“Koşullar değişir; geçmişteki üstünlük, gelecekteki üstünlüğün güvencesi değildir.” Jared Diamond’ın ‘Tüfek, Mikrop ve Çelik’ adlı eseri, medeniyetler tarihini şekillendiren güçlerin (coğrafya, biyoloji ve teknoloji ekseninde) sadece geçmişi değil, geleceği de belirleyebileceğini ortaya koyar. Ancak bu belirleyicilik, mutlak ve sürekli bir üstünlük anlamına da gelmez. Güç dengeleri, kimi zaman değişen koşullar karşısında yeniden şekillenir. Gelinen noktada küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği/değiştiği bir dönüşümün arifesindeyiz.
Bugün küresel ölçekte tanıklık ettiğimiz ticaret savaşları, sözde iklim politikaları ve dijital denetim mekanizmaları bu dönüşümün güncel araçları. Türkiye gibi yükselen bölgesel aktörler, geçmişin dayattığı sınırlamalara karşı kendi gelecek tasavvurlarını inşa ederken küresel güçlerin yeni nesil prangalarıyla da karşı karşıya. Sözde iklim politikalarından ticaret savaşlarına, toplumsal manipülasyon araçlarından milli ekonomilere uzanan küresel kurgular, Türkiye’nin direncine ve akılcı stratejilerine karşı yönelen sistematik tehditleri gözler önüne seriyor.
Manipülasyonun Görsel Temsili: Sokaklardaki Pikaçu
Ana muhalefet partisine mensup İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun terör ve yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklanmasının ardından yaşanan gelişmeler, toplumsal gerilimi tırmandıran bir dizi eylemle devam etti. Gençleri sokaklara çağıran, millî firmaları boykota yönlendiren muhalif söylemlerle birlikte sokaklarda dolaşan “Pikaçu” kostümlü eylemciler, kamuoyunda algı yönetiminin ne kadar görsel ve sembolik düzeye indirilebildiğini gözler önüne serdi.
Türkiye’nin “Terörsüz Türkiye” vizyonuyla güçlü bir iç cephe mesajı verdiği bu önemli/stratejik dönemde, toplum sağ ve sol ekseninde daha da keskin bir kutuplaşmaya sürüklendi. Suni olarak oluşturulan bu kırılgan yapı, dış politikada yürütülen istikrar hamlelerinin de iç siyasetle paralel bir şekilde hedef alınmasına neden oldu. Türkiye’nin dış politikadaki başarıları/kazanımları oluşturulan iç kaos ile hedef alınmak istendi.
Suriye’de İstikrarın Bedeli
Türkiye’nin “Suriye’nin yeniden inşası” projesi kapsamında Orta Doğu’da istikrarı sağlama girişimleri/hamleleri İsrail tarafından Büyük İsrail Projesi’ne (BİP) karşı bir tehdit olarak algılandı. Bu kapsamda İsrail, medya üzerinden Türkiye’yi “tehdit unsuru” olarak konumlandıran analizler servis ettirdi. Tartışmalar devam ederken İsrail, Suriye’deki T4 hava üssünü hedef alarak gerilimi sahaya taşıdı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye’nin İsrail’le Suriye’de çatışmak istemediğini vurgularken, İsrail’in bölgedeki istikrarı doğrudan hedef aldığını da belirtti. Azerbaycan da arabulucu rolünü üstlenerek, Türkiye ve İsrail’in dostu olduğunu ve olası bir çatışmanın önüne geçilmesi gerektiğini ifade etti. Bu diplomatik girişimlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in ‘bir terör devleti’ olduğunu sert bir ifadeyle yeniden vurguladı.
Pikaçuların Küresel Seyri: Ticaret Savaşlarından Tedarik Zincirleri ve Ekonomik Krize
ABD’de Donald Trump ve Elon Musk’a yönelik protestolarda da göstericilerin Pikaçu kostümleri kullanması dikkat çekti. Türkiye’de iç siyasetle ilgili sanılan birçok mesele aslında küresel planların bir parçası/bir yansımasıdır. Sembol bir anda evrenselleşti ve sokak hareketlerinin küresel ölçekte senkronize edildiği de ortaya çıkmış oldu. Trump’ın başlattığı ek gümrük vergileriyle ticaret savaşları hız kazandı. Çin de altta kalmadı ve ABD ürünlerine karşı misilleme yaptı. En sonunda da Çin’de ABD ürünlerine yönelik bir boykot süreci başlatıldı.
Bu gelişmeler Türkiye’de iç siyaset gibi görünen olayların aslında küresel bir kurgunun parçası olduğunu ortaya koyuyor. Özgür Özel’in millî firmalara yönelik boykot çağrısı bu bağlamda değerlendirildiğinde, küresel tedarik zinciri krizinin Türkiye ayağında planlı bir işlev görüyor. Nihai hedef ise ‘nakitsiz toplum projesinin’ hayata geçirilmesi.
