BİR DÜŞÜNCE BİR EYLEM

Adalet Hanım, komşusu Gülfer Hanıma Almanya’dan gelecek olan torununu anlata anlata bitiremiyordu. Onun ne kadar güzel, sevecen ve dilbaz olduğundan bahsediyor: “Geldiğinde seninle mutlaka tanıştıracağım” diyordu.

Komşusunu çaya davet eden Adalet Hanım, çok sevdiği, yedi yaşındaki torununu Gülfer Hanımla tanıştıracaktı. Ancak bir hayli tedirgindi.

Çünkü Gülfer Hanımın normal insan burnundan çok farklı bir burnu vardı. Şişkin, kırmızı ve yüzünün büyük bir bölümünü kaplayacak kadar iriydi. Adalet Hanım, çocukların akıllarına geleni pat diye söyleyebileceklerini bildiğinden, torununun Gülfer Hanımın büyük burnu hakkında bir şeyler söylemesinden endişe ediyordu. Komşusunun bu konuda çok kırılgan ve hassas olduğunu biliyordu.

Sonunda Adalet Hanım torununu komşusuyla tanıştırmıştı. Gülfer Hanım küçük kıza yaşını sormuş, çok güzel bir kız olduğunu söylemiş; kısa bir süre aralarında konuşmuşlardı. Bu arada çocuk sürekli Gülfer Hanımın burnuna bakıyor, dikkatli bakışlarıyla kadının burnundan gözlerini alamıyordu. Adalet hanım onun bir şeyler söylemesinden çok korkuyordu. Bu yüzden torununu bir an önce odasına göndermek istiyordu. Küçük kız odasına doğru yürürken geri dönüp kadının burnuna baktı. Biraz daha yürüdükten sonra tekrar dönüp, tekrar Gülfer Hanımın burnuna baktı. Sonunda odasına geçti. O zaman Adalet Hanım derin bir “ohh” çekti ve elindeki çay fincanıyla Gülfer Hanıma döndü ve sordu: “Burnunuzun yanında ne istersiniz, limon mu, yoksa bal mı?”

Bunu yabancı bir yazarın “Kişisel Gelişim” türünde “düşüncenin önemi”nden bahsettiği bir kitabında okumuş çok gülmüştüm.

Muhtemelen sizlerde tebessüm etmişsinizdir.

Bu olayda aslında vurgulanmak istenen şey; bilinçaltındaki düşüncenin gayri ihtiyarı, istem dışı: Dışa vurumu…

Yalnız biz burada bilinçaltındaki düşüncenin istem dışı eylemine değil, planlı programlı düşüncenin bilinçli eylemi üzerinde duracağız.

Bir önceki yazımdan önceki birkaç yazıda, sürekli aynı konulara değinmişim. Bu da bir elin parmaklarından biraz fazla okurlarımda bıkkınlığa sebep olmuş. Konuları ve üslubu sürekli değiştirmem gerekiyormuş. İyi bir yazar olabilirmişim. Güzel köşe yazıları ve güzel bir kitap yazabilirmişim. Ama öncesinde kırk fırın ekmek yemeliymişim.

Dosta-düşmana teşekkür ederim.

Bu görüşlerinizi görünür yerde değil de özelden dile getirmenizi henüz anlayabilmiş değilim.

Sakıncalı yazar mıyız?” Neyiz yani(!)

Yazarız” ama “çizmeyiz” merak etmeyin.

Kimseyi kolay kolay kalbimizden silmeyiz.

Merak ettiğiniz bir şey varsa söyleyeyim…

Evet derin bağlantılarım var, sığ insanların anlayamadığı.

Bakın uzun cümleler kurmuyorum…

Kısa! Kısa!

Daha anlaşılır olsun diye.

Sakın alınmayın!

Dilimin vitesini kısa süreliğine boşa aldım, mevzumuz şahsileşti.

Dönelim; “Bir eylem, bin düşünce& Bir düşünce, bir eylem”in önemine.

Girişte aktardığım yaşanmış hadiseden anlayacağımız: Zihnimize koyduğumuz her düşünce er ya da geç eyleme dönüşüyor. Çünkü dünyada ektiğimiz her tohumun, yani zihnimizdeki düşüncelerin bir gün meyve vermesini garanti eden ve sorumluluğunu üstlenmemiz gereken bir hayat yasası vardır. Bu olumlu veya olumsuz tüm düşünceler için geçerlidir. Artı evrenseldir.

Kalın Sağlıcakla…