Geçen hafta başladığımız Gazze’deki son durumla ilgili değerlendirmelerimizde, sıra ABD Başkanı Trump’ın Gazzelileri sürgüne göndermek ve Gazze topraklarını teslim alarak turizm bölgesi yapmakla ilgili akıl, mantık, vicdan, insaf ve insanlık dışı konuşmasına gelmişti. Bu yazıda bu konuşmayı tahlil edeceğiz. 

ABD Başkanı seçimden önce, daha doğrusu “seçilene kadar” bütün savaşları durduracağını, dünya barışını tesis edeceğini vadetmesine rağmen; seçilir seçilmez barıştan (tabiatıyla da “sözünün eri” olmaktan) ne kadar uzak olduğunu; dünyada “barış” değil, “Yahudi hâkimiyeti” tesis etmek için çalıştığını ve çalışacağını göstermiştir.  

Hemen örnek verelim: 

İmzaladığı ilk iki kararnameden biri İsrail’e 1800 adet mega bomba gönderilmesine; diğeri de İsrail’in zaafa uğrayan ve zaman zaman devre dışı kalmaya başlayan “demir kubbe”sinin füzelerle güçlendirilmesine yöneliktir. 

En az bunlar kadar önemli bir başka icraatı da, yeni kabinenin dış işleri ve savunma bakanları başta olmak üzere birçok üyesinin Yahudi kökenli Şahinler grubundan seçilmiş olmasıdır.  

Keza Trump başkanlığının ilk günlerinde, 4 Şubat 2025’te İsrail Başbakanı Netanyahu’yu ABD’ye davet etmiş ve onu onur muhafızları ve kırmızı halılarla karşılamıştır.  

Barış yanlısı vaadleri sebebiyle oylarını aldığı insanlar, gelir gelmez takındığı bu İsrail yanlısı tutum ve Netanyahu için hazırlanan karşılama töreni sebebiyle kendini protesto etmeye kalkınca; “göstericileri sınır dışı edeceği” tehdidini savurmaktan bile çekinmemiştir.  

Netanyahu’nun ABD’de bulunduğu zaman zarfına dair paylaşılan birkaç saniyelik bir video kesiti, ABD - İsrail ittifakının boyutlarına dair önemli yorumlara sebebiyet vermiştir. 

Trump’ın, Netanyahu’nun oturacağı koltuğun arkasında durduğu ve koltuğu onun oturacağı şekilde ayarladığı böyle bir videonun paylaşılmış olması haberciler tarafından şöyle yorumlandı: 

“ABD kayıtsız şartsız İsrail’in arkasındadır. Netanyahu Trump’a güvenmektedir.” 

Hatta şöyle de denebilir: 

“ABD, İsrail’in hizmetindedir. İsrail’e hizmet, ABD’nin varlık sebebidir.” 

Evet, gerçekten de bu sahneyi böyle okumanın önünde bir engel yoktur.  

Trump, seçim öncesi ısrarla Gazze savaşını bitirmekten bahsediyordu. 

Seçildikten sonra anlaşıldı ki onun bundan maksadı ölümle korkutup sıtmaya razı etmek misali, Gazzelileri vatanlarından sürmek imiş! 

Bu sürgünü kabul etmezlerse başlarına ne geleceğini ise, Trump’ın ilk icraatlarından biri olarak İsrail’e bağışladığı mega bombalardan anlamak mümkündür. Yani Gazzeliler sürgünü kabul etmezlerse, hepsi birden imha edilecektir. 

Bu kadar çirkin, bu kadar sefil bir hesap peşinde olduğu halde, Gazzelilere hamiyetperver gözle bakıyormuş gibi bir tavır takınması ise gerçekten sözün bittiği yerdir.  

Neymiş?  

Gazze insanların yaşayabileceği bir yer değilmiş. Gazzelilerin geri dönmek istemelerinin tek nedeni alternatiflerinin olmamasıymış. 

Eğer bir alternatifleri olsaymış, Gazze'ye geri dönmeyi düşünmezlermiş. 

