“Beyaz adamın yükünü omuzla!”


Yeni Zelanda Camii katliamının üzerinden bir hafta geçti. Dünya bu saldırıyı konuşmaya devam ediyor. Yeni Zelanda Başbakanı’nın halkının ve medyasının katliam karşısındaki örnek duruşuna rağmen Yeni Zelanda Camii teröristi Brenton Tarrant’ın yayımladığı manifesto çok iyi irdelenmeli. Zira, silahının üzerinde “Turkofagos / Türk Yiyici” yazan ve manifestosunda “Erdoğan, bizim en eski düşmanlarımızdan biridir!” ifadesini kullanan Tarrant, silahının üzerine yazdığı başka bir yazıda ise “Viyana 1683” tarihi ile de Osmanlı’nın başarısız olduğu 2. Viyana seferine atıfta bulunarak Müslümanlara, Türklere ve Araplara kin, nefret ve düşmanlık kusuyor.

Nur Camii’ne saldırı öncesi yayımladığı manifestoyu, katliamdan hemen önce Yeni Zelanda Başbakanı, hükumet yetkilileri ve medyasına gönderen Tarrant’ın, saldırıyı 2 yıl önce planladığı belirtiliyor. Tarrant'ın manifestosunda Türklerle ilgili bir bölüm yer alıyor. "To Turks / Türklere" başlığının yer aldığı bölümde şu ifadelere yer veriliyor:

“Konstantinopolis için geleceğiz, şehirdeki her bir camiyi ve minareyi yıkacağız, Ayasofya’yı minarelerden kurtaracağız ve Konstantinopol’i tekrar Hıristiyan şehir yapacağız."

“Çabucak unutulacağım. Bu beni rahatsız etmiyor. Ne de olsa, belirli bir endişe sahibi ve genel olarak içe dönük biriyim. Fakat eylemlerimin üreteceği artçı şoklar, gelecek yıllar boyunca dalgalanacak ve bundan yeni bir siyasal ve sosyal söylem doğacak ve ayrıca gerekli korku ve değişim ortamını da oluşturacaktır.”

“Asla unutamayacağın bir ölümü beklemelisin, mücadeleyi beklemelisin ve zararı beklemelisin. Hayatta kalmayı beklememelisin. Beklemeniz gereken tek şey var: O da gerçek bir savaş ve gerçek bir askerin ölümü ile ölmek…”

Teröristin yayımladığı 74 sahifelik manifestosunda en önemli öğe, katilin kendi başına sunduğu argümanlar ve motifleri değil ya da ırkçı kişiliği ve çevresi de değil. Hakikatte manifestoda en önemli unsur, katilin kültürünü yansıttığı kaynakların neler olduğudur. Bunları nereden alıntıladı. Siyasi görüşlerini kiminle nasıl inşa etti? İşte, gerçekte Brenton’un işlediği katliamın rahatsız edici yönü burası.

Tarrant’ın işlediği katliam, suçlarıyla dünyayı dehşete düşüren aşırılık yanlılarına benzemiyor. Dünyadan kendini izole etmiş, kendi odasına çekilmiş ve toplumu afaroz eden biri de değil. Tarrant’ın dile getirdiği teorilerine komplo teorisi de diyemeyeceğiz. Çünkü Tarrant marjinal bir gruba değil bilakis son yıllarda batıda geniş tabanı bulunan ve aynı söylemleri dile getiren aşırı sağ grupların bir üyesi. Tarrant’ın manifestosunu okuduğunuzda orada aşırı sağcı kitlelerin ifadelerini bulursunuz. Maalesef bu fikirler aşırı sağcı entelektüeller, siyasiler ve medyacıları tarafından de benimsenmiş durumda.

Manifestonun dili ve fikirleri zayıf ayrıca dilbilgisi hataları ile dolu. Sosyal medyada kaleme alınan yazılar gibi basit ve kişisel. Fakat bununla hedeflenenin batıdaki sağ kanat olduğu çok bariz bir şekilde ortada. Böylece manifesto batıda hızlı bir şekilde sosyal medya üzerinden yayılacak ve geniş kitleleri etkileyecektir. Terörist Brenton Tarrant 74 sayfalık manifestosunu, Renaud Camus, Eric Zemmour gibi Fransız aşırı sağ figürlerinin savunduğu ve “yabancıların, mültecilerin gelip Avrupa halkının yerine geçip” Avrupa’yı ele geçireceğini savunan “Büyük Dönüşüm” teorisinden ilham aldığını ifade ediyor. Zemmour, geçtiğimiz yıllarda yazdığı “Fransız İntiharı” isimli kitabında Fransız Müslümanlara hakaret içeren cümleler kullanmış, “Müslümanların Fransa’yı kaosa ve iç savaşa götürdüğünü” ileri sürmüştü.

