Bu yazı Fatih Ketancı kardeşimizin serzenişi üzerine yazılmıştır. Fatih’in var oluşsal sorusu şuydu: “İslamcıların Tofaş’a ilgi göstermesi için illa Bursa semalarında Sırp tayyaresi mi uçması lazım?” Bursa’da bir zincirleme grev dalgası var. Bosh fabrikasında 4 yıldır süregelen sorun işçiler lehine sonuçlanınca, diğer fabrika işçilerinin de greve daha temayüllü hale geliyor. Netice itibari ile önce Reno sonra Tofaş, ardından da bazı yan sanayi fabrikalarında grevler başlamış oluyor. Meseleden Fatih’in sosyal medyadaki beyanatları ile haberdar oldum, sonra konu hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olayım diye internet başına geçtim fakat konu basınımızda çok sınırlı yer almış. Merkez medya beklenildiği üzere konuyu görmezden geliyor. Ancak sadece merkez medyada değil, muhafazakâr ve İslamcı medyada da mesele ele alınmamış. Fatih’in isyanı da tam bu noktada başlıyor. Müslümanın meseleleriyle ilgilenmek için asgari şart sınır ötesinde yaşanması ve öldürülme midir?

Şimdi tam bu noktada durup düşünmeliyiz. İslamcı zihnin gerçek dünya ile bir ilişiği yok mu ki İslamcı bir iktidar döneminde hayat pratiklerine ait meseleler üzerinde kafa yorulmuyor? Mesela belediyeler, çeşitli kamu kuruluşları ellerinden geldiğince, akıllarının erdiğince, çaplarının elverdiğince kültürle, sanatla, sporla iştigal ederken, emek, işgücü, üretim verimlilik gibi, insanların yaşam kalitesini ilgilendiren konularda doğrudan veya dolaylı çalışmalar yapmazlar? Benim bu soruya cevabım hemen, hemen net. Sebebi Tayyip Erdoğan’dır. Tayyip Bey iktidar sürecinde halkı islamcılaştırmış, İslamcıları da halklaştırmıştır. Bu vaziyet sonrasında son derece iyi gelişimler olması gerekirken, henüz o iyi semereleri ortada görememekteyiz. Çünkü ne yeni İslamcılar, ne de yeni halk, üzerine düşeni layığınca yerine getirmiyor. Sonuç olarak büyük bir aymazlıkla, politik gücün üzerindeki gereksiz yükleri üzerimize almak yerine, politik olanın koşulsuz egemenliğine teslim olmayı tercih ediyoruz. Oysa politik güç, nihayetinde kaba bir güçtür ve soft-power denilen fikir, sanat ve beceriye dayalı güçlerle desteklenmezse uzun süre ayakta kalamaz.

Bugün İslamcı camia fikren, emek, işçi hakları, üretim, adalet konularında fikir üretme konusunda 1970li yıllardaki müktesebatının bile gerisinde kalmış durumda? Mesela sendika, grev, lokavt müessesleri batının düşünsel süreci ve yaşam pratiğine denk düşer. Müşrik modern batı, bu Pagan anlayışını Hegel’in tez antitez, sentez üçlemesiyle kurumsallaştırmıştır. Hukuk, siyaset, ekonomi müesseseleri hep buna göre şekillendirilmiştir. Bu zihniyeti olduğu gibi kabullenmek; bir Müslüman için hakikatin bölünmesi ve şizofrenimdir. Bu zihniyetin ürettiği kurumsal dünyada yaşayıp sorunları yok saymak ise paranoya halidir. Peki biz Müslüman işçilerin haklarını, neyle, hangi prensiplerle, hangi müesseslerle koruyacağız? Ya Müslüman patronların hakkını? Su akar yolunu bulur, ya da böyle gelmiş böyle gider mi diyeceğiz. Hadi siyaset kurumu ve entelektüellerin bir gayreti yok, ilmi hal bilgisi farz-ayn olduğuna göre, bu konuda bilmesi ve çaba göstermesi gerekenler dindar işçiler ve dindar patronlar değil midir? Bugün Ülker, Bim, Hayat Kimya, Albayrak Holding gibi meşhur muhafazakâr İslamcı gruplar teorik ve pratik olarak bu konulara has ne üretiyor? Yada yarın bu kurumlarda geniş çaplı grev hareketleri ortaya çıkarsa İslamcı camia ve basın ne yapacak acaba? Tavuk gibi gagasına bir yudum su alıp yukarıya mı bakacak? Hadi ironiyle bitirelim, ağzımızın tadı kaçmasın. Sen grev yapmak üretimi düşürür sanırsın ama, çoğu zaman grevi patron yaptırır. Öyleyse bir sor bakalım grev yapmak caiz midir?