Gün geçtikçe ölenlerin sayısı artıyor, evler yıkılıyor, güvenlik güçleri ve yüzlerce asker bu zulme göz yummakla suçlanıyor.

Son haftalarda artan şiddet olaylarında 140 kişi öldü, 10 cami ve 50 ev ateşe verildi. Bugüne kadar ateşe verilen ev sayısı ise 1300, 11 bin insan ise evsiz kaldı. Bölgeden Müslümanları sistematik arındırma çalışması sonucunda 4 milyon olan Müslüman nüfusu şu an 700 bin.

En son 74 yetim çocuğun kaldığı, yetimhane olarak kullanılan camide çıkan yangında 13 çocuk hayatını kaybetti, Myanmar polisi yangının elektrik kontağından çıktığını söylese de caminin eylemciler tarafından kundaklanmış olma ihtimali çok yüksek.


Myanmar 1948’de İngiltere ve Hindistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlıkla birlikte hem Arakan’daki Müslümanlara hem de Myanmar’daki Budistlere eşit haklar verilmesi konusunda anlaşma sağlandı. Ancak özellikle 1962 yılında yapılan askeri darbe ile Müslümanların vatandaşlık hakları ellerinden alındı.

Sistematik olarak 1942 yılından günümüze kadar sadece Müslüman oldukları için katledilen on binlerce Arakanlı, sığındıkları ülkelerde zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor. Myanmar hükümeti ise uluslararası kamuoyunun tepkisine rağmen yaşanan trajedide kendi yöntemleri dışında bir çözüme yanaşmıyor. Çözümü ülkesindeki Müslümanları başka ülkelere göndermekte arıyor. Ayrıca Myanmar hükümeti varlığını inkar ettiği Arakanlı Müslümanlardan olan Rohingyalıların İngilizler tarafında göç ettirildiğini öne sürerek onlara kimlik vermiyor. Oysa Müslümanlar o bölgede 5-6 yüzyıldır yaşamaktalar.

Arakan'daki Müslümanların tek isteği insani bir yaşama hakkı kazanabilmek için dünyaya seslerini duyurabilmek. Terör ve baskıların son bulması ve Budistlerle eşit haklara sahip olabilmek için yardım bekliyorlar.

Şu anda sınırlar kapalı olduğu için Bangladeş’e alınmayan, ancak kaçak olarak, rüşvet vererek ülkeye girmeye çalışan Arakanlılar açlık ve boğulma tehlikesini de göze alarak ülkeyi terketme yoluna gidiyorlar ki, bu da Myanmar hükümetinin istediği şey.

Şiddet olayların artmasının ardından Myanmar Devlet Başkanı yeni bir açıklama yaptı ve olayların ülkenin imajına zarar verdiğini söyledi. Ordunun devreye girmemesinin nedenini de ülkedeki demokratik sürece zarar vermemek olduğunu söyledi. Bir yılı aşkın bir süredir devam eden olaylara güvenlik güçleri ve asker hiçbir müdahale de bulunmadı. Aynı şekilde muhalefet de Arakan’da yapılan katliamlara karşı sessizliğini koruyor. Yaşananları takip edenler derin devlet çetelerinin bu olayları bizzat organize ettiğini söylüyorlar.


Müslümanlara yapılan zulmün arkasında 969 Hareketi ve diğer çeteler bulunmaktadır.

Budistler inanışları gereği insan öldürmenin yanlış olduğunu düşünürler. Bu katliamı yapanlar, kendilerini Budist gibi gösteren derin devletin yönlendirdiği çetelerdir. Bu çetelerin başında da 969 Hareketi bulunmaktadır. Daha önceki şiddet ve katliamları "Lion Thein" Thein'in Arslanları isimli terör örgütü yapıyordu. Ancak geçtiğimiz mart ayının ortasında başlayan yeni dalga şiddet olaylarını "969 Hareketi" üstlenmeye başladı.



Bu kişiler derin devlet destekli terör örgütleridir. Özellikle dışarıdan, başka şehirlerden, hatta Tayland ve Çin gibi ülkelerden gelen teröristler, başkent Yangon'daki Müslümanların işyerlerini ve evlerini işaretleyerek, geceleri yağmalıyor ve yakıyorlar. Dolayısıyla bu terör gruplarının arkasında bizzat derin devlet bulunuyor.



Müslümanlara uygulanan gece sokağa çıkma yasağı sırasında evleri işaretleyen çete üyeleri, daha sonra bu evleri yağmalayıp yakıyorlar. Güvenlik güçlerinin hiçbir müdahelesi olmadığı gibi, çete üyelerine karşı çıkan Arakan’lılar tutuklanıyorlar. Arakanlı’ların kaçarak boşalttıkları evlere Budistler yerleştiriliyor.



