1120 Yılında Kudüs'e hac görevini yapmak üzere gelen Hristiyan hacıların çok defa saldırıya uğraması sebebiyle Konsil toplanmış ve bir çare aramaktaydı.
1120 Yılında Kudüs'e hac görevini yapmak üzere gelen Hristiyan hacıların çok defa saldırıya uğraması sebebiyle Konsil toplanmış ve bir çare aramaktaydı. Taber dağından, Yuhanna bölgesi olarakta bilinen Ürdün nehrine gitmekte olan 700 kişilik kafileye saracenler saldırmış ve bilanço çok ağır olmuş, 380 hacı acımasızca katledilmişti.
Kudüs’ün yeni hakimi Kral II.Baldwin’i haçlı seferine katılan iki erdemli şövalye ziyaret etti. Bu şövalyeler Hugues de Payen ve Golfrey de St. Omer’dir.
Şövalyeler yeni kral II. Baldwin’in huzuruna çıkarlar ve önünde saygıyla eğilirler. Kral II. Baldwin’e kutsal toprakları ziyaret eden hacıları korumayı teklif ederler ve bu niyet sadece bir koruma görevi için değildir.
Kadim dinsel öğretilerle hayatlarını kutsaliyete adamış birer keşiş gibi hayat sürdüreceklerdir. Kral II. Baldwin’e böylesi tarihi bir teklifi yapan kişi Tapınak Şovalyelerinin de ilk lideri Hugues de Payendir.
Süleyman Mabedinin muhafızları olarak görevlerine başlayan tapınakçılar II. Baldwin'in üzerinde bir hakimiyet kurmayı başarmış ve her zaman Baldwin'in gizli aklı olarak devrede olmuşlar, kendilerine özel tahsis edilen bir tepede 70 yıl boyunca kalmışlardır.
Bu sebeple 9 Tapınakçı şovalyenin kaldığı bu yere “Süleyman Tepesi” denmiştir ki orada kaldıkları yıllar boyunca asli görevleri olan hristiyan hacıları koruma görevi ile ilgilenmemişler bunun yerine tepenin altını oyarak gizemli ahid sandığını aramaya koyulmuşlardır.
Bazı iddialara göre bu durum II. Baldwin tarafından da bilinmekteydi ve Ahit sandığını bulma fikri ona da cazip geldiği için şovalyelere olumlu yaklaşım sergileyip her zaman destekçileri olmuştu.
Ancak tapınak şovalyeleri kendisini öyle etkilemişti ki tapınakçılar II.Baldwin'in perde arkasındaki akıl hocaları onun yerine kararlar verdiren “Üst Akıl” olmuşlardı.
Tapınak Şovalyeleri yaptıkları kazılarda ahit sandığını arıyordu ancak hiç bir zaman bulamadılar fakat daha önemli şeyler ele geçirdiler. Rivayetler oldukça fazla ancak kuvvetle muhtemel ki pek çok tarihçinin de üzerinde ittifak ettiğine göre Tapınakçılar yer altı kazılarında Hz.Süleyman'dan kalma büyü, tılsım, vefk kitaplarını ele geçirmişlerdi.
Kur'an'a göre Allah'ın emrinden yüz çeviren azgın şeytanların kitabı olan bu kitaplara Hz.Süleyman el koymuş ve derin dehlizlerde gizli tutuyordu ki şeytanın kitabı diye nitelendirebilecek bu kitaplara Tapınak Şovalyeleri ulaşmayı başarmıştı.
Şeytanın el yazmalarına ulaşan tapınakçılar o kitaplardan çok şey öğrendiler ve şeytan ise her zaman onlara yoldaşlık etti ve etmeye devam ediyor. Büyü, tılsım veya metafizik varlıklar yardımı ile insan zihninin kontrol edilebileceğini yine bu kitaplardan aldıkları bilgiler doğrultusunda elde ettiler ki yıllar sonra bunu teorik olarak yapmaktan çıkarıp insanlar üzerinde çeşitli kimyasal veya bazı teknik aletlerle de yapar hale geldiler.
