Trump’ın Gazzelileri sürgün planını değerlendirmeye devam ediyoruz.

Bu yazımızda “ya sürgün ya ölüm” manasına gelen bu planın nasıl önlenebileceğini gündem edeceğiz.

I- Gazze’de Süreç Bundan Sonra Nasıl Gelişir?

Gazze’de on altı - on yedi aydır katliam var. Gazze halkı bu kadar süredir bombaların altında yaşıyor. Hesabı tutulabilen atmış binin üzerinde şehit var. Enkaz altında kalanların sayısını ise tarih hiçbir zaman tespit edemeyecek. Emniyetli hiçbir bölge yok. Açlık, susuzluk ve hastalık kol geziyor. Ve işin tuhaf tarafı, bunların hepsi canlı yayınlarla bütün dünyanın gözü önünde yaşanıyor. Bundan ötesi olamaz denilen her şeyi gölgede bırakacak yeni bir vahşet, kısa bir süre içinde gerçekleşebiliyor.

Şimdilik son nokta, önceki iki yazımızın da konusu olan, Trump’ın 2 milyon nüfuslu bir millet için yaptığı “ya sürgün ya ölüm” açıklaması oldu. “Orada yapacağımız işler var” diyor Trump, sanki Gazze ona babasından miras kalmış ya da parasını bastırıp da almış gibi.

Acaba bundan sonra süreç nasıl seyredecek?

Trump’ın bu iğrenç ve menfur açıklamasını destekleyen hiçbir ülke yok. İsrail ve ABD’deki bazı Siyonistler hariç.

Belli ki Trump Gazze’yi sahipsiz görüyor. Cesaretini Gazze’nin arkasında ciddi bir gücün olmayışından alıyor. Dünyanın tepkisini hiçe sayarak, dahası bütün dünyayı karşısına alarak, emperyalist emellerini tatmin etmek istiyor. Gazze topraklarına karşı iştahı kabardıkça kabarıyor.

Unutmayalım: Trump Gazze’yi İsrail’e teslim etmek için alacak. “Bu konuyu İsrail’le konuşacağız.” diyor. Ve yine Trump Gazze’ye, İsrail’i büyütmek, arz-ı mev’ud hedefine ulaşmasına yardımcı olmak için geliyor. Aldığı bunca tepkiye rağmen geri adım atmak manasında yorumlanabilecek en küçük bir söz söylemedi. Yani Netanyahu tam kafasına göre bir adam bulmuş durumda. “Süper güç” kabul edilen bir devletin bütün imkânları, insanlık değerlerini yok etmek için seferber ediliyor.

Ve Gazze sahipsiz, korumasız.

Bunca güçlü devlet, kurum ve kuruluş; insan hakları, özgürlük ve demokrasi savunucuları, güya dünya barışını temin etmekle görevli BM ve yan kuruluşları, hepsi sanki kepenkleri kapatıp gitmiş gibi. Koca dünya adeta iki diktatöre terk edilmiş durumda.

Eğer bu facia önlenmezse, insanlığın bundan sonra haktan, hukuktan bahsetmeye yüzü olamaz. Dağ kanunu, orman kanunu, terör kanunu, eşkıya kanunu dört bir tarafı sarmış demektir.

Belki de tarih boyunca insanlık hiç bu kadar haktan, adaletten, insanî ve ahlakî değerlerden uzaklaşmamıştı. Kısaca dünya Gazze bağlamında kopkoyu bir karanlığa doğru sürüklenmektedir.

II- İslam Dünyasının ve Türkiye’nin Üstlenmesi Gereken Tarihî Görev

Yeryüzüne her geçen gün biraz daha hâkim olan Siyonist İsrail ve müttefiklerini İslam dünyası dışında durduracak bir güç, bir irade gözükmemektedir. Hak ve adalet adına bir çözüm çıkacaksa, bu mutlaka Türkiye’nin de içinde olduğu İslam dünyasından çıkacaktır.

Bunun için “caydırıcılık” başta olmak üzere, ekonomik, siyasi, sonra da askerî metodları devreye sokmak şarttır. Mesela İslam dünyası zengin doğal kaynaklarını, doğalgazını, petrolünü silah gibi kullanabilir. Batı ülkeleriyle yapılan anlaşmalar veya dostane ilişkiler gerekli görülürse devre dışı bırakılabilir.

