Şu hadisi şerife kulak verelim:
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle
değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle
değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin
ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”
Dünya hayatını tanzim etmek, insanları dünya ve ahiret
saadetine erdirmek için gelmiş olan İslâm, Müslümanlara emanettir.
Müslümanlar, İslâm’ı koruyarak kendi saadet kaynaklarını korumuş
olurlar. İslâm da onlara huzur ve saadet kaynağı olur.
İslâm’ın korunması, bir sanat eserinin müzede korunması
şeklinde değildir. İslâm, emrettikleri ve yasakladıklarının
korunması ile korunmuş olur. Namazın ikame edilmesini sağlamak,
alkolün kullanılmasını engellemek İslâm’ı korumak, İslâm emanetine
sahip çıkmaktır. Her işlenen haram, her terk edilen ibadet, emanete
zarar vermektir. Emanet zarar gördükçe de emanetten yararlanacak
olan Müslümanlar eriyecektir.
Önceki Ümmetlerden Yahudilerin eriyiş sürecinde bu hastalık
vardır. Allah Teâlâ onlara da Yahudiliği emanet etmişti. Onu
korusalardı, kendilerini koruyacaklardı. İşlenen haramlar
çoğaldıkça Yahudilik de güç kaybetti. Yahudilik güç kaybedince ona
iman edenler de eriyip gittiler. Kur’an’ımız, Maide suresinin
78-81. âyetlerinde bunu izah etmektedir.
Müslüman bir toplumda iki türlü suç işlenebilir. Birinci çeşit
suç, zaten suç olarak bilinen zina, kumar ve benzeri yasakların
işlenmesidir. İkinci çeşit de, Allah’ın emirlerinden bir emrin
yerine getirilmemesidir. Kılınmayan bir namaz, yapılmayan bir hac
da işlenmiş bir haramdır. İntihar eden bir insan da, ihmal edildiği
için mü’min olarak yetiştirilemeyen bir çocuk da işlenen suçları
gösterir.
Hangi suç türünden olursa olsun Müslümanlar, kendilerine
emanet edilen dinlerini korumaya mükelleftirler. Korumadıkları
dinleri, onlar için bir sorumluluk teşkil etmektedir. Bu koruma,
elbette her Müslüman’ın takatı ile sınırlı bir emre göre olacaktır.
Zira Allah Teâlâ, hiçbir kuluna kaldıramayacağı şeyi yüklememeyi
Şeriat’ının en temel umdelerinden yapmıştır. Kim ne kadar yük
kaldırabilecekse o kadar mesul olacaktır. Evi ile sınırlı bir takat
sahibi evini, geniş bir dairede sözü geçen de geniş bir daireden
mesul olacaktır. Elini kullanabilecek olan elini, dilini
kullanabilecek olan dilini kullanacaktır. Herkes muhakkak bir iş
yapmalıdır. Kalpten gelen bir tepki bile, İslâm emanetini
sahiplenmiş olmak için yeterli olabilir.
Tepkisiz olamayız
Çevremizde olup bitenlere sessiz kalmayacak bir ümmetiz. Bizi
ve yol aldığımız gemiyi etkileyecek her şey bizim ilgi
alanımızdadır. Başkalarının günahları başkaları kadar bizim de
etkileneceğimiz günahlardır. Onlar, o günahların sahibi
olduklarından ötürü biz de günaha sessiz kaldığımızdan ötürü vebal
altında oluruz. Ümmet olmak, bir vücudun organları gibi olmak
budur. Herkesin kendi bacağından asılması gibi bir şey yoktur. Bize
zararı olmayan bir durum olsa dahi, bizim ümmetimizden bir kişinin
ateşte yanacak olmasından rahatsız olmamız imanımızın gereğidir.
Merhametimiz ve insanlığımız sadece aç ve açık kalanlara olursa,
bununla insanlık için çıkarılmış bir ümmet olma düzeyine
yükselemeyiz. Kan bağımız bulunsun veya bulunmasın insanlar bizim
yakınımız durumundadırlar. Bugünkü sessizlik yarın iki ağır sonuç
doğuracaktır. Birincisi, sessiz kaldığımız kötülükler hâkim
durumuna geçecek biz ezileceğiz. İkincisi de bugün sessiz
kaldığımız kötülükleri yarın benimseme riski altında olacağız.