İlluminati'nin 1776 yılında uzun soluklu olan uykusundan uyanmasının ardından devletler üzerindeki hakimiyetlerini de hızla geliştirdiler ve Allah'ın “geçici” olarak betimlediği dünya meşgalesinin hazzı ile devletlerin içerisinde ki pek çok insanı kendilerine köle yaptılar ve dünya üzerinde pek çok örneğinin günümüzde görülebildiği gibi, bu kişiler açıkça “ruhumuzu şeytana sattık” demekten geri durmadılar.
Allah A'raf suresi 15. ayette şeytana “sen mühlet verilenlerdensin” demişti...
Peki neden bu sözü söylemişti?
Şeytan secde etmediği insanı saptırmak için kıyamet gününe kadar mühlet istemişti ve o mühlet boyunca insanları saptırmak kendisine hizmet eder hale getirmek için elinden geleni yapacaktı.
Sultan II.Abdulhamid'in kapısı çok kez çalınmış, Kudüs'ün anahtarı istenmiş ve şayet Kudüs'de bir İsrail kurulmasına izin verilirse Üst Akıl Osmanlı'nın tüm dış borçlarını silmeyi vaad etmiş ve üstelik bir çok alanda da büyük yardımlarda bulunmayı önermiş, ancak üst aklın teorisyeni olan Theodorl Herzl'in bu teklifini II.Abdulhamid Han ret etmişti. Fakat daha sonra bu ret etmeyi, çevresindeki üst aklın piyonları tarafından tahttan indirilerek ödemişti.
Bu karanlık yapı devletlerin içine sızmayı başarmış, iş adamlarını avucunun içinde tutan, kimi zaman yasadışı bir örgüt, kimi zaman cemaat, kimi zaman bir siyasi parti, kimi zaman bir iş adamı kılığında ve üstelik bir bukelemun gibi renk değiştirerek sistemlere dahil olan bu kişiler emir aldıkları üst akıl merkezi olan İlluminati ve Tavistock gibi yapılanmaların daimi piyonları olmuşlardır.
Türkiye'de de 12 Eylül yıllarından itibaren bu üst aklın zaman zaman emarelerini gördük ve en bariz şekilde de 2014-2015 yıllarında bir kanser gibi devletin tüm kılcal damarlarına sirayet ettiklerini müşahade ettik.
Son seçimlerden sonra Yeni Türkiye vizyonu ile yola çıkan AKP, uzun süredir dillendirdiği “Başkanlık Sistemi” teorisini pratiğe dökmek için meclis de yeterli gücü elinde bulundurabilmek adına köklü bir parti olan MHP'den destek alacaktır.
Ancak! Bu süreçte Türkiye'nin muasırlaşmasında nüfuz sahibi olamayan üst akıl yine devrede olacak, gerek iktidar, gerekse muhalefet üzerindeki piyonlarını devrede tutacak, ve dahi elinde bir koz olarak bulundurduğu terör örgütünü eylemsel anlamda tekrar aktivite etmeye çalışacaktır.
Bu süreçte siyasi erk sahipleri muhakkak ki bir Fatih Sultan Mehmed Han stratejisi ile planlar yapmalıdır. Zira 2023 yılına kadar olan bu süreç, üst aklın Osmanlı Padişahı I. Murat Han'ı kan bağı bulunanlarla birbirine düşürmesi gibi, devletin zirvesindekileri de birbirine düşürmek için karanlık oyunlar kurmaya devam edecektir.
Dünyaca ünlü New York Tımes'ın bir dönem editörlüğünü yapmış olan John Swainton bir açıklamasında şöyle diyor; “Bizler iplerinden çekilince oynayıp zıplayan kuklalarız. Beceri, yetenek ve hatta hayatlarımız bile bu adamların elinde...”
Daha önce beyan ettiğimiz üzere “ruhunu şeytana satan” bu kişiler, hayatlarını ellerinde bulunduran üst akla hizmet etmek adına her yolu mübah sayacaklardır. Zira onlar üst aklın hizmetkarı ve safları belli.
Peki ya sizin safınız?