Türkiye’nin Gerçek Sahipleri
Kıssayı bilen bilir. Çok eski zamanlardan birinde bebekleri kaybolan iki anne varmış. İkisi de dönemin kadısına gitmişler. Şikâyette bulunmuşlar. Kadı güvenlik görevlileri ile bebeği arattırmaya başlamış. Günler sonra bebeklerden sadece biri bulunmuş. Endişe ile bekleyen anneler hemen bu bebeği görmeye gitmişler. Tuhaftır ki ikisi de bebeğin kendilerine ait olduğunu iddia etmiş. Kadı ne yapmış ne etmiş orta yolu bulamamış. Sonra kimin gerçek anne olduğunu ortaya çıkarmak için aklına bir fikir gelmiş…
Bebeği ortaya koymuş, kılıcını çıkarmış ve “madem ikinize de ait o halde bu bebeği ikiye bölüp aranızda paylaştıracağım” “herkes bir hafta sonra gelip kendi parçasını alsın” demiş ve anneleri evlerine göndermiş. Kadı efendinin bu çözümünü annelerden biri kabul etmiş diğeri ise kabul etmemiş. Öz anne bebeğine kıyamadığı için davadan vazgeçmiş. İkiye bölünmesindense bir başkasının çocuğu olarak büyümesine razı olmuş. Bunu duyan kadı diğer anneden şüphelenmiş, bir hafta daha olayı ayrıntılı olarak araştırmış. Soruşturmanın sonucunda bebek davadan vazgeçen gerçek annesine sağ salim teslim edilmiş.
Buradaki bebek Türkiye ve bebeğin kendilerine ait olduğunu iddia eden anneler ise Türkiye’nin dindar olan ve dindar olmayan insanları. Yaklaşan seçimlerin de etkisiyle herkes kendisini Türkiye’nin gerçek sahibi gibi görüyor. İki değil belki birçok kişi anne iddiası ile ortaya atılıyor. Peki burada bizim kriterimiz ne olacak? Türkiye’nin geçek sahibinin kim olduğu nasıl anlaşılır? Hepimiz bazen kadı gibi düşünüyoruz. “Kardeşim; oturun anlaşın, çözülmeyecek mesele mi var” diyoruz. Fakat kimse bizi duymuyor. Herkes çok ciddi suçlamalarla herkesin üstüne gidiyor. En sonunda kadı gibi şu blöfte bulunacağız: “Madem anlaşamıyorsunuz ülkeyi ikiye bölelim” herkes kendi kısmında mutlu mesut yaşasın.
Böyle bir teklifi kimseye sunuyor değiliz. Ama bunu yaşadık. Hangi siyasi parti ve oluşum Türkiye’nin bölünme ihtimali söz konusu olduğunda iktidarını kaybetme uğruna bile olsa hakkından vazgeçerse o siyasi parti bu ülkenin yöneticisi olmaya en çok hak kazanır. Bu ülkede çoğunluk dindar, Müslüman insanlardır. Demokrasi gereği ülkeyi yönetmek dindarların hakkıdır. Hatta dindar Anadolu halkı sırf ülke bölünmesin diye 1920’lerden 2000’lere kadar onu batı yanlısı görüşlerin yönetmesine de ses çıkarmamıştır. Fakat geldiğimiz noktada artık dindar olmayan bir hükümet ve iktidar Türkiye’de mümkün olmayacaktır. Ülkenin dindarlardan başka kimseye emanet edilemeyeceği anlaşılmıştır. Gerçek anne bulunmuştur.
Asıl mesele dindar bir iktidarın bu emaneti taşıyıp taşıyamayacağı meselesidir. Gerçek annenin çocuklarına iyi bakıp bakamayacağı meselesidir. Türkiye’de iktidar kavgası bitmiştir. Yeni meselemiz azınlık haklarıdır, adalettir. Bilindiği üzere bir ülkenin gelişmiş olup olmadığı oradaki azınlığın refahıyla ölçülür. Çoğunluk olan dindar-Müslüman halkın yıllardır ihmal edilen talepleri acilen karşılanmalı sonrasında ise azınlıkların (Laik, Hristiyan, Yahudi, Ateist) haklarına odaklanılmalıdır. Azınlık görüşlere adil davranılmalı, çoğunlukla karşı karşıya gelip ezilmesinin önüne geçilmeli.