Elinde farklı kıtalarda devasa bir coğrafya bulunan Müslümanlar, bu imkân ve fırsatları değerlendirmenin birçok yolunu bulabilirler. Bu durumda İslam ülkelerini sömürmekle semirmiş batılı ülkeler dize gelmek zorunda kalacaklardır.

İslam ülkelerini saran bu büyük ateşi bir şey yokmuş gibi basite almak veya bu manzara karşısında korkup sinmek, hiçbir zaman çözüm olmadığı gibi, akıl işi de değildir. Ahmaklığın ve zilletin ta kendisidir. Sonu hezimetle sonuçlanacak bir aldanıştır.

Gazze’nin masum ama kahraman evlatlarını sürgün veya ölümden birini tercih etmeye mecbur bırakanlara karşı delikanlıca bir ses çıkarmak artık kaçınılmazdır. Çünkü Gazze’nin maruz kaldığı bu son durum, öncekilerle mukayese edilemeyecek kadar vahimdir.

Trump’ın Gazze için düşündüğü sürgün ve katliam planı, Gazzelilerin şahsında bütün Müslümanlara ve İslam’a yapılmış bir hakarettir. Asla sineye çekilemez.

Ben Müslümanım diyen hiç kimse, taklidî imana da sahip olsa, enkaz altında kalan şehitlerin nurlu naaşları üzerinde ABD ve İsrail villalarının dizilmesine müsaade edemez, etmemelidir. Ve inşallah etmeyecektir.

Bunun için Müslümanlar Cenâb-ı Hakk’ın emrine uyarak bir araya gelmeli, Allah’ın ipi olan Kuran’a sarılmalıdır. Hedef topyekûn İslam ve Müslümanlar olduğu için, artık birlik beraberlik de her zamankinden daha zaruri bir hal almıştır.

Bir buçuk, iki asırdan beri uyuyan bir toplumun uyanma vakti çoktan gelmiş ve geçmektedir.

Bu süreçte Türkiye dün olduğu gibi bugün de İslam dünyasının başı, ağabeyi olmaya mecburdur; içinde bulunduğumuz şartlar bunu gerektirmektedir. Kaderin hesabı da böyle gibi gözükmektedir. Bu, İslam dünyasında da ortak bir kanaattir. 

O halde iki milyarlık İslam dünyası, tarihî tecrübe, kimlik ve şahsiyet planında dünyaya kendini ispat etmiş, Osmanlı’dan sonra da hususiyle savunma alanında dünyada önde gelen devletlerle boy ölçüşecek duruma ulaşmış Türkiye etrafında kenetlenmesini bilmelidir.

Türkiye de İslam dünyasını siyasi, ekonomik ve askeri olarak bir araya getirmeli; ortaya bir güç koymalıdır. Nitekim bu sürgünün gündeme gelmesinden sonra gerek Cumhurbaşkanı gerekse Dışişleri Bakanı, verdikleri demeçlerde bu menfur planın dost ülkelerin ittifakıyla önleneceği yönünde net ifadeler kullanmışlardır.

Şuna inanıyoruz ki, İslam dünyası bir araya gelip “Biz iki milyon Gazzeli kardeşimizin katline razı değiliz ve müsaade etmiyoruz” diyebilse, bu sürgün ve katliam planları asla tahakkuk edemeyecektir.

1- Gazze’de Yaşananlar, Hak Batıl Mücadelesidir

Gazze’de yaşanan bu soykırım, aslında hak - batıl savaşının en müşahhas halidir.

Hak - batıl mücadelesi esasen tarih boyunca devam etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) gelişinden sonra da, Müslümanlarla müşrikler ve ehl-i kitabın (Yahudi ve Hıristiyanların) çatışması şeklinde cereyan etmiştir.

“Küfür tek bir millettir” prensibince, bütün küfür unsurları İslam söz konusu olduğunda bir araya gelebilir ve İslam’ın yok edilmesi için bütün gücünü ortaya koyabilir. İşte günümüzde yaşanan tam da bu zihniyettir. ABD’siyle, AB ülkeleriyle, İsrail öncülüğünde, İslam’a karşı adı konmamış, fakat fiilen şartları her yönüyle ortada olan bir savaş cereyan etmektedir.

Bu savaşta asıl hedef, tarih boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapan ve asırlarca bütün İslam dünyasının birliğini temin eden, dünyadaki en büyük İslam devleti Osmanlı’nın torunları olan Müslüman Türk milletidir. Yani Türkiye’dir.

Bu münasebetle bizde bazı siyasilerin “Türkiye’nin savunmasının Gazze’den başladığını” ifade etmesi son derece isabetlidir.

