Hepimizin sınırlı süresi ve bu sınırlı sürede alması gereken çok sayıda kararı var. Dünya bir sınav yeri. Bu kararları alırken neyin bizde kalıcı ve güzel bir netice vereceğini neyin de uzun vadede başımızı derde sokacağını bilmiyoruz...
Hepimizin sınırlı süresi ve bu sınırlı sürede alması gereken çok sayıda kararı var. Dünya bir sınav yeri. Bu kararları alırken neyin bizde kalıcı ve güzel bir netice vereceğini neyin de uzun vadede başımızı derde sokacağını bilmiyoruz. Sanıyorum bu yürüyüşe dair alacak ilk önlem niyeti halis tutmaktır. Bu şekilde kötü sonuçlardan daha az sorumlu oluruz.
Kalıcı olan niyettir. Çünkü insanlar sizinle ilgili hemen her şeyi unuturlar. En sonunda sadece niyetinizi hatırlarlar. Niyetler hep sonradan anlaşılır. Katı davrandığınız için sizden nefret eden bir tanıdığınız yıllar sonra iyi niyetinizi öğrenir ve sizi sevmeye başalar. Sevdiğiniz biri onu parası için sevdiğinizi öğrendiğinde ise kırılıp sizden nefret etmeye başlayabilir.
Kalıcı olan bir diğer şey insanlara hissettirdiğiniz duygulardır. Bir insanı karalamak, küçümsemek, onuru ve gururunu zedelemek hayat boyu size vicdan azabı çektirecek bir konudur. İnsanların özgüvenlerini zedeleyici zorbalıklar iki taraf için de kalıcı hasar bırakır. Bu anlamda kalıcı olan ikinci bir şey saygıdır. İnsanları sevmeyebilirsiniz ama onlara saygı duymanız gerekir.
Anadolu'da eşler arası ilişkilerde sevgi değil daha çok saygı ön plana çıkarılır. Demek ki en çok sevgi temelli olması beklenen ailede bile saygıya daha fazla güven duyuluyor. Saygıya vurgu önemli çünkü sevgi saygıya göre daha yüzeysel ve değişkendir. Sevgi için ön şart yoktur. Tüm cahiller sevebilir. Saygı duymak içinse bir miktar ilim gerekir.
Hayatta neyin kalıcı ve neyin geçici olduğu meselesi hazcıları bile oldukça zorlamıştır. Hazcılığın kurucusu olarak kabul edilen Sokrates'in öğrencisi Aristippos bedensel hazları ön plana çıkarmıştır. Ondan sonra gelen Epiküros ise daha çok ruhsal hazlara ve bilgeliğe vurgu yapmıştır. Burada en başa; Sokrates'teki 'sonradan daha büyük acı verecek hazlara karşı dikkatli olmalıyız' fikrine geliyoruz.
Bütün filozoflara göre herkesin en büyük amacı mutluluktur. Acılardan kaçınmak son derece doğaldır. Fakat küçük mutluluklar büyük hüzünlere neden olacaksa ya da küçük acılar büyük lezzetler getirecekse ne yapacağız? İşte burada devreye bilgelik girer. Zira, kurtarıcı olan, tek bir olaya dair bilgimiz değil karmaşık hesaplar yaparak bütünü değerlendiren bilgece bakışımızdır.
Her tür bilginin baş döndüren bir hızla arttığı bir çağda yaşıyoruz. Hatta bu çağa bilgi çağı, yani enformasyon çağı da diyoruz. Fakat bilgi çağı bizi mutlu etmeye yetmiyor. Hatta dünyayı daha bir içinden çıkılmaz hale getiriyor. Parça parça bilgilere duyulan güven azalıyor. İnsanlar fıtri ve doğal olana yöneliyor. İnsanların insan kalma yönünde güçlü talepleri var.
İnsanlar şehirlerden köylere göç etmeye devam ettikçe, satmak yerine hayatta kalmak için üretmeyi amaçladıkça, doğa ve hayvanlarla uyumlu yaşamayı önemsedikçe şansımız var. Bilgi çağı kendini devam ettirmek için elbette direnç gösterecektir. Bizi bilgece yaşamanın bir moda olduğu yalanına inandırmaya çalışacaktır. Dikkatli olursak başarabiliriz. Bilgelik Çağı bizi bekliyor.