İlimden kazanç sağlamak doğru mudur? Sorumu biraz daha açmak gerekirse, “öğrencilere dini ilimler öğretirken bundan kazanç sağlamak doğru mudur?” Kastım elbette günümüzdeki okullarda ve dershanelerde öğretilen maddi ilimler dediğimiz matematik, fizik, kimya, coğrafya, Türkçe ve edebiyat gibi ilimler değil. Bu ilimleri öğreten kişi bundan maddi kazanç elde edebilir. Bu normaldir.

İlimden kazanç sağlamak doğru mudur? Sorumu biraz daha açmak gerekirse, 'öğrencilere dini ilimler öğretirken bundan kazanç sağlamak doğru mudur?'

Kastım elbette günümüzdeki okullarda ve dershanelerde öğretilen maddi ilimler dediğimiz matematik, fizik, kimya, coğrafya, Türkçe ve edebiyat gibi ilimler değil. Bu ilimleri öğreten kişi bundan maddi kazanç elde edebilir. Bu normaldir.

Benim kastım şu: 'Allah'ın kitabını, Sevgili Peygamberimizin hitabını öğreten ve tamamen dini tedrisatta bulunan yerlerde alim ve hocalar bunu bir kazanç kapısı olarak görebilirler mi?'

Ya da bazen bazı mahfillerde tartışıldığı üzere, 'camii hocaları namaz kıldırırken ve Kur'an-ı Kerim tilavetinde bulunurken bundan bir kazanç elde maksadı güderlerse bu doğru mudur?' Ya da sorumuzu şöyle soralım: 'Sırf maişet (geçim) için camii hocalığı, imamlık ve müezzinlik görevini icra etmek dinen uygun mudur?'

Sorular, sorular ve zor sorular bunlar.

İlmi sırf Allah rızası için yapan, hocalığı sırf rıza-ı İlahi için yerine getiren alim ve hocalar elbette en makbul olanlardır. Bu en ideal durumdur.

Bu ideal durumun temelinde ilmin ve hocalığın parayla ve ücretle hiçbir şekilde alakası olmamasıdır. Devletten maaşmış, ücretmiş, halktan gelir ve bağış beklemekmiş ve benzeri yollardan gelir elde etmekmiş, bunların hiçbirisi bir alim ve hocada mevcut olmaması gerekir.

Benim en ideal ve en uygun gördüğüm hoca ve alimler Devletten maaş almayan, vatandaştan bağış ve maddi bir karşılık almayan kişilerdir.

Hemen soru gelir tabi şimdi.

Peki alim ve hocalar nereden ve nasıl geçinecekler.

Hemen cevap vereyim.

Dünya'da en doğru ve en tabi helal kazanç kapısı şu üç türden birisindendir. Bunlar ziraat, ticaret ve sanattır.

Said Nursi, 'maişet için tarik-ı tabiî ve meşru ve zîhayat, san'attır, ziraattir, ticarettir. Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev'iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet edenler bir nev'i cerrar ve aceze ve seeledir. Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nev'i çingenelik eder.'

Evet, Said Nursi bırakın cami hocalarını ve imam ile müezzinleri, tüm memuriyet kapısını bir geçim yeri ve maişet imkanı olarak görmeyi doğru bulmuyor. Zaten hocalar ile imamlar ve müezzinler eğer Devlette görev yapıyorlarsa doğrudan doğruya memur oluyorlar ki, Üstadımızın yukarıdaki açıklamasına ve görüşlerine göre maaşlı olarak, yani memuriyet vazifesi olarak imam, müezzin ve hocalık doğru olmuyor.

Said Nursi'ye göre tabii geçim (maişet) kapısı sanat (sanayi ve teknoloji vb), ziraat (çiftçilik ve rençberlik vb) ve ticaret (alım-satım ve hizmet işleri vb) olarak görülmektedir. Bunların dışındaki bir işi bir insan geçim kapısı olarak görerek ve sırf oradan para kazanmak için o işleri yaparsa, mesela memuriyet görevini bir insan sırf geçim kapısı olarak görürse, o işi vatan ve milletin selameti, toplumun huzur ve güveni için yapmazsa, o memuriyetten kazanılan gelir ile dilenciliğin hiçbir farkı yoktur.

