“Yabancılara Toprak Satmak İkinci Filistin Olmaktır” Özal hükümeti ve muadili – emsali diğer hükümetler tarafından çıkarılan yabancılara satış işine yukarıda adları geçen iki “resmi kuruluş” yanında sivil kamuoyundan da büyük tepkiler ve karşı çıkışlar geldi. Bunların karşı oluş gerekçelerinde sürekli olarak şu dört sebep ve bir kısım pratikleri ileri sürülerek devamlı tekrarlandı:

'Yabancılara Toprak Satmak İkinci Filistin Olmaktır'

Özal hükümeti ve muadili – emsali diğer hükümetler tarafından çıkarılan yabancılara satış işine yukarıda adları geçen iki 'resmi kuruluş' yanında sivil kamuoyundan da büyük tepkiler ve karşı çıkışlar geldi. Bunların karşı oluş gerekçelerinde sürekli olarak şu dört sebep ve bir kısım pratikleri ileri sürülerek devamlı tekrarlandı:

1-Jeolojik sebepler: Jeopolitikçilere göre, Anadolu yarımadası, üç büyük kıtanın (Asya, Avrupa ve Afrika) üzerinde düğümlendiği, dünyanın en büyük ve kıymetli 'jeopolitik adası ve tepesi' dir. Bu sebepten, bu 'en güzel imkan' a sahip olmak için Anadolu ile komşu küçük devletler ve büyük devletlerin bu topraklar üzerinde 'milli emelleri' vardır. Özellikle Rusya, devamla bu emel üzerindi durmuş, bunu daha Çar I. Petro zamanından beri, Anadolu üzerinden 'Sıcak Denizlere İnmek' emeliyle sloganize etmeye başlamıştı.

2-Teolojik sebepler: Anadolu yarımadası, Hristiyanlığın buradan bütün dünyaya yayıldığı ve ilk kiliselerinin burada kurulduğu topraklar olması sebebiyle, burası bütün Hristiyan dünyası için 'Kutsal' olmanın yanında 'Vaat Edilmiş Topraklar' dır. Bu dünyaya göre, Müslüman Türkler, buraya sonradan gelip bu toprakları 'gasp' etmişlerdir. Ellerinden geri alınmalıdır. Zaten tarihte 12 Haçlı Seferi bunun için yapılmış, 1920' de Sevr Antlaşması da bize zorla bunun için kabul ettirilmeye çalışılmıştı. Bu anlamda Hristiyanların öncelikle Hatay, Kapadokya, ve 'Meryem Ana Evi Uydurması' yla İzmir – Antalya Hattı ve Trabzon –Samsun hattı üzerinde durmaları çok ilginçtir.

3-Stratejik Sebepler: Bu, askeri güç kullanmayı gerektiren bir sebep ki, dünyada 'süper güç' olmak isteyen bütün büyük devletler, Anadolu üzerinden mutlaka geçilmesi gerektiğine inanmışlardır. Babilliler, Sümerler, Hittiler, Presler, Elenler (İmparator İskender) , Roma, Selçuklu, Osmanlı imparatorlukları hep geçmişlerdir. İngiltere, 1833 – 1945, ABD , 1945 – 1990 zaman dilimlerinde ise, 'üzerinden geçmek' ten olarak 'büyük nüfuzları' nı kurmuşlardır.

4-Tarihi sebeple: Biraz da teolojik sebeplerle karışık Siyonist Yahudilerin emeli, 'Tevrat'ta da emrediliyor' denilerek (Mısır ırmağından –Nil'den Büyük ırmağa –Fırat'a kadar olan diyarı senin zürriyetine verdim, Tevrat, Tekvin Kitabı, bab 15) 'Büyük İsrail' emelinin sınırları 'Nil'den Fırat'a' hedefi ve sloganı ile çizilmiştir. 1898' de ' Dünya Siyonist Teşkilatı' nın kurucusu Viyanalı Yahudi Hukukçu ve Gazeteci Theodor Herzl, İstanbul'a 1896'da ilk gelişinde Sultan II. Abdülhamid'e sunduğu teklifinde 'Yahudi Milli Yurdu' sınırlarını, hatıralarında da bahsettiği üzere şöyle çizmişti: 'Sınırlar, Kuzey'de Kapadokya dağları, Güney'de Süveyş kanalına kadar olan alanı kapsamalı. Devamlı tekrarlanacak slogan: Davut ve Süleyman' ın Filistin'i olmalı' (Theodor Herzl, The Complete Diaries of Theodor Herzl, Volume I, New Yort and London, 1961, s. 342) Kapadokya dağları dediği, sıradağlar olan Toros dağlarıdır.

