Bir parti, kurum, kuruluş ya da oluşumu var eden/lerin yok ettiği iddiam ve tezime, mümkün değil diyorsanız şayet; yazının sonunda kontripiye de kalacak ve abondane olacağınızı şimdiden garanti ediyorum.
Bir parti, kurum, kuruluş ya da oluşumu var eden/lerin yok ettiği iddiam ve tezime, mümkün değil diyorsanız şayet; yazının sonunda kontripiye de kalacak ve abondane olacağınızı şimdiden garanti ediyorum.
Gelelim yazımız ve iddiamızı çözümlemeye.
Evvela ve illa ki Akp'yi var eden zaman, ahval ve şeraiti iyi kavramak, anlamak ve çözümlemek gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
90'lı yılların ortaları ve neden, niçin ve de hangi saikler dolayısıyla piyasaya sürüldüğünü o gün itibariyle anlayamadığımız başörtüsü, Kuran kursları, imam hatipler, katsayı problemi ve kapısı dine açılan ne varsa tukaka ilan ediliyor ve hayatın tüm kapıları din ve dindarlara kapatılıyordu.
Günün algı yöneticileri olan DİNCİLER, güncel ve popüler konuyu Kuran ayetleri, hadisler ve fukaha'nın içtihatlarına beledikleri müthiş ambalajlar ile piyasaya sürüyor ve saf, masum ama bir o kadar samimi dindarın tüm duygularını dibini sıyırırcasına istismar ediyorlardı.
O günün dincileri önlerine konmuş plan, program ve projeksiyonun gönüllü köleleri olduklarını ve programı uygulamak için sahaya çıktıklarını hinlik, cinlik ve şeytanlık nedir bilmeyen masum halk, onların dümen suyuna girmiş ve piyasaya sürülmüş olan ''Din elden gidiyor'' yaygarasını bütün içtenliği ile satın alıp feveran ediyordu.
İslami cemaat, camia, vakıf, Kuran kursları ve yardım kuruluşları adı altında teşekkül etmiş bu yapılanmaların %90'ı, Batı'nın, OPUS DEİ formunda dizayn ettiği ve o günün dindarlarını ''Din ve Dindar'' eliyle vurduğunu ülkenin kahirekseriyeti anlayamamış, algılayamamış ve tehlikenin boyutlarını teğet bile geçememiştir.
Evet, din elden gidiyordu ve tehlike içerisine düşmüş olan şeriatın kurtarılması gerekiyordu, inancı toplumun %50'sinin üzerinde bir kitle tarafından satın alınmış ve bu hissiyat üzerine parti kurma çalışmaları daha bir anlamlı, heyecanlı, dinamik ve hüsn-ü kabül (!) görmüş bir formda hız kesmeden devam ediyordu.
Akp'nin kurulma aşamasına maddi ve manevi tüm desteğini sonuna kadar kullanmaktan yana zerre kadar imtina etmeyen İslami cemaat, camia, vakıf, Kuran kursları ve benzeri yapılanmaların başında ki simsarlar, üzerlerine düşen oyun, kurgu ve görevi eksiksiz ve elhak başarıyla yerine getiriyorlardı.
Din ve dindar kurtarılacak(!) rahat nefes alacak ve yasak edilen her ne varsa hayatın tam göbeğine bir bayrak misali dikilecekti. Ve hatta öyle ki rövanşın alınması kabilinden hareketle aynı bayrak karşıt zümrenin böğrüne saplanırken tekbir nidaları da buna eşlik edecekti.
OYSA!
Sahaya sürülmüş din, simsar, alim, cemaat ve kanaat önderleri gibi yapmak ve yaşatılmak istenilen din de, müsvedde olması hasebiyle kadük ve ölü bir doğumdu. Ancak zamanın ve mekanın en güncel, popüler ve paha da ağır malzeme din olduğundan hareketle gözler kararmış ve duygular akli tüm melekeleri devre dışı bırakmıştır.