Ucuz emek olmalarından dolayı mültecilerin Batıya göç etmesine izin veren Batılı seçkinlere saldıran Brenton Tarrant hakikatte görüşleriyle, “The Movement” adlı hareketiyle Avrupa’da aşırı sağcılardan oluşan bir "süper grup" kurmayı amaçlayan ABD Başkanı Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon ile küçük bir fark ile aynı fikirleri savunuyor. Aradaki fark, Tarant'ın “hain” ilan ettiği Batılı liderlerin öldürülmesini isterken, Bannon ise onların darbe ile devrilmesini ve seçimlerden uzak tutulmasını talep ediyor.

Tarrant’ın Yeni Zelanda’daki camii saldırısı, neo-faşist terörist Anders Breivik’in 2011’de Norveç’in Utoya adasında gerçekleştirdiği ve 77 kişinin ölümüne sebep olan saldırının aynısı veya devamı diyebiliriz. Nitekim Breivik gibi Tarrant da mahkemede gösteri yapmaya yeltendi. Tarrant’a ilham olan Breivik’in 1518 sahifelik manifestosunda Breivik şunları not düşüyordu: “Hedefimiz Batı Avrupa üzerinden askeri ve politik bir kontrol sağlayarak muhafazakar bir kültürel gündem oluşturmaktır. Batı Avrupa’da çok kültürlülüğü savunan 45 bin kişi ve yarım milyonu öldürmeliyiz. Diyalog dönemi bitti. Şimdi silahlı direniş zamanı.”

Her iki manifesto da, İslam düşmanlığı, Türk karşıtlığı, Erdoğan nefreti, semboller, ifadeler vb. her satır aynı kişiler tarafından yazılmış bir görünüm arzediyor. Bu bize “bireysel terör” görünümlü bu iki saldırının arkasında da organize bir aklın olduğu aşikar ortaya koyuyor. Bundan dolayı, Yeni Zelanda’da ve Norveç’teki her iki saldırı da, nefret ve kinden doğan “fobi”nin düşmanlık ve teröre dönüştüğünü bize gösteriyor. Onun içindir ki, entelektüellerimiz, siyasilerimiz ve akademisyenlerimiz artık, uluslararası arenada “İslamofobi” yerine “İslam düşmanlığı” gibi kavramlar kullanılmayı yeğlemelidir.

Batıda beyaz ırkın üstünlüğü doktrini, Avrupa milliyetçiliği ve emperyalizminin en önemli bir unsurudur. Birincisi, ikincisinin çirkin faaliyetlerini haklı göstermek için özel bir amaç gütmektedir. Batının bu ırkçı düşüncesinden dolayı geçen yüzyıllarda dünyanın tüm kıtalarında yerli halkların katliamlara nasıl maruz kaldığını hepimiz biliyoruz. Sözde kaşif Kaptan James Cook’un Avustralya ve Yeni Zeland’a ziyareti sonrası hastalıklara dayanıklı yerli halkı, hastalıklarla yok etmeye çalıştığı tarih kitaplarında geçiyor. Kıyım sonrası hayatta kalan zencilerin, Kızılderililerin, Aborjinlerin ve Yeni Zelandalı Maorilerin nasıl kendi topraklarında ırkçı göçmen siyasetlerinin kurbanı olduğunu da unutmuş değil dünya.

Beyaz adam, bugün, enerji kaynaklarının egemenliği adına Ortadoğu’dan başlayarak Orta Asya ve Uzak Doğu Asya’yı dizayna devam ediyor. 2001 yılından 2019 yılına kadar bölgede öldürülen masum insan sayısı 30 milyonu aşmış durumda. Irkçı açıklamaları ile bilinen ABD Başkanı Trump bununla yetinmeyip 2 milyarlık İslam aleminin gözünün içine baka baka Kudüs’ü, Golan Tepelerini ve Batı Şeria’yı işgal rejimi İsrail’in olduğunu Twitter üzerinden haydutvari bir üslup ile ilan edebiliyor. Geçmişte “medeniyet”, “çağdaşlaşma” ve “demokratikleşme” adı altında coğrafyamızı sömüren Batı, bugün ise “terör” adı altında topraklarımızda pervazsızca kan akıtıyor.

Ünlü İngiliz şair, yazar ve gazeteci Rudyard Kipling, ABD’nin Filipinleri işgali zamanında, 1899 yılında, kaleme aldığı “Take Up The White Man’s Burden / Beyaz adamın yükünü kaldırın” adlı şiiri, bugün bile, beyaz ırkın sömürgeci zihniyetini gözler önüne sermeye devam ediyor:

“Beyaz adamın yükünü omuzla
Yetiştirdiklerinin en iyilerini yolla
Sürgün kader olsun oğulların için
Senin tutsaklarına hizmet için;

Ağır işlerin başında bekle
Telaşlı ve vahşi halklar üzerinde
Yeni ele geçirdiğin ve suratı asık
Yarı şeytan ve yarı çocuk.”