Derin devletin amacı Arakan’lıları zorla göç ettirerek, Myanmar’ı Müslümanlardan tamamen arındırmak. Müslümanlara tahammül edemeyen bu insanlar “siz bizden değilsiniz bizim ülkemizden gidin” diyorlar. Oysa iki dinin üyeleri aynı ırka mensup kişiler. Bu zulmün sadece Müslüman oldukları için yapıdığı çok açık.

Kampların durumu

Arakan’dan çok zor şartlar altında canlarını korumak için ayrılmak zorunda kalan insanlar, en yakın ülke Bangladeşe gidiyorlar. Bangladeş 161 milyon nüfuslü çok kalabalık bir ülke, toprağı da çok az. Bangladeş Arakan’dan gelen insanları besleyemiyoruz bahanesiyle sınırları kapattı. Oysa burada önemli olan insanların hayatı ve bu görmezlikten geliniyor. Zaten gelenlere uluslararası yardım kuruluşları ve Müslüman ülkeler yardım ediyor.


Bu arada Bangladeş’teki Birleşmiş Milletler’in 3 resmi kampı var, ancak bu kampların durumu da içler acısı. Yiyecek yardımı, eğitim, elektrik ve su yok. Sadece çadır ve barakalara yerleştirilmiş bu insanlara sağlık hizmeti de verilmiyor.


Sadece İngiltere’de bulunan Müslüman yardım kuruluşlarının açtığı kamplarda okul, elektirik, hastane ve yiyecek bulunuyor. Ancak Bangladeş hükümeti bu hizmetleri de engelliyor.


Bangladeş’teki kampların durumunun kamuoyu tarafından gündeme getirilmesi, hatta Birleşmiş Milletler’den bir açıklama istenmesi şart, ancak genel olarak bir duyarsızlık ve ilgisizlik hakim.


Peki bu zulüm nasıl sona erecek?

Şu ana kadar Myanmar Hükümetine karşı gerekli tepki gösterilmedi. İslam İşbirliği Örgütü hükümete bir kınama gönderdi. Peki bu yeterli midir?


Elbetteki hayır. İslam ülkeleri dünyadaki zulmün bitmesi için bir an önce birleşmelidir. Arakan’ın bugünkü tarihsel sürecine baktığımızda, İslam’ın sancaktarı şanlı devlet Osmanlı’nın çöküş dönemiyle birlikte halkın zulüm ve işkence altında yaşamaya başladığını görürüz. Sadece Müslümanların değil, herhangi bir dinden ve ırktan mazlum her milletin yardımına koşan ve yanında olan Osmanlı, Arakan’ın yerli halkı Müslümanları ve Budistleri de sahiplenerek uzun yıllar boyunca sevgi ve kardeşlik içerisinde yaşamalarını sağlamış ve fitnelere asla müsaade etmemiştir.

Asırlarca İslam’ın sancaktarlığını yapan Osmanlı Devleti, çöküş sürecine girmesiyle birlikte dünya Müslümanları sahipsiz kalmaya başlamış ve Komünizmin fikir babalarının ifade ettikleri anarşizm ve kaos tüm dünyayı kaplamıştır. Arakan bunun sadece bir örneğidir.

Çözüm Türk-İslam Birliği’dir

Aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip milyonlarca insan, Osmanlı dağıldıktan sonra tekrar birleşememiş ve Allah’ın Kuran’da “birlik olmazsanız bir fitne, bozgunculuk çıkar” ayetiyle ifade ettiği gibi her yerde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkmıştır. Günümüzde Osmanlı topraklarında kurulan farklı devletlerin siyasi otoriteleri, suni bahane ve entrikalarla birlik olamamışlar ve bunun bedelini Türkiye’de dahil olmak üzere konusu geçen ülkelerin vatandaşları ödemişlerdir ve halen de ödemeye devam etmektedirler.


Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye’dir ve Türkiye, tıpkı Osmanlı gibi –Allah’ın izniyle- yeryüzüne yeniden huzur, barış ve sevgi getirecek olan Türk-İslam Birliği’ni kurabilecek tek merkezdir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, önce Türk dünyasıyla sonra İslam dünyasıyla ortak hareket ederek dünyada yaşanan kaosun önüne geçmelidir.


Türk-İslam Birliği, her şeyden öte zamanın büyük farzı ve en büyük bir ilahi emri olduğundan, bunun gerçekleşmesi insanın maneviyatına, dünyasına ve ahiretine ayrı bir huzur verecektir. Yüce Allah, insanlardan aldığı en büyük nimet olan sevgiyi, Türk-İslam Birliği vesilesiyle tekrar lütfedecek ve herkes, yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoş görecektir.