İlerleyen süreç iktidar olmayı getirmiş ve yolun başında iken dinin en önemli ve başat emriymiş gibi deklare edilen tesettür, kamunun tüm alanlarında serbestiyet hakkı kazanmış, imam hatipler ve katsayı problemi(!) çözülmüş ve iktidar hızla muktedir olmaya doğru yol almıştır.
Beklenilen, adeta pusuya yatılmış ve hasretle yolu gözlenilen muktedir olma aşaması gelince, ağzı açık ve bütün azı dişlerini göstere göstere bekleyen bu bezirganlar, açıkta olan bütün imkanları silip süpürüyor, yeni ve üstelik biri diğerinden pahalı imkan ve olanakları yaratıp sonuçlarını iç ediyorlardı.
DİNCİLER, SİMSARLAR, İSTİSMARCI KURUM, KURULUŞ, VAKIF VE ÖNDERLERİ
Semirme, sömürme ve iç etme aşaması için adeta bir dolgu malzemesi muamelesine tabii tuttukları din, ahlak, haram, helal, doğruluk, hak, hukuk ve adalet gibi kavramlar ve değerler ile aralarında ki dandik ilişkiyi açık etmekten haya bile etmiyorlardı.
Rant, çıkar, istismar, arsızlık, yolsuzluk, hırsızlık ve daha bir sürü hayasız işler ile kurdukları samimi imani ilişki, aslı itibari ile hangi din, inanç ve akide üzerinde olduklarını alani,çarpıcı ve şok edici şekilde beyan ediyordu.
Din, en büyük, en yıkıcı ve can yakıcı darbeyi işte bu islami cemaat, camia, tarikat, vakıf ve benzeri yapılanmalar ile onların yönetim kademesinde bulunan parlak isimlere sahip kişiler eliyle alıyordu.
Bütün heybetini, saygınlığını, değer ve önemini yitirmiş olan din ve dindar, yeni jenerasyon tarafından irrite duyulan maddelerin en tepesine yerleştiriliyor ve aralarına önemli mesafeler koyuyorlardı.
Balon patlamıştı ve din, camia, cemaat, vakıf ve dernek adı altında teşekkül etmiş olanların bir çoğunun hırsızlık, yolsuzluk, namussuzluk şebekelerine taş çıkartır ve nal toplatır bir performans sergilemiş olmaları dolayısıyla gerek akp ve gerekse dolgu malzemesi olan dindar ve islami görüntüsü veren tüm kuruluşlar, toplumun her kesiminin yüzlerine tükürmeyi ibadet kabul ettiği kurum ve kişiler arasında yerini almıştır.
Ve bir devrin sonu!
Toplum din hırsızlarını, din arsızlarını, din namussuzlarını çok pahalı bir şekilde tanımış, öğrenmiş ve gereğini yapacak bir olgunluğa ulaşmıştır. Gelinen noktada muktedir olmanın bütün imkan ve olanaklarına aksırıncaya, tıksırıncaya ve çatlayıncaya kadar çalan ve iç eden dinci zümre yolun sonunu görüyor olmanın verdiği korku, endişe ve panik içerisinde sağa sola başını vurup durmaktadır.
Ey millet!
Bahsini yaptığım oluşumlar ve yönetimlerinde yer alanların kimler olduğunu yakınen bilip tanımaktasınız. Elbette ki bir hukuk devletinde bu kişilerin yaptıklarından dolayı ağır cezalar almaları hem kaçınılmaz ve hemde adaletin tecellisi bakımından elzemdir. Ancak şu an itibarıyla hesap günü gelip çatıncaya kadar bu aşağılık zümreye selam vermek, ciddiye almak ve hele hele saygı içeren bir tavır içerisinde olmanın Allah ve onun dinine yapılmış bir hakaret olacağı bilincini kuşanmak zorundadırlar.
Ey simsarlar!
Akıbetiniz yakındır...