Zira İsrail’in arz-ı mev’ud hedefi bilinmektedir ve arz-ı mev’ud sınırları içinde Türkiye’nin güneydoğudan üçte bir toprağı vardır.

Türkiye İslam dünyasının bugün bile başı konumundadır. Türkiye’nin hedef alınması, İslam dünyasını başsız bırakmak içindir. Bu tespit çok önemlidir. Zira daha şimdiden Suriye’yi bölüp topraklarını işgale başlayan İsrail, ilerleyen zamanlarda Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK ve PYD ile işbirliği yapması halinde, fiili olarak Türkiye’yle karşı karşıya gelecektir. Ve bunun alametleri ortaya çıkmıştır.

Bu sebeple Türkiye’nin güvenliği açısından gerek Suriye’de gerekse Irak’ta, PKK, PYD vs. her ne ad altında olursa olsun, hiçbir terör örgütünün varlığına müsaade edilmemelidir. Son günlerde İmralı’dan yapılan silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı, terör örgütlerinin tamamını kapsamalıdır. Bu sürecin ne getireceği yaşayarak görülecektir. Ama süreç içerisinde hiçbir hile ve oyuna müsaade edilmemelidir. Çünkü bu terör örgütün bütün uzantıları İsrail’i bizim sınırlarımıza taşıyan taşeron örgütlerdir.

O halde İslam dünyası ve hususiyle Türkiye, Gazze’ye ve onun şahsında İslam dünyasına yapılan katliam ve imha planları karşısında asla sinmemeli; kendisine savaş açanlara karşı bir şey yokmuş gibi davranmamalıdır. Böyle bir yaklaşım, Türkiye’nin güvenliğini, egemenliğini, toprak bütünlüğünü tehlikeye atmak ve ülkeyi işgale hazır hale getirmek olur. Ancak atılan adımların iyi hesap edilmesi, bütün yönleriyle incelenip bölgenin şartlarına uygun ve dünya kamuoyuna haklılık mesajı verecek bir tarzda ortaya konması şarttır.

2- Türkiye ve İslam Dünyası Bu Yıkımı Durdurabilecek, Bu Ateşi Söndürebilecek Güçtedir

İsrail mutlaka durdurulmalıdır. Ama gelinen son noktada bunun hukuk zemininde, hele hele uluslararası hukukun imkânları çerçevesinde gerçekleşmesi mümkün gözükmemektedir. Bunu, Gazze olaylarının BM’ye taşınmasından sonra çıkan sonuçlardan anlamak mümkündür.

O halde İsrail’i durdurmak, ancak caydırıcı bir güç ortaya koymakla ve gerekirse “anlayacağı dilden konuşmanın” işaretini vermekle mümkündür. Bu sebeple de Türkiye ve İslam dünyası artık elini taşın altına koymaya, bu meyanda varlık ve şahsiyetini korumak adına biraz rahatını bozmaya mecburdur.

Gazzeliler için devreye konan ya sürgün ya ölüm planının devre dışı bırakılabilmesi için âcizane tavsiyelerimiz şunlardır:

Gazze’de sonun başlangıcına gelinmiştir. Bugüne kadar yapılan insanî yardımlar, uluslararası hukuku devreye koyma gayretleri, dünya insanlığının vicdanlarını harekete geçirme ümitleri vs. olumlu hareketler olmakla birlikte, ne yazık ki kalıcı bir çare üretememiştir.

Gelinen bu safha artık öncesinden farklıdır; bunu iyi anlamak gerekir. Şimdi hedef Gazze’yi Gazzelilerden arındırmaktır. Ya sürgünle ya da toplu olarak imha ederek…

Tedbir olarak tavsiyemiz iki safhalıdır.

Önce, başını Türkiye’nin çektiği İslam ülkeleri bir araya gelip ekonomik, askerî ve siyasi güçlerini birleştirmek suretiyle caydırıcılık ortaya koymalıdır.

Eğer ortaya konan birlik ve dayanışma, caydırıcılık için kâfi gelmiyorsa, bu defa zalimlerin anladığı dilden konuşmanın zamanı gelmiş demektir. Akıllıca bir plan ve programla tarihin benzerini görmediği bu zulüm durdurulabilir.