Bu sebeple başka yerlerde “güneş ışığı alan, güzel açık alanlarda” onlar için “güzel binalar” inşa etmek gerekiyormuş. Bu yapıldığında hiçbiri Gazze’ye geri dönmek istemeyecekmiş… 

Anlaşılacağı gibi bu alaylı ifadeler sadece Gazzelilerle değil, bütün dünyayla dalga geçmektir. 

Kuzu postuna bürünen kurt misali bunları söyleyen Trump, Gazzeliler gittikten sonra olacakları ise şöyle anlatıyor: 

"ABD, Gazze Şeridi'ni devralacak ve orada bir iş yapacağız. Oraya sahip olacağız ve sahadaki tüm tehlikeli patlamamış bombaların ve diğer silahların sökülmesinden, yıkılmış binalardan kurtulmaktan sorumlu olacağız… Bu barışı sağlayacağız ve orayı kalkındıracağız. Binlerce istihdam yaratacak ve tüm Orta Doğu’nun gurur duyacağı bir şey olacak…” 

Şimdi şu pişkinliğe ne demeli? 

Devamında gerekirse ABD askerlerini buraya yerleştirmekten, Gazze topraklarında güzel villalar yapmaktan, bu toprakları nasıl değerlendirebileceklerine dair İsrail’le yapacakları görüşmelerden dem vuruyor. 

Gazze sanki babasının malıymış; babasından miras kalmış gibi konuşuyor! 

Bu kadarına gerçekten pes doğrusu! 

Trump -gayet tabii olarak- şunu hiç anlamamış: 

“Vatan” denen bir değer vardır. Ve vatan Müslümanlar için mukaddestir. Çünkü İslam’da “vatan sevgisi imandandır.”  

Hele Filistin toprakları, Mescid-i Aksâ ve çevresi, Kuran ayetleriyle sabit olarak “mübarek”tir.  

Bir Müslüman, mukaddes değerleri ve inancı uğruna seve seve canını feda eder. Hiçbir Gazzeli Trump’ın tam bir Deccal misyonuyla vadettiği yalancı cennete iltifat etmez.  

Turmp’un bunu anlayamamasının sebebi ABD’ye hâkim olan pragmatist felsefedir. Amerikan nesilleri uzun yıllardır çıkarcılığı esas alan bu felsefeye göre yetiştirilmekte, her şeyin bir bedelinin olduğuna, bedeli ödendiğinde satın alınamayacak hiçbir şey olmadığına inandırılmaktadır. Buna bağlı olarak da ABD menfaatleri her şeyin, bilhassa bütün insani değerlerin üstünde tutulmaktadır.  

Trump ve temsil ettiği zihniyet elbette bir gün kafayı sert bir duvara çarpacaktır ve o günün bir hayli de yaklaştığı anlaşılmaktadır.   

Başkanlık koltuğuna oturur oturmaz izhar ettiği bütün dünyayı sömürmeye yönelik şu politik yönelimlerine bir bakalım: 

Grönland adasını almak istemesi, 

Panama kanalına sahip olmak istemesi, 

Kanada’yı ABD’nin bir vilayeti yapmak istemesi, 

Kanada ve Meksika ile vergi sorunu, 

AB’ye gümrük vergisi koyması ve durumu gerginleştirmesi,  

Çin’i zayıf düşürmek üzere almayı düşündüğü tedbirler, 

Rusya – Ukrayna arasındaki barışı Ukrayna’nın yer altı zenginliklerine sahip olmak karşılığında sağlamaya çalışacağını vadetmesi  

Ve konumuz olan Gazze’ye el koyma niyeti…  

Biz bu yazıyı hazırlarken Trump’tan son bir açıklama daha geldi; aynen şöyle dedi: 

“Gazze’yi satın almaya ve sahiplenmeye kararlıyım!” 

Sanki onu satılığa çıkaran varmış gibi! 

Geliştirmeye çalıştığı bu politikalar açgözlülüğün, gaspın, hiçbir hak hukuk tanımadan orman kanunlarıyla hareket etmenin en aleni şeklidir.  

