Üretim Her Şeyin Başı
İnsanoğlunun iki temel çıktısı/üretimi var: iktisadi çıktılar ve
sosyal çıktılar. İktisadi çıktılar etrafımızda gördüğümüz, insan
eli değmiş, tüm maddi dünyayı ifade eder. Sosyal çıktılar ise
sanattan, adab-ı muaşerete, bilimden toplumsal ilişkilere kadar
görünmeyen ama esas olarak hayatımızı anlamlandıran soyut
üretimlerdir. Marksist teori büyük bir tefrit ile iktisadi
üretimlerin(altyapı) sosyal üretimleri (üstyapı)belirlediğini ileri
sürmüştür. Gerçek şu ki her iki üretim arasında içdeş, birbirini
etkileyen ve doğuran bir ilişki söz konusudur
Üretip mi paylaşalım? Payımızı Belirleyip mi Üretelim?
Malum iktisadın 4 unsuru var. Üretim, tüketim, mübadele ve dönüşüm.
Üretim ihtiyaçların karşılanması için girişimcinin ortaya koyduğu
irade sonucu ortaya çıkar. Bir başka ifade ile üretim; üreten
açısından bir yaşam tarzı sunumu ve/veya dayatmasıdır. Tüketim arz
edilen hizmet ve malların nitelik ve nicelik bakımından tercihidir.
Yani yaşam tarzı tercihini ifade eder. Mübadele ekonomik ve sosyal
dinamizmin bir göstergesidir. Bölüşüm ise ideolojilerin varlık
sahasıdır. Bölüşümün hangi kıstaslarla ve hangi oranda yapılacağı
hem siyasetin hem de ekonomi pratiğinin kesişme noktasıdır. Mesela
sosyalizm bölüşümün emek lehine gerçekleşmesi gerektiğini ileri
sürer talep eder. Liberalizm ise bunun sermaye ve girişimci lehine
olması gerektiği savını savunur. Bu ikisinin arasında kalmış pek
çok ara model de birbirine yakın karma teorilerini ileri sürerler.
Bütün bu ekonomi tartışmalarının büyük kısmı ekonomik çıktıdan
kimin ne kadar pay alması gerektiği üzerinden yürür. Bu anlamda
günümüz Müslüman aydın ve uleması da meseleyi umumiyetle bölüşüm
nazariyeleri üzerinden okumaktadırlar. Bu sebeple de ideolojilerin
varlık sahası içerisinde kalınmaktadır. Oysa bizim tek derdimiz
kaynakları, ortaya çıkan üretimi paylaşma olabilir mi?
Refah’ın mı Peşinde Koşmalıyız Saadet mi
İstemeliyiz?
Bir şeyi isimlendirmek demek, o şeyi bir anlamda var kılmak
demektir. İslamcı siyasetin isim süreci ve serencamı bu bağlamda
oldukça manidar. İslamcı siyasetin ana damarına bakıldığında önce
bir düzen vurgusunu görüyoruz (Milli Nizam/Dini Düzen). Sonrasında
Milli Selamet ile bu vurgu biraz yumuşuyor. “Refah” tercihi ile
İslamcı siyasetin geniş kitlelere ulaşması eş zamanlı gerçekleşti.
Toplumsal düzen iddiasından doğrudan zenginlik vaadine dönüş
oldukça keskin. Bu keskin dönüşün arkasında derin bir toplumsal
okuma olduğu muhakkak. Kapatılmalar sonrası ortaya çıkan Fazilet
içeriden çok dışarıya bir mesajı çağrıştırıyor. Adalet ve Kalkınma
ile İslamcı siyaset yeniden yönetim kalitesi(sosyal üretim) ile
iktisadi üretim arasındaki ilişkiyi keşfettiğini ve toplumsal
siyaseti belirleme gücünü ele geçirdiğini görüyoruz. Bu tercih
önemli bir mihenk taşıdır çünkü adalet dağıtma iddiasında olan,
güçlü olmak zorundadır. Fakat güç aynı zamanda tehlike ve
tehditlerle birlikte var olur. Bu tehdit ve tehlikeleri bertaraf
edecek şey, değerlere dayalı iktisadi ve sosyal üretimden başka bir
şey değildir. Bunu başaramadığımız takdirde yapmamız gereken şey:
fabrikaların kapısına yeşil yazı ile verem olmayın mümin
kardeşlerim Allah üreteni sever yazısını asmaktır.
*İsmet Özel
hakcay@management-time.org