Gerçekten tasavvufi ruha sahip olan Müslüman melek gibidir. Yakından tanıdıklarım var, eminim onlar melekten üstün ama görüntü ve söylem olarak tasavvuf ehli olan nicelerini tanıyorum ki, şeytandan daha beter, zehir zemberek, bir ruha sahip. Din adına aile içinde terör estiriyor, ama bunun takvalığın gereği olduğunu söylüyor. Nice böyle babalar anneler tanırım, evlatlarının dinsiz olmasına sebep olmuştur. O kaba tavrın, kabalığının dinden geldiğini sanan evlatlar, daha sonra İslam’ı araştırma gereği duymuyorlar. Kendilerine göre canlı canlı yaşamışlardı İslam’ı. (!)

Tasavvuf nedir?

Tereciye tere satmak gibi olmasında…

Zaman zaman tasavvuf atmosferine giren ama hep aynı atmosferde kalmak istediği halde ( sanıyorum devamlı aynı manevi atmosferde kalabilme enerjisi fıtratımıza verilmemiş) kalamayan bir kulcağız olarak, uzun zaman bu konulara emek verdiğimden, bu hassas konuda yazmayı hakettiğime inanıyorum.

Önce şunu bilelim, İslam’ın maneviyatıyla kuşanmanın adına, sonradan tasavvuf dense de tasavvufi bir ruh her zaman vardı. Ashab-ı Kiramda da bu ruh vardı tabii. Tasavvuf, aslında en güzel tanımını en güzel kalemlerle işletti. Herkesin kendisine göre tasavvufu tarif etmek gibi bir imkanı olabiliyor.
Cüneyd-i Bağdad-i (k.s.) “Tasavvuf, bila-alaka (Hiçbir bağ olmadan) tamamen Allah ile olmaktır.” der.

Bir kitaplık bilgi bence bu cümle.

Kul, Allah ile beraberken kimseyle olmayacak. Ne vahimdir, ne acıdır ki, “Tesbih çekerken şeyhime rabıta yapıyorum.” diyen dostlar gördüm. Şeyh bir insana Allah’a giden yolu gösterebilir, ona teselli verebilir, sorularını cevaplar ve dua eder, başka da bir tasarruf hakkı yoktur. Böyle bir hak olsaydı, Rasulullah kızına verirdi. Tam aksi olarak ne dedi: “ Ey kızım Fatıma! Babam peygamber diye güvenip kulluk görevlerini aksatma.”

Ebu Siad-i Ebu’l Hayr da tasavvufu şöyle tanımlar: “Tasavvuf zamanı en uygun bir şekilde değerlendirmekten ibarettir.”

Bu tanımda çok hoş, çok güzel. Zaten her düzgün tasavvuf ehlinin tanımında ayrı ayrı tadlar var. Kelimelerin tadı var mıdır? Evet vardır. Hatta kelimelerin sarhoş edeni vardır. (Bu konuya belki ileride, birde biz değiniriz.)

Tasavvuf ile tarikat aynı şey midir? Bazıları için evet. Fakat aslında aynı şey değildir, tasavvufsuz tarikat olmaz ama tarikatsız tasavvuf olur.

Sahabe Rasulü Ekrem’le şeyh mürid ilişkisiyle yaşamıyorlardı ama her sahabede tasavvufi halin sudur ettiğini anlıyoruz. (Rasulullah’tan sonra özellikle kerbela olayından dolayı, savaş döneminde, bazı sahabenin tasavvuf atmosferinde kalamamışlardır, belki diye düşünüyorum bazen. Belki yanılıyorum. Bu benim düşüncem.)

Tasavvufçular ikiye ayrılıyor. Biri, İslam’la ilgisi olmayan, havadan sudan tasavvufçular. Diğeri İslam’ı, iliklerine kadar hissetmiş, maneviyatın ruhunu içmiş.

Dedem Ahmet Kahramanoğlu, canım biriciğim gerçekten harika bir Müslümandı. Tam tasavvufi ruha sahipti. İkinci cihan savaşında, denize dökerek otuza yakın düşman askeri öldürmüş diye bazen ağladığını görürmüş annem. “ Keşke onlar bizi öldürmeye gelmeselerdi, biz de onları öldürmeye mecbur kalmasaydık.” diyormuş.

Dedeciğim tasavvuf ehliydi fakat tarikatta değildi. “ İslam’a uygun beş tarikat var amma ben Rabbimin yolunda böyle gitmek istiyorum.” diyordu.
Ben birinin biriciği değilsem, kimse benim biriciğim olamazken, sıra dedeciğime gelince onun biriciği olup olmadığımı sormadan o benim biriciğim oldu. Çünkü o kadar güzel bir ahlaka sahipti ki, insan onun manevi rüzgarında adeta uçuyordu. Her hafta bir hatim indiren, teeccüd namazına farz namazı gibi dikkat eden, yetmiş yıllık eşinin kalbini kırmayan, şakacı ve maneviyat dolu tasavvufi ruhun sahibiydi. Tasavvufi, yani İslam’ı incelikleriyle yaşayan, güzel ahlaka çok önem veren dedeciğim gibi olanların sözlerine gerçekten doyum olmuyor. Onların sözlerinde, şiirlerinde ayrı bir tat var. Sapık tasavvuf ehlinin sözlerinde de zehir var. “Bize Kur’an olmasa da olur, kalbimizi Beytullah, ruhumuzu Kur’an eyledik” gibi sapık supuk sözler söyleyenleri de var.

Sevdiğimiz halde, sözleriyle bizi üzenler de var tabii ki; “ Bir şeyh, müridlerinin sağından soluna döndüğünü görmüyorsa, o şeyh değildir.” diyen dostlar gibi. Ey dost! Bu ancak Allah’ın vasfıdır!

Tadımlık Olarak Birkaç Söz Alalım

*İman yoksa, akıl gereğini yapmamıştır. -Şeyh Mahmut Hoca Hazretleri-

* Seni sende olmayanla övenin, seni sende olmayanla kötüleyeceğinden emin ol. – Hasan-i Basri-

*Kardeşin senin hatanı nasıl ansın istiyorsan, ( o hata yaptığında) sende onu öyle an. –Sufyan es Sevri-

*Sevgin yoksa dost arama. –Sadi-

*Nokta, bütün çizgilerin aslıdır. –Hallac-ı Mansur-

*Besmeleyi çektikten sonra, Fatiha suresini bir nefeste okuyun. – Muhiddin Arabi-

Şu dizeler unutulur mu?
“Yüzde ısrar etme doksanda olur.
İnsan dediğin noksanda olur…
Sakın büyüklenme, elde neler var.
“Bir ben varım” deme, yoksanda olur…
Mevlana
“Demir tava geldi kömür bitti,
Akıl başa geldi ömür bitti.
La edri
“..Sahipsiz bahçenin derme gülünden
Sakın sapma gardaş Hakk’ın yolundan.
Şöyle bil ki azrailin elinden,
Cıva olsan dahi kayamazsın ha…”
M.H.O. Akfırat
İslam’ın inceliklerini sevenlere selam olsun…..