Ermeniler için Doğu Anadolu, Yunanlılar için de Batı Anadolu veya onların tabiriyle 'İyonya' Yunanlıların 'ana yurdu – tarihi mirası' dır. Kapadokya ve Pontus da öyle. İstiklal Harbimiz yıllarında Ermenilerin Doğu Anadolu ve Yunanlıların da 16 Mayıs 1919'da başlayarak Batı Anadolu'yu işgal sebepleri, 'Tarihimizin arşivinde kayıtlı kutsal, vaat edilmiş – anavatan topraklarına yeniden sahip olmak' tı. İstiklal Harbimizle bunları kovmuştuk.

Kovduğumuz Yunanistan Kralı Konstantin, işgalci Yunan ordusuna 'moral vermek' için denilerek, İzmir'e gelirken halkına yayınladığı bildiride 'Elenizmin vaat ettiği topraklara gidiyorum' dememiş miydi? İzmir'de karaya çıkarken limana serilen Osmanlı bayrağına 'hakaret' için onu çiğneyerek geçmemiş miydi? Mustafa Kemal Paşa, bu 'alçaklık' ı yapmamıştı. İzmir'e girerken önüne, Konstantin'in yaptıklarına nazire olsun diye 'bu bayrağı çiğneyerek geç' dercesine Yunan bayrağını koymuşlarken, o buna itiraz edip, 'Bunu önümden alın, bizim bayrağımız bize nasıl kutsalsa, Yunanlıların bayrağı da onlara öyle kutsaldır. Biz kendi kutsallarımıza nasıl saygılı oluyorsak, düşmanlarımızın da kutsallarına saygılı olalım.' demiş, bu tavrıyla Türk Milletinin Yunan milletinden daha medeni olduğunu ortaya koymuştu.

Ellerine bayraklarını verip Yunanlıları kovmuştuk ama, günümüz itibariyle ise, gazetelerde de haberler olarak yer aldığı üzere, 'Toprak ve ev almaktan' olarak, Yunanlıların Batı Anadolu, Doğu Trakya, Kapadokya ve Pontus'tan, Ermenilerin ise Doğu Anadolu ve özellikle de Van yöresinden ev - toprak almaları öncelikli tercihlerine bakılırsa, bu alınmaların bize gelecekte ne büyük zararlara sebep olacağı gerçeği gün gibi ortadadır.

Yine günümüz itibariyle de çıkardığımız 'Yabancılara Ev ve Toprak Satmak Kanunları' yla da sanki 1920 Sevr Antlaşmasını kendi elimizle uygularcasına, 'Geliniz, zaten kanunlarını da çıkardık, dolar getirerek, istediğiniz bölgeden toprak satın alarak buralara yerleşin' dememize, bilmiyorum, sizce, 'gaflet mi, delalet mi, cehalet mi hatta ihanet mi' ne derseniz deyiniz, bu topraklarımızın 'ölüm fermanı' nı kendi elimizle yazmak değil de nedir?

'Araplar Karadeniz'e İndi'

Bu gazete haberi manşeti, 5-6 yıl önce birçok gazetenin manşeti idi. Haberinde, yabancılara toprak satımından olarak 'Hatay İlimiz Elden Gidiyor' ara haber başlığı da vardı. Hani Araplar ve Suriye'nin burada 'gözü' vardı ya! Günümüz itibariyle de gazetelerde 'Hatay haberleri' den olarak, 'Araplar Hatay'ın yüzölçümünün % 40'ını satın aldılar' şeklinde haberlere sıkça rastlamak mümkün. Yakında herhalde tümünü alacaklar ve belediye başkanları da artık hep Araplardan olacaktır. Tam bu noktaya gelindiğinde, bölge- il yöneticisi bu adamlar, belki de 'halk oylaması' isteyerek 'adalet yerini bulsun' kabilinden burasının Suriye'ye ilhakına çalışacaklardır.

Arapların Hatay'dan sonra göz diktikleri ikinci bölgemiz, Orta ve Doğu Karadeniz'dir.

Tarihte burası hiçbir zaman Arap toprağı olmamış ve burada neredeyse hiç Arap yaşamamıştır. Peki, bugün itibariyle buraya ilgileri nereden kaynaklanıyor? Benim zannımca, 'Güvenlik endişesi' nden burasını tercih ediyorlar. Bugün itibariyle neredeyse 25 Arap devletine, her türlü terörizm ve anarşik olaylar musallat olduğu ve bunlar bir türlü önlenemediği halde, bunlardan 'kaçmak' için adı geçen bölgemiz bunlar için 'En güvenilir bir sığınak' olarak görülüyor, ama, bunun ileride bizim için bir 'potansiyel tehlike' olabileceğini hiç kimse hesaba almıyor ve katmıyor.

