Hiç hoş görmezdi Recai Abi, çocukların din eğitimine tabi tutulmasını. Dinden imandan yaya idi Recai Abi. Yani çok haz almazdı dinden ve dindarlardan. 1968 kuşağı mı diyorlar? İşte tam o kuşağın solcularındandı Recai Abi.
Hiç hoş görmezdi Recai Abi, çocukların din eğitimine tabi tutulmasını. Dinden imandan yaya idi Recai Abi. Yani çok haz almazdı dinden ve dindarlardan.
1968 kuşağı mı diyorlar? İşte tam o kuşağın solcularındandı Recai Abi.
Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Nazım Hikmet ve benzeri solcu yazar ve şairlerin kitapları Köy Enstitülerinin devamı olan öğretmen okullarında yaygın şekilde okunurdu. Esasında okutulurdu.
Recai Abi de 1970'li yıllardan itibaren bir Öğretmen Okulunda okumuş ve kendisine yukarıda isimlerini saydığım yazar ve şairlerin kitapları okutturulmuştu.
Recai Abi o dönemin şartlarında solcu olarak yetişmişti. Esasında solcu yetişme değil de solcu yetiştirilmişti. Çünkü 1950'li yıllarda Köy Enstitüleri kapatılmıştı ama oradan mezun olanların etkisi Öğretmen Okullarında 1970'li yıllarda hala çok bariz bir şekilde hissediliyordu. Öğretmen Okullarına Anadolu'muzun zeki çocukları seçilirdi. İşte o zeki çocuklara Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Nazım Hikmet ve benzeri solcu yazar ve şairlerin kitapları, bilinçli ve sistemli bir şekilde okutulurdu.
O yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) yoğun ve sistematik bir şekilde bir çok Ülkede (özellikle de Ülkemizde) kendisine uydu bir Devlet oluşturmak için siyasi ve kültürel propaganda yollarını kullanıyordu. Bu maksat için de özellikle öğretmenleri ve öğrencileri ağına almaya gayret ediyordu.
İşte o maksat doğrultusunda solcu yazarların kitapları elden ele dolaştırılıyordu.
Recai Abi 1970'li yıllarda okumaya başladığı Öğretmen Okulundan yaz tatili için gittiği köyüne de götürürdü solcu yazar ve şairlerin kitaplarını. Kendisine birileri o kitaplardan verirdi okuması için. Recai Abi kendisi okurdu ve köyündeki gençlere de okuttururdu solcu yazar ve şairlerin kitaplarını.
Recai Abi Öğretmen Okulunu bitirmiş ve öğretmen olmuştu. Tam da Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Nazım Hikmet gibi bir insan olmuştu. Dinin hayatın içinde değil dışında kalmasına inandırılmıştı. Çocukların din eğitimi almasına karşı idi. Çocukların Allah'ı, dini ve imanı bilen ve Peygamberinin yolundan yürüyen nesillerden olması Recai Abi'nin umurunda değildi. Bir insanın Allah'ın emirlerini yerine getirmek üzere eğitilmesi ve bilhassa çocukların ilkokul çağında iken dindar yetiştirilmesi laikliğe aykırı idi. Aykırı olmasa da öyle düşünüyordu Recai Abi.
Çoğu şeyi yanlış öğrettikleri gibi laikliği de yanlış öğretmişlerdi. Yoksa laikliğin kendisi mi yanlıştı? Ya da yanlış kullanılmaya müsait mi idi?
Neyse bunları bir kenara bırakalım ve Recai Abi'yi anlatmaya devam edelim.
Recai Abi keskin ve sert görüşlere sahip olarak mezun olduğu Öğretmen Okulundan sonra öğretmenlik hayatında da aynı sertlik ve keskinliği sürdürüyordu. Dinden ve imandan uzak dünyevi bir hayatın akıntısında sürüklenip gidiyordu. Çok düşünmezdi bu sürüklenişi. Nereye gittiğinden habersizdi. Ya da haberli idi, fakat yetiştirildiği Dünya görüşü ona gerçekleri görmesine engel oluyordu. Okuduğu kitaplar ve arkadaş çevresinin kurbanı olmuştu. Ya da derin bir uykudaydı. Ya da son sürat ters istikamette giden bir araba kullanıyordu.
