BE adamlar, be kadınlar!.. Vır vır edip durmayın, boş edebiyat
yapmayın, cerbezeyi safsatayı bırakın… Dillerinizi tutun, ahlakınız
faziletiniz vatanseverliğiniz dürüstlüğünüz adaletiniz, tek
kelimeyle haliniz konuşsun.
Rakiplerinizi karşıtlarınızı kötülemekle kendinizi aklayacağınızı
mı sanıyorsunuz?
Onlar kara da siz bembeyaz mısınız?
Muvafık olun, muhalif olun, mutlaka mal ve servet beyanı verin.
Nereden bulduğunuzu açıklayın.
Yeter bu çamur yağmuru artık.
Hepinize soruyorum: Vazifeye başlarken kaç ceketiniz vardı, şimdi
kaç oldu?
Eskiden Fatihte mütevazı bir evde oturuyordun, şimdi Gül Gülistan
Kenttesin. Bu intikal nasıl oldu?
On beş bin liralık arabadan inip iki yüz elli binliğine nasıl
bindin, kem edip durma hemen anlat bana?
Eskiden çorba köfte piyaz yerdin, şimdi lüks restoranda bir
oturuşta yüz elli liralık yemeği gövdeye indiriyormuşsun, bu
değirmenin suyu nereden geliyor?
Gardropların lüks markalı elbiselerle doluymuş, kapıları zor
kapanıyormuş. Nasıl oldu bu iş, hikayesini minelbab ilelmihrab
hiçbir tarafını saklamadan gizlemeden hikaye eder misin?
Bırak şu ucuz fazilet taslamaları da asıl hikayeleri naklet
bana.
Ablar akınca dolablar nasıl döndü?
Âsiyabı har da olsa çevirir değil mi? Sen har mısın, âdem misin
açıklasana.
Söyle söyle söyle… İnşaata kapalı o sit alanına o kâşaneyi nasıl
diktin?
Rant mevzuubahs olunca düşman partinin üyeleriyle nasıl sıkı fıkı
can ciğer işbirliği yaptın, hepsini anlat hepsini anlat.
Sen Krezüs diye birini duydun mu? Onun âkibeti ne oldu biliyor
musun?
Krezüs duman oldu. Sen ne olacaksın biliyor musun? Toz duman
olacaksın.
Uç babam uç, yüksel babam yüksel. Bu hep böyle gider mi?
Yükseldikçe, zenginleştikçe tehlike artar. Çok yukarıdan düşenin
aşağıda parçası bile bulunmaz.
Gün gelir, keşke toprak olsaydım dersin ama son pişmanlık fayda
vermez.
(İkinci yazı)
Kargaların Çocuğa Hediyesi
OH nihayet içimi ısıtan bir haber okudum. ABD’nin Seattle şehrinde
Gabi isminde sekiz yaşında bir çocuk, evlerinin bahçesine gelen
kargalara yiyecek veriyormuş. Kuşlar da ona teşekkür etmek için
sağdan soldan topladıkları birtakım parlak objeleri hediye olarak
bırakıyormuş. Haberi veren BBC, sevimli çocuğun ve küçük kutulara
konulmuş eşyaların resimlerini de basmış.
Rahmetli babam anlatmıştı. Vaktiyle Osmanlılar zamanında bir karga
ilçenin hükümet binasına giriyor ve resmî mühürleri çalıyormuş.
Kargalar hayvanların akıllılarındandır. Tavuklar akılsızdır.
Zamanımızda bazı insanlar tavuklardan da akılsızdır.
Şehrin civarında kuşların yaşayacakları alanları gözü dönmüş
rantçılar tahrip ettiği için şu anda İstanbulda kargalarla iç içe
yaşıyoruz.
Balkonumda kumrulara yem veriyorum. Bazen kargalar da geliyor.
Onlar gelince öteki kuşlar pırrr diye kaçıyor.
Geçenlerde Topkapı sarayına gitmiştim. Dönüşte akşam namazına on
dakika kala bahçe papağan sesleriyle çınlıyordu.