Türkiye bu süreçte önce milletiyle bütünleşerek, tehlikeyi bütün boyutlarıyla halkına anlatarak kendi içindeki birlik beraberliği temin etmelidir. Sonra da -her ne kadar İslam dünyası dağınık ve bir kısmı vurdumduymaz olsa da- bu faciadan zarar görmesi muhtemel, yani yakın bir tehlikeyle karşı karşıya olan İslam ülkeleriyle; mesela Mısır’la, küçük olmasına rağmen büyük hizmetler gören Katar’la, güvenliğine katkıda bulunduğumuz Azerbaycan ve Libya’yla, savunma ve işbirliği anlaşmaları yapmak suretiyle, siyasi, askerî, ekonomik bir ittifak geliştirilmelidir. Böyle bir “ilk adım”, bundan sonra gelecek İslam birliğinin çekirdeğini oluşturabilir.

Şu anda dünyada bu yapılanmayı engelleyecek bir güç yoktur. Ve böyle bir yapılanmanın, misyonunu çoktan kaybeden BM’nin yerini dolduracağı da unutulmamalıdır.

Şayet bu adım atılırsa, Uzakdoğu’daki İslam ülkeleri Malezya, Endonezya ve Pakistan, hatta küffara ve zalimlere karşı yıllarca dimdik durarak yakın geçmişte rüştünü ispat eden Afganistan, hem siyasi hem ekonomik hem de askerî manada Türkiye’nin başını çektiği bu birliğe destek verebilir. Böyle bir oluşum karşısında İsrail’in hayalleri Trump’ın desteğine rağmen suya düşmüş olur. yani İsrail hem durdurulmuş hem de dersini almış olur. 

Bu mesut neticenin ortaya çıkabilmesi için Türkiye batının, ABD’nin peşinden giden bir uydu olmadığını, kendi başına karar alabilen, tarihi misyonuna paralel bir duruş ortaya koyabilen bir ülke olduğunu göstermeli; bu yönde bir söylem ve eylem planı geliştirmelidir. Türkiye etrafındaki ülkelere bu güveni verebilirse, Türkiye’yle beraber hareket eden bütün İslam dünyası, yeryüzüne insanlık, hak ve adalet eksenli yeni bir yön çizebilir.

3- Türkiye - Suriye İşbirliği Gazze Katliamının Durdurulmasında Çok Etkin Olacaktır

Siyonist İsrail’in saldırganlığının durdurulması için anahtar konumdaki ülke Suriye’dir. Suriye’nin bu görevi yapabilmesi için de toprak bütünlüğünü koruması, zalim Esed’in ardından süratle güçlü bir devlete, güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir orduya kavuşması şarttır. Elbette bu süreçte Türkiye de aktif olarak devrede olmalıdır.

İsrail’in, Türkiye’nin Suriye’yi desteklemesinin kendileri için bir tehdit olduğunu tespit etmesi ve bundan endişe etmesi boşuna değildir. Evet, İsrail’i durduracak birliğin merkezinde Türkiye - Suriye dayanışması vardır.

Türkiye’nin baştan beri Suriye’ye verdiği insani, siyasi ve askeri destek, Suriye’nin başındaki zalim ve gaddar idareyi def etmek gibi hayırlı bir sonuç vermiştir. Ve Suriye’deki yeni yönetim, komşularıyla gayet ağırbaşlı ilişkiler geliştirmekte, uluslararası dengelere uygun hareket etmekte; taşıdığı potansiyelle başta İsrail ve AB olmak üzere dünyaya ciddi mesajlar göndermektedir. Kısacası dosta güven vermekte, düşmana korku salmaktadır. Şayet Suriye kendine gelir, kaynaklarını harekete geçirir, ekonomik ve askerî dengesini oturtabilirse; İsrail’in arz-ı mev’ud hedefi sert bir kayaya çarpmış olacaktır. İsrail’in en çok korktuğu hususlardan biri de Türkiye’yle birlikte hareket eden Suriye’deki bu potansiyeldir. Nitekim son günlerde İsrail’in Türkiye’yle çatışma riskini çok ciddiye aldığı bilinmekte ve bu raporlarla da yansıtılmaktadır.

