SAVAŞ ÖLÜNCE DEĞİL DÜŞMANA BENZEYİNCE KAYBEDİLİR
Yukarıda ki söz, Boşnakların bağımsızlığı için Avrupa’nın göbeğinde sosyalist bir kültür ikliminde daha genç yaşlarda “Genç Müslümanlar” teşkilatının kuruluşunda yer alan İslâm âleminin “Bilge Kralı” Aliya İzzet Begoviç’e ait.
Bosna Hersek’in bağımsızlık mücadelesinde hiçbir zaman halkına yalan söylemedi, boş hayaller ve söylemlerden uzak durdu. Yapılan soykırımları unutmamak şartıyla milletine kini, nefreti, şiddeti tavsiye etmedi. Savaş yıllarında Sırp kasapları soykırım yaparken… Bilge Kral, değil savaşmayan halkı öldürmek, meyve veren ağaçlara dahi zarar vermeyi yasaklamıştı. Çünkü o bir Müslümandı.
Bosna’da 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşta 200 binden fazla insan hayatını kaybetti. Bu gün bile hâlâ toplu mezarlar ortaya çıkıyor. Saray Bosna’da ve bütün şehirlerinde parktan çok şehitliklerin olduğu, yaşanan acıların unutulmasının mümkün olmadığı görülüyor. Çünkü, onun halkına vasiyeti de buydu; “Düşman olmayın ama soykırımı da unutmayın!”
Ömrünü Boşnakların ve Bosna Hersek’in bağımsızlığına adayan, onlara önderlik yapan “Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım” diyen adam!..
Müslümanların teslimiyet ve temsiliyet krizi yaşadığı bir çağda Avrupa’nın ortasında “Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır” diyen adam…
“İyi insan olmadan iyi Müslüman olamayız” diyen adam…
“İstediğiniz kadar dağlara haç koyun. Gökyüzüne baktığınızda hilali göreceksiniz” diyen adam…
Boşnakları bir ırk olarak değil, kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canı pahasına direnen “millet” olarak tarif ediyordu.
Aliya İzzet Begoviç modern sorunların Müslümanca çözülebileceğini savunuyordu. İslam’ı sadece öbür dünyaya hazırlık olarak değil, yalnız ferdi bir inanç sistemi olarak değil, sosyal boyutu ağırlıklı bir yaşam biçimi olarak algılıyordu.
O, yakın dostlarının tabiriyle modern, realist ve Müslüman bir devlet adamı, bilge bir kişiydi.
Bir şahsın yüceltilmesi hadisesi geçmişte de vardı bu günde de var ama bu İslam’ a kesinlikle aykırıdır, bu bir çeşit putçuluktur diyordu.
Resminin her tarafa asılmasına karşı çıkıyor, öldükten sonra kendisi için anıt mezar yapılmamasını sade bir mezara defnedilmesini, mezar taşına övgü dolu sözler değil “Allah’ın kulu Aliya” yazılmasını vasiyet ediyordu.
İslam ve Kur’an sadece hocalara bırakılmayacak kadar önemlidir diyordu.
Müslümanlar, Kur’an-ı hayatımızda nasıl yaşarız sorusundan kaçmak için Kur’an-ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş bir ilim ürettiler diyordu.
Velhasıl farklı şeyler söylüyordu!
Müslümanlığın söylemden eyleme geçmesini istiyordu.
Maalesef o günlerde Türkiye ve Pakistan dışında İslam ülkelerinden ses çıkmıyordu.
Yıllarca hapis yattı. Avrupa’nın göbeğinde İslam mücadelesi verdi. Adına yüzlerce kitap yazıldı. Yeri geldiğinde düşmanlarıyla bile tokalaştı. Amerika’da yapılan Dayton anlaşmasından eve “savaşa devam ediyoruz” dememek adına, barış görüşmelerini büyük bir sabır ve kararlılıkla yürüttü.
Vatanına milletine bağımsızlık armağan eden Aliya, ülkesine muzaffer bir komutan edasıyla değil, teslimiyet ve tevazu sahibi “Bilge Kral” olarak, elinde bağımsızlık ve barış anlaşmasıyla döndü. Hiçbir zaman ne iç siyasette ne dış politikada kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ırkçı, mezhepçi söylemlerde bulunmadı. Dostunu dost, düşmanını düşman bildi ama asla siyaset ve hamaset malzemesi yapmadı.
Hasta yatağında son demlerinde en son görüştüğü devlet adamı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmuş “Bosna Hersek’i önce Allah’a sonra size emanet ediyorum” demişti.
Allah gani gani rahmet eylesin.
Mekânı cennet olsun.
KALIN SAĞLICAKLA…