2022 Mayıs'ının sonlarında Samsun'da bir kitap fuarına yazmış olduğum 83 kitabımı okuyucularıma imzalamak için katılmıştım. Katılmıştım ama, caddelerini gezerken, bana 'Aman Allah'ım' dedirtecek işyeri isimleriyle karılaştım. Birinci olarak, işyeri isimlerinin çoğu Türkiye'nin her şehrinde olduğu gibi, Türkçe karşılıkları ola ola hep İngilizce kelimelerden işyeri isimleri idi. 'Yabancılaşmak ve kimlik kaybı' ndan olarak ikinci sırayı Arapça işyeri isimleri alıyordu. İşyerlerinden sanki Türkçe isimler silinmiş yelerini bunlar almıştı. Hatta öyle ki 'çifte dil' kullanımı da vardı. Hem de Samsun Büyük Şehir belediyesinin tabelalarında. Çöp kutuları üzerlerine hem Türkçe hem de Arapçasını yazmışlardı. Zamanında ödenmeyen su paralarının ödenmesini ikazı için öyle sabit panolar veya seyyar panolar vardı ki, en üstlerine Arapçasını yazmışlar, altlarına ise 'lütfen' kabilinden Türkçesini koymuşlardı.

Samsun halkına sordum: 'Neden böyle oluyor?' Cevaben: 'Beyefendi daha haberiniz yok mu? Samsun'un birçok yerini Araplar satın aldılar. Korkmaya başladık, sayıları artıkça her halde bizi bu öz yurdumuzdan kovacaklar' diye hayıflandılar.

24 Aralık 2022 – 3 Ocak 2023 tarihleri arasında da Trabzon Kitap Fuarında İdim. Sahibi olduğum 'Vatan Yayınları' standında halkımızı ve yöneticilerimizi uyarmak kabilinden 'Yabancılara Toprak Satmak İkinci Filistin Olmaktır' afişini de asmıştım. Orta yaşlı bir okuyucu kadın geldi. Yukarıdaki afişimi görünce ağlamaklı bir hal alarak konuşmaya başladı: 'Hocam bu afişinizi 10 metre büyüklüğünde yapıp şehrimizin en işlek meydanına asın n'olur' dedi.

Sebebini sordum: Trabzon merkeze bağlı bir varoş köyünde oturuyormuş. Köylülerinin ev ve topraklarının yarısını Araplar, büyük petro dolarlar vererek satın almışlar. 'Bize yan bakıyorlar, onlar da Müslüman olmalarına rağmen iyi geçinemiyoruz. Köyümüzde biraz daha çoğalırlarsa herhalde bizi buradan sürüp çıkarırlar' ' demesi beni iyice korkuttu ve büyük endişeye sevk etti.

Benimle yaşıt, 40 yıldan beri tanışık olduğun bir dostum da, Arapların Rize'den 40 bin dönüm çay bahçesi ve bir o kadar da Trabzon ve civarından fındık tarlaları satın aldıklarını ve 'Buna bir çare bulunması gerektiği' ni de söyleyince daha da şoke oldum.

Ordu kitap fuarına da katıldığımda aynı manzaraları gördüm. Belediye başkanı biz yazarlara, fuar süresince sahilde Ordu'nun en büyük ve lüks otelini kalmamız için parasını belediye bütçesinden ödeyerek bizi misafir etmişti. Sabah kahvaltılarını hep burada yapardık. Lokantasının yarısı Araplarla dolu olurdu. Garsonlara sorunca öğrendik, burada öğle ve akşam yemeklerinde Arap kalabalıktan Türk müşteriler neredeyse hiç yer bulamazlarmış. Üstelik de Arapların çoğu turist olmaktan ziyadede, Ordu'dan yoğun olarak ev alanlarmış. Bir garson, 'Hocam, bunların çoğu petrodolar zenginleri olduğu için evlerinde hiç yemek yapmazlar. Hep burada hazır yerler. Gelemeseler bile 'getir yemek' ten olarak sipariş verirler evlerine götürürüz' demişti.

Vatanımızda 'ihanet' sayılabilecek şu çok açıklı manzaraya bir bakın: Yüzyıllardır dünyanın en verimli en bol ve en kaliteli üretimleriyle en başta gelen ihracat ürünlerimizden zeytinlikler, portakal, mandalina, limon, nar, elma, incir vs. bahçeleri, üzüm bağları, fındık, yer ve dal fıstığı, pamuk, haşhaş, tütün, fındık, çay vs. tarlalarına her geçen gün artarak bunların üzerine, sanki bina yapılacak hiçbir alan kalmamış gibi 30 katlı gökdelenler dikmeler vatana, toprağa, tarıma, ihracata 'ihanet' değil de nedir?' Betonlaşmayla bunlardan mahrum kalmak, genel ekonomimize de 'ihanet' sayılmaz mı?

