımızdaki insanlık değerlerini reddedelim gibi bir abes görüşte değiliz. Biz, hikmeti, yani insana değer katan her şeyi, nerede bulursak kaybetmiş farzedip kabullenen bir disiplinin takipçileriyiz. Dünya mirası, ister batıda, isterse doğuda yükselsin ondan istifade etmeye bakmamak büyük ihmalkârlık ve suç mahiyetinde sorumluluktur. Bu çığlık, kendi topraklarını inkârla, at gözlüğü takıp körü körüne yabancı hayranlığı içinde olmanın ne demek olduğuna, neye mal olduğuna dikkat çekmekte.
Türkiye aydınları, ciddi bir zihin kayması içindeler. Ne bunun farkındalar ve ne de ne yaptıklarının! İki asra yakın zamandır, bu memlekette halk, başka tarafa, aydın başka tarafa yürümekte.
Misyoner aydınlar, ülkeleri, ülkelerinin insanları yerine yabancılara hizmet etmekteler. Dışımızdaki dünyanın, o dünyanın ilim, kültür ve sanatının bedavadan propagandasını yapmaktalar. Onların ne dilleri, ne gönülleri ne dünyaları yerlidir. Yerleri kayıp hanesidir.
Millî eğitim, 200 yıllık bu facianın, irfan, arif, şuur ve idrakimizden kopuşun feci hikâyesini artık görmeli ve bari bundan sonraki nesilleri kurtarmanın çârelerini aramalıdır. Şu dediğimiz, devletin de hükümetin de bir numaralı meselesidir.
Kayıp nesiller, tahminlerin çok ötesinde.