Beyazıtta İstanbul Üniversitesi bahçesinin bir kısmında kargalar,
öbür kısmında papağanlar hakimmiş.
Martılar binaların tepelerinde yuva yapıyor, yavru çıkartıyormuş.
Kimden duydum, unuttum, adamcağızın biri martılı bir dama çıkmış,
çıkıp çıkacağına pişman olmuş, anne kuş yavrularını korumak için
adamın başını gagalamış.
Keşke medenî Avrupa şehirleri gibi İstanbulun içinde ve etrafında
büyük korular, bahçeler, yeşil mekanlar olsa, vakti olan
vatandaşlar sık sık buralara gitseler, çeşit çeşit kuşa, daldan
dala atlayan sincaplara yiyecek verseler.
Japonyanın Nara şehrinde geyikler parkta serbestçe geziyormuş.
Resimlerine internetten bakabilirsiniz. Yürürken bir geyik
sürüsüyle karşılaşıyorsunuz. Onların bilhassa gözleri çok güzeldir.
Biri size veya siz ona yaklaşıyorsunuz, cebinizdeki gevrekten ikram
ediyorsunuz. Sevinç ve iştiha ile yiyor, size tatlı tatlı bakıyor.
Ne büyük saadet.
Arada bir Yıldız sarayı korusuna gitmek istiyorum ama trafik
belasından gidemiyorum. Giderken yol yarı açık olsa bile dönüşte
tıkanacak ve aldığım temiz hava burnumdan fitil fitil gelecek.
İstanbul’u bugünkü hale getirenleri affetmiyorum.
Medyada yukarıda zikr ettiğim gibi iç açıcı, yürek ısıtıcı haberler
çok olsa, ne iyi olur.
(Üçüncü yazı)
Dedikodular ve Polemikler
İSLAMIN çok kötülediği bazı lisan âfetleri şunlardır: Dedikodu
yapmak… Gıybet etmek… Laf taşımak, buna Osmanlıcada nemmamlık
denir… Tecessüs etmek, yani başkalarının gizli günahlarını ve
ayıplarını araştırmak… Fitne ve fesat çıkartacak laflar etmek,
yazılar yazmak…
Maalesef bazı gazeteler dedikodu, polemik, kavga magazini yapıyor.
Halkın bir kısmı dedikodu bağımlısı olmuştur.
Müslüman gazeteler, dergiler, tv’ler sadece faydalı yayın
yapmalıdır. Dedikodunun, polemiğin faydası yok, zararı çok
fazladır.
İmam Gazalî hazretleri tartışmayı kötü görür ve yasaklar. Ona göre
sadece bir kişi ile tartışılabilir: İyi niyetlidir, zekidir,
gerçekler ona anlatılırsa kabul edecektir. Onunla mantık, edeb,
erkan dairesi içinde tartışılır, ta ki, doğruyu öğrensin, kabul ve
tasdik etsin.
İnatçılarla, kötü niyetlilerle, zeka özürlülerle tartışılmaz.
Dedikodu ve polemik bağımlısı, bir tür akıl ve ruh hastasıdır. Onun
düzelmesi için iki sene sürecek rehabilitasyon tedavisi
gerekir.
İslamî kesimin yazarlarının, düşünürlerinin isim vererek şiddetli,
kırıcı polemik yapmaları çok üzücüdür.
Fikirler, görüşler tartışılabilir ama bu iş hakaret etmeye, sövüp
saymaya, verip veriştirmeye vardırılmamalıdır.
Üslup şöyle olmalıdır: “Muhterem beyefendi veya hanımefendi… Şu
iddianızın gerçeklere uymadığını söylememe izin vermenizi rica
ederim…”
Mümkün olduğu kadar isim verilmemelidir.
Bundan birkaç sene önce, aykırı fikirlere sahip bir İslamcı,
Farmason Cemalettin Afganîyi tenkit edenler için “Onlar Afganinin
taharet bezi bile olamazlar” mealinde bir laf etmişti. Ne kadar
kaba bir üslup…
Hem mü’minler kardeştir diyoruz, hem de tartışırken gönül ve kafa
kırıyor, göz çıkartıyoruz…