Ama çok tuhaftır ki ABD menfaatlerini bu kadar inceden inceye düşünen bir kafa, konu İsrail olunca tamamen tersine işlemekte ve ABD’nin bütün imkan ve fırsatları Siyonist ideolojiye sahip İsrail’e, arz-ı mev’ud hedefi doğrultusunda cömertçe takdim edilmektedir. 

İşte bizim Trump’ın Yahudi davası ve ideolojisi için çalıştığını söylememizin sebebi budur.  

Hatta alınan son haberlere göre Trump, soykırım yapan İsrail’e karşı çıkmak bir yana dursun; Netenyahu’nun soykırımcı olduğuna hükmeden uluslararası mahkemeyi tehdit etmiş ve mahkemeye yaptırım uygulamak için hazırlanan bir kararnameyi imzalamış…  

Burada kalem gerçekten aciz; kelimeler de kifayetsiz kalıyor… 

Hadiseye, Trump’ın Gazzelileri sürgün etmek istediği Ürdün ve Mısır açısından da bakalım: 

Bu ülkeler elbette bu fikre hiç sıcak bakmıyor. Ama Trump, bir eşkıya havasıyla onları da tehdit ediyor. Ürdün’ü ekonomik olarak mahvetmekle tehdit ediyor; Mısır’a karşı da taahhüt ettiği 1,5 milyar dolar civarındaki yardımı bir silah gibi kullanıyor.  

1 milyon 800 bin civarı insanı tehditle razı edeceğini düşündüğü Ürdün ve Mısır’da “güneş alan güzel evlere” yerleştirdikten sonra, dönüp fedakârâne bir tavırla geride kalan enkazı kaldırmaya koyulacak… Çok işi var Trump’ın çok! E tabi “dünyanın jandarması” olmak kolay bir şey değil… 

Bir arkadaşımızın sosyal medya hesabında yaptığı yorum, ABD ve Trump’taki bu zihniyeti tanımlamakta imdadıma yetişti; şöyle diyor: 

“Emlak mafyası gibi olmaz bu işler! Haydutlukla hiç olmaz! Avrupa’nın kanun kaçakları! Amerika’nın işgalcileri! Kızılderili soykırımcıları! Köle tüccarları! Denizlerin korsanları! İblis’in yol arkadaşları! Küresel faiz lobisi! Kandan beslenen sömürgeci efendiler!”  

Evet, bu tespitlere katılmamak mümkün değildir.  

Bu durum, dünyaya hakim olmaya çalışan bir gücün, nasıl bir tehlike taşıyıp nasıl dehşet saçtığını gösteriyor. İster istemez insanın aklına Roma’yı yaktırıp şarkı söyleyerek yangını izleyen Neron geliyor.  

Netanyahu tam kafasına göre bir yol arkadaşı bulunca iyice gaza geldi, 2 Şubatta şu açıklamayı yaptı: 

“Trump ile yakın çalışıp Ortadoğu haritasını yeniden çizeceğiz.” 

Burada sözü edilen proje elbette ki BOP / Büyük Ortadoğu Projesidir. Yıllardır yazıp söylediğimiz gibi BOP, arz-ı mev’udu gerçekleştirmek üzere hazırlanmış bir İsrail projesidir.  

İşte şimdi taşların nasıl yerli yerine oturduğunu ibretle görüyoruz. 

Trump’ın Gazze konusundaki skandal açıklamaları bütün dünyada büyük tepkiyle karşılandı.  

ABD dışında buna makul bakan hiçbir ülke olmadığı gibi, ABD içinde de kongre üyeleri de dâhil olmak üzere pek çok kişi Trump’a şiddetle karşı çıkıyor.  

Çin ve Rusya’ya varıncaya kadar birçok ülke de tepkisini gösterdi. 

Tam da bu noktada Trump’a “mesela” diyerek biz de bir teklifte bulunalım: 

Mesela:  

Çin, Rusya veya başka herhangi bir devlet kalkıp kendisine şöyle dese: 

“Sayın Trump! Malum, sizin Los Angeles büyük bir yangın sonucu mahvoldu. Şöyle düşünüyoruz: Burayı biz devralıp Büyük Okyanus sahilinde bir turizm şehri kuracağız. Sizin topraklarınız zaten geniş. Siz evi yanan vatandaşlarınızı başka bir şehirde yerleştirirsiniz. Bunu yaparken maddi bir desteğe ihtiyacınız olursa sorun değil, bir arkanızdayız. Siz yeter ki şu bizim Los Angeles’i derhal boşaltın!” 