İklim Kanunu Emperyal Bir Prangadır
Türkiye’de Meclis’e sunulan İklim Kanunu’nun ilk dört maddesi, halkın yoğun tepkisine rağmen kabul edildi. Görüşmelere Salı gününe kadar ara verildi. Her ne kadar yasa ekonomi ve sanayiyle ilişkilendirilse de bireysel düzeyde ciddi kısıtlamalar getireceği açıktır.
Karbon ayak izinin izlenebilirliğiyle birlikte dijitalleşmiş ve nakitsiz bir toplumun altyapısı hazırlanmakta, küresel sermaye tıpkı Çin tipi bir sosyal kredi sistemini devreye almak üzere adımlar atmaktadır. Bu sistem bireysel düzeyde ödül-ceza mekanizmaları kurarak temel hak ve özgürlükleri kısıtlayabilir.
Bu Bedeli Neden Türkiye Ödesin?
Türkiye’nin küresel karbon salınımına etkisi yalnızca %1,13 düzeyindedir. Buna karşılık Çin %32,48, ABD %12,61, Hindistan ise %6,71 oranında karbon salınımıyla dünyayı en çok kirleten üç ülke konumunda. Yani toplamda %51,8’lik bir sorumluluk bu üç ülkeye ait.
Bu durumda Türkiye’nin sorumluluk üstlenmesi, Gazi Meclisimizin eliyle kendi sanayisine emperyal bir pranga vurulması anlamına gelir. Avrasya’nın yükselen gücü/kalbi olan Türkiye, küresel güçler tarafından sanayisizleştirilme politikalarına maruz bırakılmak istenmektedir. Üstelik Trump göreve gelir gelmez Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiş ve kendi ülkesinin %12,61’lik bir karbon salınım sorumluluğuna sahip olmasına rağmen yükümlülük üstlenmemiş/kabul etmemiştir. Bu bedeli neden Türkiye ödesin?
Asıl Kısıtlamalar Nereden Başlatılmalı?
Eğer küresel çevre sorunları gerçek anlamda ele alınacaksa ilk adım doğrudan insanları ve canlıları hedef almak yerine teknolojik sistemlerin aşırı tüketimini sorgulamak olmalıdır. Örneğin ChatGPT’ye yöneltilen her 20-30 soru, yaklaşık yarım litre suya mal olmaktadır. Bunun yanı sıra küresel zirvelere katılan liderlerin kendi özel jetleriyle yaptıkları seyahatler de büyük miktarlarda karbon salınımına neden olmaktadır. Aynı zamanda İsrail’in Gazze’de masum halkı katletmek için kullandığı silahların karbon salınımı da kısıtlanabilir.
Bu faaliyetlere yönelik herhangi bir kısıtlama getirilmezken, hedef olarak genellikle hayvanlar, insanlar ve diğer canlılar gösterilmektedir. Gerçek çözüm bu tür devasa tüketim oranlarına sahip teknolojik sistemlerin ve liderlerin sorumluluk almasını sağlamak, soykırımları durdurmaktan geçer.
Sonuç Yerine
Görünenin ardındaki perdeyi kaldırdığımızda karşımıza sadece sokaklarda gezinen kostümlü figürler ya da sosyal medya çağrılarının çok ötesinde bir tablo çıkıyor. Pikaçu gibi masum sanılan simgeler, kitle psikolojisini yönlendirmek için kullanılan dikkat dağıtıcı unsurlar hâline gelmiş durumda. Gençliği, tüketiciyi, hatta siyasi tercihleri yönlendirmek için çizgi karakterlerden bile faydalanan bu küresel mekanizma/küresel akıl, eş zamanlı olarak ekonomik dengeleri altüst eden küresel ticaret savaşlarına zemin hazırlıyor. Tüm bu yaşanan süreç zihinlerin ve piyasanın eşzamanlı olarak kontrol altına alındığı çok katmanlı bir sürecin habercisi.
Bu sürecin Türkiye’deki ayağı ise sözde çevre ve iklim gibi masum kavramların arkasına gizlenmiş ekonomik ve dijital tahakküm projeleriyle şekilleniyor. İklim Kanunu gibi dizaynlar bireyin yaşam tarzına müdahaleden milli sanayinin köreltilmesine kadar geniş bir etki alanı taşıyor. Üstelik bu sadece bir başlangıç. Nakitsiz toplum, sosyal kredi sistemi ve bireysel dijital denetim (karbon ayak izi) gibi uygulamalar, küresel güçlerin inşa etmeye çalıştığı yeni dünya düzeninin temellerini oluşturuyor. Türk siyaseti bu düzeni iyi okumalı ve asıl meselenin çevre değil, milli egemenlik olduğunu fark etmelidir.