Yahudilerin başına gelen afet de bu olmuştur.
En yakın muhitimizden en uzak çevremize kadar, kötülük ve kötü
ile mücadeleyi ilke edinmeye mecburuz. Beceremediklerimizden mesul
olmayız şüphesiz. Zaten Allah Teâlâ hiçbir kuluna yapamadığının
hesabını sormamaktadır. Neyi yapıp yapamayacağımızı ise imanımızın
hükmettiği vicdanımız belirleyecektir.
Bugün önümüzde işlene durulan onca haram ve çirkinlikler, dün
sessiz kalınmış olan şeylerdir. Düzelsin veya düzelmesin biz,
üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kalpler Allah’ın elindedir,
hüküm O’nundur.
En nazik dili, en olgun metotları kullanmak, yaptığımızı
ibadet şuuru ile yapmanın gereğidir. Yaparken bozmamak için bu
ayrıntıya dikkat etmeliyiz.
Nehyianilmünker
‘Nehyianilmünker’ kavram olarak, kötüyü ve kötülüğü
engellemektir. Kötülük, Şeirat’ın uygun görmediği her şeyin adıdır,
şeriat’ın uygun görmediği şeyler ya dinin yasaklar listesinde
olanlardan ya da insanlar arasında arlanılacak işler olarak
görülenlerden oluşur. Genellikle günah olarak anılan kötülükler
büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Günahın büyüklüğü ve
küçüklüğüne göre de onu engelleme sorumluluğu büyür. Zira maksat,
kişiyi ve toplumu çirkinliklerden muhafaza etmektir. Büyük bir
çirkinliğin veya yaygınlaştığı için tehlikesi artan bir çirkinliği
engellemenin önemi ile kenarda kalmış bir çirkinliği engellemenin
gerekliliği aynı ihtiyacı göstermeyebilir.
Nehyianilmünker, hüküm olarak farzı kifayedir. Yani birinin
yapması ile toplum o sorumluluktan kurtulur. Kimse yapmazsa bütün
toplum sorumlu olur. Farzı kifaye olan bu görev, yerine göre farzı
ayın durumuna da gelebilir. Bir babanın çocuğuna müdahalesi, bir
öğretmenin öğrencisine müdahalesi, bir imamın camisinde onun
arkasında namaz kılan birine müdahalesi farzı kifaye olarak
geçiştirilemeyebilir.
İmam Gazalî, bu görevi ‘dinin en büyük kutbu’ olarak
adlandırmaktadır.
Münker olarak adlandırılan hususun, kişisel kanaatlerden
oluşmaması gerekir. Şahısların kendi kanaatlerini, din adına
emretmeleri veya yasaklamaları kabul edilemeyeceği için
nehyianilmünkere konu olan hususu ihtilaflı olmayan meseleler
arasında görebilmek şarttır. Aynı şekilde bir münkeri zanla var
sayıp onu engelleme de yapılamaz; fiilen var olan bir münkerin
üzerine gidilmelidir. Bu görevi yapacak kişinin istihbarat yaparak
münkeri tespit etmesi de doğru değildir, alenen işlenen orta
yerdeki çirkinliklere müdahale edilmelidir.
Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime, neyi, ne zaman
söyleyeceklerini bilmelidirler. Hatalı söylenen bir doğrunun iyi
sonuç vermemesi gibi bir akıbet hoş değildir. Yaklaştırmak isterken
uzaklaştırmak bile mümkündür. Sahabeden Abdullah bin Mesud
radıyallahu anhtan rivayet edilen şu söz oldukça hassas bir ölçüye
işaret etmektedir: ‘Birilerine, akıllarının almayacağı bir şeyi
anlatırsan onları fitneye düşürmüş olursun.’ (Müslim, Mukaddime,
14)
Neyin ne zaman söyleneceğini bilmek kadar neyin öncelikli
olduğunu da bilmek şarttır. Önemli ile öncelikli arasında
kesinlikle bir ayrım yapılmalıdır. Vakti kazanma ve en riskliyi
giderme anlamında bu önemlidir. Nureddin YILDIZ