Evet, böyle bir teklif (veya tehdit) alsa acaba Trump’ın tavrı ne olurdu? Bunu makul karşılar mıydı? 

Hayır, elbette makul karşılamaz, belki hemen o anda bu teklifi getiren ülkeye savaş ilan ederdi.   

Ama konu “sahipsiz sandığı” Gazze olunca kendisi aynı şeyleri bir sohbet havasında konuşabiliyor…  

Ey Trump!  

Sen Gazzelileri ne sanıyorsun?  

Sen onların nasıl izzet ve şeref sahibi insanlar olduğunu hala anlamadın mı? 

Peki ya sen Gazze’yi ne sanıyorsun?  

Sıradan bir toprak parçası, Akdeniz sahilinde bir sayfiye yeri mi sanıyorsun?  

Sen “vatan”ın ne olduğunu bilir misin?  

Allah ve vatan için canını feda eden insanların ulaştığı şehitlik rütbesinden haberin var mıdır?  

Ve sen ey Trump! Ateşle oynadığının farkında mısın?  

Bugünkü hale bakıp nasıl olsa Gazze Filistin sahipsiz diye düşünme! 

İslam ülkelerinin durumu sana cesaret veriyor olsa da Gazze’yi ve Filistin’i asıl himaye edecek olan Allah’tır. 

Ve bu bölgenin insanları yakın bir gelecekte dünyaya İslam’ın hak ve adaletini dağıtacaklar.  

Bugün maruz kaldıkları bu vahim şartlarda, pek yakında yapacakları ve hatta bir taraftan da yapmaya başladıkları bu büyük hizmetin gerektirdiği temel vasıflarını kazanmak üzere bir imtihan geçiriyorlar.  

Ölenlerin bir kayıp olduğunu, yok olup gittiklerini zannediyorsan çok yanılıyorsun.  

Onlar Rabbü’l Âlemîn’in huzurunda diridirler, rızıklandırılmaktadırlar ve saadet içindedirler. Sizin askerleriniz gibi batıl ve boş davalar uğruna ölenlerin ebedî felaket içinde kalacaklarını sana ve senin gibilere ölümden önce anlatmak zordur.  

Gazzeli şehitlerin yaptığı cihad bereketiyle İslam toprakları tekrar İslam’ın hâkim olduğu mekânlar haline gelecek; insanlığın muhtaç olduğu hak ve adalet ilkeleri ve bütün insani değerler dünyaya buradan yayılacaktır. 

Şunu da bil: 

Vietnam’dan, Afganistan’dan, Irak’tan kovulduğunuz gibi Gazze’den de kovulacaksınız! 

Afganistan’da olduğu gibi bir an evvel kaçmanın çarelerini arayacaksınız.  

Coğrafyamızda aslan rolünde çok dolaştınız; çakal gibi kaçacaksınız. Biraz diklenecek olursanız bu defa fare gibi kaçacaksınız. Ama ille de kaçacaksınız. 

Eninde sonunda bu böyle olacak. Hayal değil. Tarihi bilen, doğru yorumlayan ve ondan ders alan herkes bilir ve şahitlik eder ki bu böyle olacak. 

Asla başaramayacaksınız. Belki başardığınızı sanacaksınız ama kalıcı olamayacaksınız. Rezil rüsva olacaksınız.  

Hizmetine girdiğiniz İsrail, İsrâ Suresi 8. Ayette “Siz eski durumunuza dönerseniz biz de cezaya döneriz” diye haber verilen üçüncü büyük felaketini yaşayacak. Arz-ı mev’ud hayali kurarken üstünde çadır kurabileceği bir toprağa bile muhtaç kalacak. Tabi ki hayatta kalabilirlerse… 

Sözlerimi, sana Rabbimin sözleriyle seslenerek noktalıyorum:  

“Onlar sadece, kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu) günlerin benzerini mi bekliyorlar? De ki: Bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” (Yunus: 102)