İsrail’in İsrael Hayom Gazetesinde Ocak ayı başlarında yayınlanan bir makaleye göre, Suriye’deki son gelişmeler ve özellikle Türkiye’nin Suriye’de etkili bir güç haline gelmesi, İsrail’i yöneten kadroların uykusuz geceler geçirmesine sebep olmaktadır. İsrailli yetkililer, “Türkiye’nin Suriye’deki hamlelerinin iki ülke arasında ciddi bir sürtüşme yaratma potansiyeli taşıdığı” görüşündedirler. Jerusalem Post’ta yayımlanan bir habere göre ise, Netanyahu’nun talimatıyla kurulan Nagel Komitesi, Tel Aviv yönetiminin “Türkiye ile olası bir savaşa” hazırlıklı olması gerektiğini belirten bir rapor sunmuştur.[1]

Evet, İsrail, Türkiye’nin Suriye ordusunu süratle eğitip silahlandıracağından ciddi endişe duymaktadır. Endişesi çok da yerindedir. Çünkü Türkiye güçlü bir Suriye ordusuyla İsrail’i durdurmak için önemli bir set oluşturabilir. Bu, bugünlerde İsrail’in korkulu rüyasıdır. Türkiye böyle bir organizeyi yapma; İsrail ve destekçilerine karşı ciddi bir güç ortaya koyma kapasitesine sahiptir. Bu gücü gören Rus Dışişleri Bakanının “Netanyahu Büyük Yeni Osmanlı’nın ateşini yaktı.” sözünü geçen yazımızda da zikretmiştik.

4- Gazzeliler Bu İşe Ne Diyor?

Yazımızın bu noktasında Gazzelilerin halet-i ruhiyesine de birkaç cümleyle dikkat çekelim:

Gazzeliler meydan okuyor. Diyorlar ki: “16 aydan beri ateş altında aç susuz bıraktığınız halde bizi mağlup edemediniz. Biz buradayız, topraklarımızı terk etmeyeceğiz. İki milyon insana buradan gidin diyemezsiniz. Bu topraklar satılık değildir. Gazze’yi yeniden yine biz imar edeceğiz.”

Burada şunu da ifade edelim ki Gazze sürgününe yalnız Gazzeliler değil, Aksa Mücahidleri ve el-Fetih gibi diğer Filistinli grup ve teşkilatlar da -fiilî olarak savaşın içinde olmasalar bile- şiddetle karşı çıkmaktadırlar.

Gazzeliler İslam ülkelerine de çağrıda bulunuyorlar ama ne yazık ki kayda değer bir cevap alamıyorlar.

Sonuç

İsrail ve müttefiki Trump’ın, karşılarında soylu ve kararlı İslami bir güç görmeleri halinde, geri adım atmaktan başka yapacağı bir şey yoktur. Çiviyi çivi söker. Kaba kuvvetten başka ölçüsü olmayanlara, anladığı dilden konuşmak gerekir.

Kuran-ı Kerim’de “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları (savaş araç ve gereçleri) hazırlayın.” (Enfal: 60) buyrulmaktadır.

Türkiye, gücünün ve üstündeki sorumluluğun farkına varırsa, İslam dünyasının onur ve şerefi ve topyekûn insanlık değerleri Türkiye önderliğinde korunmuş olacaktır.

Bu vesileyle Mescid-i Aksâ hürriyetine kavuşacak, tevhidin merkezi olarak kalmaya devam edecek, Mescid-i Aksâ’yı şirke bulaştırmak isteyen dinlerarası diyalog divanelerinin peşinde koştukları zillet ve meskenet tahakkuk etmeyecektir.

Yeni bir döneme, İslam’ın şiarı olan hak ve adaletin dünyaya yeniden hâkim olacağı bir sürece girilecektir.

İslam dünyası için “Ya ol ya öl” tercihinde birincisi gerçekleşecek, yani yeni bir diriliş başlayacaktır. Böyle bir dirilişe öncülük etmek Türkiye için ilahi bir lütuftur.

Bu tespitlerin hepsi de ayağı yere basan, hak ve hukukta mesnedi bulunan, dünya kamuoyunda takdir ve tasdik görecek hususlardır. Hiçbiri hayal ve vehim değildir. Bütün mesele Türkiye’nin ve İslam dünyasının tarihî sorumluluğuna muttali olması ve günün şartlarındaki görevlerine sahip çıkmasıdır.

Cenâb-ı Hak İslam dünyasının yeniden dirilip ayağa kalkmasını, küfür ve şirk güçlerinin, zalimlerin Gazze başta olmak üzere İslam topraklarını terk etmek zoruna kalmasını tez zamanda nasip eylesin. Şunu unutmayalım, zafer Allah’tandır. Allah’tan başka galip yoktur.  Bize zaferi vadeden de bizzat Allahü Teâlâ’dır:

“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmran: 139)


[1] https://www.sde.org.tr/haber/turkiye-ile-savas-ihtimali-israil-in-gundeminden-dusmuyor-haberi-56714