Konya ovası, buğday ihtiyacımızı karşılayan 'buğday ambarı ovamız' dı. Burasının da üzerine genelde 3-4 katlı binalar ve fabrikalar yapmakla iyice kaybettiğimiz için olacak ki, Rusya ve Ukrayna'dan buğday ithal etmeye başladık. Adana ve İzmir ovalarının pamuk tarlaları da yok edildiği için, hem de 'can düşmanımız ve şimdilerde de bize karşı harbe hazırlanıyor' dediğimiz Yunistan'dan da pamuk ithal eder hale geldik. Portakallarımız da bitmek üzere olduğu halde İsrail'in 'Yafa portakalı' ı itham ediyoruz vb.

2021 yılı Aralık ayı başlarında, Osmaniye kitap fuarında Vatan Yayınları standımda kitaplarımı imzalıyordum. Standımı ziyaret eden bir kadın, asılı olan 'Ovalarımıza Bina Yapmak Düşman İşgali Benzeridir' afişimi okuyunca bana, çok hüzünlü bir haliyle: 'Oturduğumuz tek katlı evin önü, arkası hep portakal, mandalina, limon bahçeleri idi. Evimizi havalandırmak için pencereleri açtığımızda, içeriye küfül küfül esen rüzgarla portakal, mandalina ve limon çiçekleri kokuları gelir, burunlarımıza çektiğimiz bunlarla mest olurduk. Şimdilerde bunlar sökülerek bahçelerine, her biri birbirleriyle yarışırcasına kat kat binalar yapıldığından, bu kokuları alamaz olduk' demesi beni de hüzünlü hale getirdi. Fuar çıkışı Osmaniye'nin etrafını kocalan ettim; etrafında dağlar da olan buralarda üzerinde tarım yapılamayan dağ yamaçları, çıplak kaya yüzeyleri vardı. 'Osmaniye' li kadının şikayetçi olduğu binalar, bahçeler heder edilmeden buralara yapılamaz mıydı' diyerek de kendi kendime düşündüm.

Dağı delerek tarım arazisi açan öğretmen arkadaşım: 2019 Aralık ayının başlarıydı. Mersin kitap fuarında idim. Standıma birisi geldi, 'Hocam beni tanıdınız mı' dedi. Tanımıyorum, nereden tanıyayım dedim. 'Kayseri Pazarören Öğretmen Okulu' dan devre arkadaşıyız' diyerek (1964 – 1970 zaman diliminde bu okulda öğrenci idik) kendisini tanıttı. Standıma oturtup çay ısmarladım. Hoşbeş sohbetimiz sırasında bana bir ara şunları söylemesi beni şoke etti: ' Okul bitince Tarsus'a tayin oldum. Burada bir meslektaşımla evlenince buralı olduk ve buraya yerleştik. Burada Ağustos 1970'de göreve başladığımda bütün Tarsus yöresi neredeyse tamamen Akdeniz sahiline kadar ova olup her yer tarlalar, bahçeler, bağlarla doluydu. Şimdilerde üzerlerini binalar ve fabrikalar yapıla yapıla geriye hiçbir şey kalmadı. En son direneler eşimle ben olduk. 10 dekarlık portakal –limon bahçemizi de elimizden alıp üzerine 8'er katlı binalar diktiler. Alışmışım, ben bir tarım arazisinde çalışamazsam çok rahatsız olurum. Düşündüm, taşındım, hiç olmazsa 200 – 300 metrekarelik sera kurup domates, hıyar vs. yetiştirecek bir alan bulayım dedim. Aradım yok! En sonunda belediyeden rica-minnet bir dağ yamacı satın aldım. Dozer tutup kayaları kırdırarak 250 metrekarelik sera alanı açtırdım. Şimdi orada çalışıyor, vakitlerimi burada geçiriyorum.'

Aziz dostlar, görüyorsunuz ki ne kötü hallere düşmüşüz. Ovalarımızı betonlaştırmak suretiyle dağlaştırmanın ardından, dağları yararak tarım arazisi kazanmak suretiyle hayatımızı idame zavallılığına düşmüşüz. Hani, tarım arazisi çok yetersiz bazı sahil ülkeleri 'denizlerini doldurarak tarım arazileri kazanıyorlar' dı ya; biz de artık dağlarımızı yararak tarım arazileri kazanmaya başladığımız için, bir çeşit onların durumuna düştük. Çok yazık!