Hak kavramının Kuran-ı Kerim’de nasıl işlendiğini tetkik etmeye devam ediyoruz:
1- İnanmayanlar Hoşlanmasalar da Allah Dinini Üstün Getirecektir
Bizzat kendisi “Hakk” olan Cenâb-ı Hakk, “hak” olan İslam’ı bütün dinlere üstün getirecektir. Konuyla ilgili bazı ayetler mealen şöyledir:
“O, müşrikler hoşlanmasalar bile, dinini, bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.” (Tevbe: 33)
“Mücrimler (kâfirler) hoşlanmasalar da/ istemeseler de, Allah, vaat ettiği üzere hakkı ortaya çıkaracaktır.” (Yunus: 82)
“O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih: 28)
“O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.” (Saff: 9)
Dikkat edilirse ayetlerde iki önemli mesaj öne çıkmaktadır.
Allah, Rasûlünü hidayetle ve hak dinle göndermiştir.
Hidayet ve hak olan bu yüce dini, inanmayanlar hoşlanmasa da bütün dinlere üstün getirecektir.
On dört asırlık İslam tarihine baktığımızda Cenâb-ı Hakk’ın bu vaadinin, yani İslam’ın bütün dinlere galebe çaldığı / üstün geldiği gerçeğinin bir vakıa olduğunu görürüz. Yani Cenâb-ı Hakk’ın vaadi gerçekleşmiştir.
Asr-ı Saadet’ten itibaren, iki yüz sene öncesine gelene kadar yaklaşık on iki asır boyunca İslam bütün dünyada hâkim olmuştur. Günümüzdeki fetret, gariplik dönemi geçicidir. Bundan sonra İslam’ın ikinci hâkimiyet dönemi gelecektir. Çünkü ahir zamanda Mehdi (a.s.) zuhur edecek, nüzul-i İsa gerçekleşecektir.
Tam da burada şunu söyleyelim:
Güya “Kurancılık” iddiasındaki bir taifenin “Kuran’da olmadığı gerekçesiyle” Mehdi’nin (a.s.) zuhurunu ve Hz. İsa’nın (a.s.) nüzulünü inkâr ettiklerini biliyoruz.
Hâlbuki bunları kabul veya reddetmek kişinin keyfine kalmış bir tercih değildir, bir akâid meselesidir. Yani inkârı küfürdür.
Çünkü Hz. İsa’nın (a.s.) nüzulüne işaret eden beş ayet ve mütevâtir seviyeye çıkmış yüzlerce hadis vardır. Hz. Mehdi’nin (a.s.) nüzulüyle ilgili hadisler de yekûnu itibariyle mütevâtir seviyededir. Mütevâtir seviyedeki hadisler delil / hüccet olması yönünden Kuran ayetleri gibidir. Yani ifade ettiğimiz gibi, bunları inkâr küfürdür.
Bu akâid esasını bu taifeye bir kere de buradan hatırlatırız. Nitekim konuyu Cevabımız Var adlı kitabımızda da etraflıca izah etmiş bulunuyoruz.
Tekrar ana konumuza dönecek olursak, Hz. Mehdi’nin (a.s.) zuhuru ve Hz. İsa’nın (a.s.) nüzulü hadiseleriyle birlikte İslam’ın ahir zamanda bütün dünyaya mutlak manada hâkim olacağında şüphe yoktur.
Kâfirlerin, müşriklerin, inanmayanların bundan hoşlanmamaları Allah’ın sözünün gerçekleşmesini engelleyemez. Onların hoşlanmamasına rağmen bunun böyle olacağının haber verilmesi; Allah’ın dilediğini, murad ettiğini gerçekleştirdiği, onu engelleyecek hiçbir gücün olmadığı mesajını da vermektedir.
2- Hakka İman Edenleri Kurtarması Allah’ın Üzerine Haktır
Allah’ın, dinini bütün dinlere üstün getirmesinin tabi bir sonucu, Allah’a iman edenlerin hakka uyanların kurtulacak olmasıdır. Cenâb-ı Hakk, bunun kendi üzerine hak olduğunu ayet-i kerime ile haber vermektedir:
“Sonra peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle, mü'minleri kurtarmak üzerimize bir haktır.” (Yunus: 103)
Ayet-i kerime gayet açıktır. Hakka inanan ve o yolda sabit-i kadem olan, mücadele eden insanlar mahrum olmayacak; eninde sonunda mutlaka kurtulacaklardır. Ayet-i kerime bunun teminatıdır.