Durun, durun memur kardeşlerim, hemen bana kızmayın. Sizler için 'dilenci' teşbihini, benzetmesini ben söylemiyorum. Said Nursi söylüyor. Üstadımız bu tabiri her memur işin de söylemiyor. Memuriyeti geçim kapısı olarak görenler için söylüyor.

Memuriyete hizmet ve hamiyet namına girenleri ve bu uğurda memuriyetini sürdürenleri Said Nursi normal ve uygun bir durum olarak görüyor. Tabi bu durumda bir imam, bir hoca, bir müezzin yaptığı işi sırf geçim için yapmadığını ve bunun kutsal ve hayırlı bir iş olduğunun farkında davranarak, yaptığı işi bir hizmet vasıtası bilmelidir. Bunu hizmet vasıtası değil de tamamen bir geçim kapısı olarak görüyorsa sıkıntı vardır.

Şimdi bu noktada herkes düşünsün ve kendi kararını kendi versin. Benim bu hususta görüşlerim Said Nursi ile birebir uyumludur. Ben de aynı düşüncedeyim, memuriyet geçim kapısı olarak görülemez.

İmamlık, hocalık, müezzinlik ve medreselerde çocuklara ilim ve irfan öğretenler de bunu bir geçim kapısı olarak göremezler.

Benim şahsi görüşüme göre alim, müderris, imam, müezzin ve hocalar öncelikle ziraat, ticaret ve zenaat icra ederek ve geçim kapısı olarak görülecek (ilimden ve hocalıktan başka) işlerle evine maişet (kazanç) götürmelidir.

İşte bu noktada alimler, hocalar, imamlar ve müezzinler kendilerine örnek alacaklarsa İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye örnek almalıdır.

İlmin zirvesi ve İmamların en ulularından olan ve bu nedenle de 'İmam-ı Azam' diye anılan Ebu Hanife sanmayın ki, geçimini ve iaşesini ilimden ve öğrencilere ilim öğrettiklerinden ya da imamlıktan kazanırdı. Böyle bir şey yok. İmam-ı Azam bir tüccar ve ticaret ehli idi. Kendi maişetini ve evinin geçimini sattığı kumaş ve benzeri ticaret ürünlerinden sağlardı.

Dünya'nın gördüğü 'gelmiş geçmiş en dürüst ve doğru tüccarlarındandı Ebu Hanife.'

Bir gün Ebu Hanife'ye kadının biri ipek bir kumaş getirip satmak ister. Kadına ne istediğini sorar, o da 'yüz dirhem' der. Ebu Hanife kumaşın daha çok edeceğini söyler. Bu defa kadın 'iki yüz dirhem' der. Ebu Hanife 'daha çok eder' diye diye beş yüz dirheme kadar çıkarlar. Kadın, 'benimle alay mı ediyorsun' der ama ciddi olduğunu öğrenince kumaşı ona beş yüz dirheme satar.

Ebu Hanife ticaret yaparken bir gün yanında çalışan kişiye, 'Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat' demişti. O kişi, İmam-ı Azam'ın olmadığı sırada o dükkanda malı İmam'ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen İmam-ı Azam, 'kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun?' diye sordu. O kişi 'müşteriyi tanımadığını belirtmesi' üzerine İmam-ı Azam, helal kazancının lekeleneceği endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıtmıştır.

Durum bu. Bizim örnek alacağımız şahsiyetler işte İmam-ı Azam gibi alimlerdir ki, onlar ilimden değil ticaret, ziraat, sanat gibi tabii geçim kapılarından maişetlerini kazanmışlardır.

İmam-ı Azam ve Said Nursi gibi müstesna ve muhteşem alimler vatandaşlardan ve halktan, ilim ve öğrettikleri dini bilgilerden dolayı maişet ve geçim olacak bir ücret talep etmemişlerdir. İşte bu özeliklerden dolayı da tabi olunacak alim ve hocalar İmam-ı Azam ve Said Nursi değerindeki alim ve hocalardır.

Kuran-ı Kerim'de Yasin-i Şerif'te bir ayet-i kerime var: 'Sizden bir ücret istemeyenlere tabi olun Onlar doğru yoldadırlar.' (Ayet:21)

Başka söze gerek yok. İşte benim sözlerim bu kadardır. Vesselam.