Bir kaç yıl öncesine kadar tv dünyasında şöyle bir ilkellik yaşanırdı. Bir programda hukuk ihlal edilmişse o televizyon kanalının yayını durdurulurdu. Şimdilerde bu gibi hallerde sadece program ceza görmekte.

Parti kapatmanın, kanal kapatma zihniyetinden farkı yok. Siyasi parti mensup veya temsilcileri, cezai müeyyideyi icap ettirir bir suç işlemişlerse ceza gören, partinin kendisi olmamalı. AYM, yıllar boyu parti kapattı. Bunun filliyatta hiçbir değeri olmadı. Kaldı ki o kapatmalar "suçların şahsiliği" umdesine aykırıdır. Hukuku kim ihlal etmişse ceza ona münhasırdır. Belki alınmış bir grup kararı suç ise o zaman partiyi ilzam edebilir.

"Parti yerine fail" fikri isabetlidir. Cezayı hükmi şahsiyet, tüzel kişi değil suçu işleyen görmeli. Bu noktada haliyle "suçlu kim?" sorusu akla gelmekte. Hakkında itham ve iddia olan parlamenter için hüküm verecek olan mahkemedir. TBMM'nin yapabileceği "dokunulmazlık" denen siyasi masuniyetin kaldırılması kararını almak, mahkemeye sevktir.

HDP'li eş genel başkanlardan biri sırtlarını terör örgütlerine dayadıklarını söyleyerek fütursuzca meydan okudu. Diğeri de halkı teşkilatlanarak organize olup kendilerini ve kurumlarını korumaları için "silahlanın" diye anlaşılan sorumsuz bir çağrı yaptı. Bunlardan dolayı bu iki genel başkan hakkında dokunulmazlık fezlekesi hazırlanabilir.

Acaba fezleke hazırlamalı mı?

Her şeye rağmen; her şey, bitmiş değil. Bütün köprüler atılmamış vaziyette. Selahattin Demirtaş'ın "biz, 80 vekille dokunulmazlığımızın kaldırılması için meclis başkanlığına müracaat edeceğiz, siz de dokunulmazlığınızın kaldırılması için var mısınız?" şeklinde hararet yükseltici popüler çıkışına rağmen bu ülkede bir parti genel başkanının dokunulmazlığı kaldırılarak kendileri cezalandırılıyor gibi bir durumun yaşanması arzu edilir bir manzara değildir.

Hem Selahattin Demirtaş'ın ve hem de Figen Yüksekdağ'ın partilerinin kapatılmasını da dokunulmazlıklarının kaldırılmasını da istemeyeceklerine inanmak isteriz. Eğer öyle ise kendilerine mükellefiyet düşmekte. Terörle aralarına mesafe koymalılar. Uykudaki polislerin, trafik polisinin, babasıyla görüşen askerin, ailesiyle ziyaretten gelen subayın öldürülmesine, tedaviye giden hemşirenin kaçırılmasına, millet malı o iş makinalarının, arabaların yakılmasına vs vs karşı çıkmalı, bunları samimiyetle kınamalı, yapanları reddetmeli, acıları paylaşmalılar.

Böylece hem kendilerini ve hem de HDP'yi bağımsız kılarlar. Bugün kendileri de partileri de Kandil’deki terör baronlarının vesayeti altındadır. Bu sıraladıklarımızı yapmasalar bile dokunulmazlıkları belki kalkmayabilir. Leyla Zana ve arkadaşlarını yaşadığına benzer bir netice arzu edilmez.

Ama bu cesareti gösteremezlerse uzaktan kumandalı hayattan kurtulamazlar. Millet de teveccühünü geri çeker. İlk seçimlerde yüzde 5'in altına gerilerler. Bir başka ifadeyle politik Kürt hareketinin gördüğü göreceği başarı 80 MV'dir. Bunun kıymeti bilinmezse mutlaka ellerinden gider ve HDP sertlik yanlısı bir STK'ya dönüşür. Bu parti yöneticileri farkında mı? Halk, şu gün kendilerine ne kadar itimat etmekte? Bu ruh hali varken TBMM'de oturumların kapalı veya açık olması arasında ne fark olabilir? Kapalı oturumda alınan kararın anında Kandil'e ulaşmayacağına, hatta akıllı telefonla naklen yayın yapılmayacağına bu milletin ikna edilmesi lâzım.
Bütün bu güvensizliği yıkmak, şu gerilim psikolojisini bitirmek, insanların ölmesinin önüne geçmek, terörü durdurmak hususunda HDP yönetim kadrolarına çok büyük vebal ve vazife düşmekte.
Ya şahsiyetli bir çıkışla üstlerindeki ceberrut vesayeti yıkar, terör sözcüsü intıbaı veren havadan çıkar ve ülkelerinin, Türkiye'nin yanında yer alır ve böylece bağımsız olurlar veya zaman aleyhlerine işler.