Bu kurtuluş dünyevî olabileceği gibi ahirete yönelik de olabilir. Cenâb-ı Hakk’ın sözünden dönmeyeceği kesindir. Allah inananların velisidir. (Bak: Yusuf: 101; Bakara: 257)
3- Allah’ın Vaadi Haktır, Mutlaka Tahakkuk Edecektir
Dinini üstün getirecek, hakka iman edip gayret edenleri kurtaracak olan Allah’ın vaadi haktır; mutlaka gerçekleşecektir:
“Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir.” (İsrâ: 108)
“Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.” (Âl-i İmran: 9)
“Rabbimiz! bize peygamberlerine vaad ettiğini ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Muhakkak sen verdiğin sözden dönmezsin.” (Âl-i İmran: 194)
4- İnsan, Hakkı Kendi Gayreti ile Değil, Ancak Allah’ın Rahmet ve Merhametiyle Bulabilir
Allah’ın vaadinin hak olduğuna, vaadinden dönmeyeceğine ve O’nun vaadinin mutlaka gerçekleşeceğine ilave olarak, bir büyük gerçek de şudur:
İnsan kendi gayreti ve takatiyle hakkı bulamaz. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhametinin erişmesiyle bulabilir. Ama elbette ki kulun da hakkı bulmak istikametinde irade koyması, gayret etmesi gerekir. Bu konuyla ilgili iki ayet meali aktaralım:
“Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar.” (Mü’min: 78)
“Hem onların (o mü'minlerin) sînelerinde kin (ve emsâli kötü hisler)den ne varsa (hepsini) çekip çıkarırız; (o Cennetlerde onların) altlarından ırmaklar akar. (Onlar da) “Böylece bizi buna (bu mükâfâta vesile olan amellere) hidâyet eden Allah'a hamd olsun; hâlbuki Allah bizi hidâyete erdirmeseydi, doğru yolu bulamazdık. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri (bize) hakkı getirmişlerdir!” derler. Derken (onlar) “İşte size Cennet! İşlemekte olduğunuz (sâlih ameller)den dolayı ona vâris kılındınız!” diye nidâ olunurlar.” (A’râf: 43)
Bu ayet-i kerime, cennette yaşanacak bir konuşmayı daha o gün gelmeden bize haber vermektedir. Cennettekiler ne diyor:
“Böylece bizi buna (bu mükâfâta vesile olan amellere) hidâyet eden Allah'a hamd olsun; hâlbuki Allah bizi hidâyete erdirmeseydi, doğru yolu bulamazdık.”
Evet, Rabbimiz peygamberler, hidayet rehberleri göndermek suretiyle kullarına lütfetmiştir. Hidayet yollarını açmış ve onları hidayete ulaştırmıştır.
Hidayet Allah’tandır. Elbette ki kulun hidayet bulmasında kendi dahli, yani iradesini kullanması, gayret etmesi de önemlidir. Ancak bu, hidayete ulaşmak, hakkı bulmak için yeterli değildir. Bunun için Allah insanlara aklınızı kullanarak hidayeti bulun dememiş, onlara merhamet etmiş, onların akıllarını peygamberlerin naklî delilleriyle yönlendirmiştir. Gönderdiği peygamberler ve onların varisleri olan âlim ve ariflerle kullarına hidayet lütfetmiştir.
Hidayetin Allah’tan olduğunun en müşahhas ispatı felsefecilerin durumudur. Tarih şahittir ki hiçbir felsefi ekol hakkı bulmada, hidayete ulaşmada hiçbir zaman başarılı olmamıştır. Tam tersi hep birbiriyle kavga etmişler birbirini çürütmeye çalışarak ömür tüketmişlerdir. Allah’a sonsuz şükürler olsun ki, bize elçileri vasıtasıyla hidayet yollarını göstermiş ve hidayet bulmamızı lütfu keremiyle temin etmiştir.
Onun için ehl-i tasavvuf, hak dostları, erenler, bu son ayeti çok anar, bir şükür vesilesi sayarak üzerinde çok durular. Âcizane biz de İmam Rabbani’nin Mektubat’ını incelerken bu ayete büyük önem verildiğini müşahede etmiş bulunuyoruz.
Bizler de Allah’ın bu lütfu keremine bir şükür olarak bu ayeti çok okumalı ve Rabbimize hidayet yollarımızı açması için çok çok dua etmeliyiz.