Kabul etmeliyiz ki Osmanlı devri,  Türk-İslam tarihinin en muhteşem dönemidir. Osmanlı öncesi  Türk-İslam devresi de ihtişamlıdır fakat Osmanlı kadar uzun değildir,

Selçukîlerin düşününüz, çok geniş coğrafyada hakimiyet tesis ettiler fakat Osmanlılar kadar uzun ömürlü olamadılar. 

Diğer Türk-İslam devletleri de öyle.

Osmanoğulları iki hususa dikkat ettiler: Birincisi tecrübeyi önemli gördüler. Kendilerinden önceki Türk ve İslam devletlerinin tecrübelerini dikkate aldılar. İkincisi Ehl-i sünnet anlayışını bahse konu tecrübenin güncellenmesinde esas aldılar.

Ve bu sayede Türk-İslam tarihinin en uzun ve en ihtişamlı dönemine damgalarını nakşettiler.

Osmanlı’yı muhteşem yapan bir diğer husus hakimiyet tesis ettiği coğrafyadır.

Hatırlanmadır ki Osmanlı’nın hükümdar olduğu coğrafya dünyanın en kaliteli bölgesidir.

Tasavvur ediniz ki, Akdeniz’in tamamına yakını Türk gölü haline getirildi.

Karadeniz tamamen Türk gölüydü.

Yani sular Türk-İslam hakimiyetine dahildi. 

Şimdilerde “Mavi vatan” denilen bölgeyi içine alan ve bu sahadan daha geniş bir saha idi. .

Buradaki “hakimiyet” ifadesi yanlış anlaşılmasın.

Osmanlı’nın hakimiyet tesis ettiği yerde “mahkûmiyet” olmamıştır. Zira Osmanlı’nın tercihi müstevli değil “fetihtir”.

Şimdilerde unuttuğumuz veya unutturulan güzel Türkçemiz tam ve kâmil manada olmayınca bu farkı anlamakta güçlük çekiyoruz.

Tanzimat’tan sonra başlayan “başkalaşma” ile lisanımız bozulmaya başladı ve günümüzde toparlamaya çalışıyoruz.

“Fetih” açmak demektir.

Neyi açmak?

Beldenin ve sosyal yapının üzerindeki kara bulutları açmak oranın fethi demektir.

“Kara bulutları” açmak, yani insan olmayı ve insanlığı temin etmek. Osmanlı için “İnsanlık adası” denilir.

Avrupa’da Balkanlar ve Viyana’ya kadar olan fetihlerde takip edilen maksat buydu.

Maksat İ'lâ-yı kelimetullah’tı.

Ecdadımız İslam ile müşerref olduktan sonra radikal akımlara iltifat etmemiştir.

“Radikal akımlar” yani Ehl-i sünnet dışı cereyanlar. Eshab-ı Kiram’a hakaret edenler ve Hz. İsa’nın öldüğünü iddia edenler vs.

Ecdadımızın ve milletimizin büyük bir çoğunluğunun Ehl-i Sünnet dışı akınlara iltifat etmemesinin temel sebebi beslendiği kaynaktır.

Nedir Osmanlı’nın ruhen beslendiği kaynak?

Bu kaynak hem lafzı hem de manasıyla Kur’an-ı Kerim’dir.

Bu kaynağı anlamak için Osmanlı’nın Gazi Osman Bey’in Kur’an-ı Kerim’e hürmetini hatırlamak lazımdır.

Üniversitelerin tarih bölümlerinde Osmanlı tarihi ecdadımıza mütenasip olarak anlatıyor mu, emin değilim.

Çok değerli hocalarımızı tenzih ederek ifade etmeliyim ki bir kısım Osmanlı tarihi sahasına mensup öğretim üyelerinin müsteşrik zihin yapısında olduğunu biliyorum.

Bir kısım öğretim üyelerinin mütereddit oldukları bilinen bir durumdur.

Bir kısmı ecdadımıza cepheden saldıracak kadar kendi tarihine yabancı. 

Temenni edelim ki üniversitelerimizde tarihimizi temiz bir Türkçe ile anlatan hocalarımızın sayısı artsın.

Benim bu yazımda anlatmak istediğim husus başlıkta ifade ettiğim “ÇERKES DAYI’dır”. 

Kimdir Çerkes Dayı?

Çerkez Dayı Avrupa’ya İ’lâ-yı Kelimetullah sancağını ilk götüren yeniçeri süvarisidir.

Merhum Evliya Çelebi’den öğrendiğimize göre Çerkes Dayı  İ’lâ-yı Kelimetullah sancağını hem ilk olarak götüren hem de tek başına götüren bir yeniçeridir.

Dikkatinizi çekmek isterim, hem ilk ve hem de tek başına ve yalın kılıç.

1529’da Avrupalıların “Muhteşem Süleyman”, bizim “Kanunî” olarak tesmiye ettiğimiz/isimlendirdiğimiz hükümdarımızın ilk Viyana seferinde bulunmuştur Çerkes Dayı.

Hem şuur ve hem de didaktik yayınlar yapan Yedikıta dergisinin 110. sayısında Çerkes Dayı gündeme getirilmiştir.

Temenni ederiz ki önümüzdeki aylarda tekrar yayınlar Yedikıta dergisi.

Belirtildiğine göre 27 Eylül 1529 günü Viyana muhasara altında alındı.

Bu muhasara 17 gün sürdü.

Bu muhasaradan günümüze kadar gelen mümtaz hatıralardan biri Çerkes Dayı’dır.

Muhasara esnasında surlarda açılan gediğe doğru ok gibi fırlayan bir grup yeniçeri süvarisi şehrin içine dalar.

Bu yeniçeriler içinde Çerkes Dayı da vardır.

Ardına bakmadan vuruşur Çerkes Dayı.

Yalın kılıç vuruşur Çerkes Dayı.

Çerkez Dayı bir müddet sonra fark eder ki tek başına kalmış Viyana sokaklarında.

Yalın kılıç vuruşmaya devam eden Çerkez Dayı nihayet şehadete ulaşır.

Kral Ferdinand bu  tek başına ve kahramanca mücadele vererek şehit olan Çerkes Dayı’nın na’şını atıyla birlikte mumyalatır.

Çerkez Dayı’nın şaha kalkmış atıyla birlikte elinde kılıcıyla heykeli Viyana’da bir evin kemerinin altında bulunmaktadır.

Viyana’da bulunan dostlarımız veya oraya gidecek olanlar mutlaka Çerkes Dayı’nın bu hatırasını ziyaret etmeli ve Fatiha okumalıdırlar. 

Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre Çerkes Dayı’mızın şehit düştüğü yere “Çerkes Dayı meydanı” ismi verilmiştir. .

Heykelin bulunduğu bölgeye Heidenschuss denilmektedir.

Avusturyalılar ilginç insanlardır.

Hatıralara çok önem atfediyorlar.  

Bizim için iftihar vesilesi olan Çerkes Dayı’nın hatırası buna örnektir.

İman davasını Avrupa coğrafyasına ilk taşıyan ÇERKES DAYI' mızı  rahmet, minnet ve Fatihalarla yâd ediyoruz.