Recai Abi o ters yoldan dönüş yapabilecek miydi? Esasında özde çok güzel bir yüreğe sahip yardımsever, çalışkan ve dürüst bir insandı Recai Abi.
Recai Abi'nin birçok mesai arkadaşı vardı. Bir mesai arkadaşı vardı ki görüş ve düşünceleri birbirine zıt olsalar da iki iyi dost idi Recai Abi ile Yasin Bey.
O yıllarda sağ-sol kavgaları ve ideolojik ayrışmalar çok keskin olsa da Recai Abi ile Yasin Bey, o günlerdeki şartlara inat dostluklarını sürdürüyorlardı.
Yasin Bey, Recai Abi'yle olan dostluktan gelen cesaretle Recai Abi'ye dini bazı tavsiyelerde de bulunuyordu. Recai Abi bu ikazlara hiç aldırış etmezdi. Katı laik hayatını sürdürmekte kararlıydı. Yasin Bey'in, 'Recai Abi haftada bir kez Cuma namazı kıl bari' serzenişini duymazdan geliyordu.
Recai Abi evlenmişti. Çoluk çocuğa kavuşmuştu. Eşi de kendisi gibi bir öğretmendi. Çok çocuk sahibi olmaya da karşı idi. Tek bir erkek çocuk sahibi olmak ona yetmişti.
Çocuğunun ismi Barış idi. Barış da oldukça laik yetiştirilmişti. Babası gibi sureta Müslüman idi. Dinden ve dini vecibelerden oldukça uzak idi. Okumuş ve Elektronik Mühendisi olmuştu. İngilizceyi ana dili gibi biliyordu. Öğretmen olan Anne ve Babası Barış'ın eğitimi için hiçbir masraftan kaçınmamış ve kaliteli okullarda okutmuşlardı. Yüksek puanla öğrenci alan bir Üniversiteden mezun olan Barış Finlandiya'da iş bulmuştu.
Finlandiya'da yaşamayı ve oraya yerleşmeye karar veren Barış, iyi gelir ediyordu. Çok geçmeden Fin'li bir hanımefendi ile evlenmişti. Barış, Finlandiya'dan yalnızca bir aylık yaz tatili sırasında Türkiye'ye geliyor ve Babası Recai Abi ve Annesi Kezban Hanım ile hasret gideriyordu.
Barış'ın Oğlu Dünya'ya geldikten sonra da bu durum devam etti. Recai Abi, torunu Deniz'i yılda yalnızca bir ay görebiliyordu.
Deniz'in Annesi Hristiyanlık dininden vazgeçmemişti. Müslüman bir Türk erkekle bir Hristiyan bayanın evlilikleri vesileyle İslam ile şereflenme durumu çoğunlukla gerçekleşse de bu evlilikte bu durum sözkonusu değildi. Zaten Barış ve ailesi için Hristiyanlıktan İslam'a ihtida çok önem taşımıyordu.
Deniz Finlandiya'da ilkokula başlamıştı. Günler hızlıca geçmiş ve Deniz 8 yaşına girdiği sene içinde ilkokul 2. sınıfa geçtiği öğretim yılı sonunda Türkiye'ye Dedesi Recai Abi'yi ve Babaannesi Kezban Hanım'ı ziyaret etmişti.
O ziyaret günlerinden bir gün Deniz, Dedesi Recai Abi'ye, 'ilkokuldayken bazı günler öğretmenleri tarafından Kilise'ye götürüldüğünü' söyledi. Bunu duyan Recai Abi beyninden vurulmuşa dönmüştü. Nasıl böyle bir şey olabilirdi? Batılı Ülkeler ve özellikle Avrupa laikliğin beşiği değil miydi? Kendisi bir öğretmen olarak ilkokul çocuklarının camilere götürülmesine asla müsaade etmezdi. Ancak torunu bir ilkokul öğrencisi olarak bir Avrupa Ülkesindeki okulunda, öğretmenleri tarafından düzenli olarak Kilise'ye ziyaret maksadıyla götürülüyordu. Recai Abi bunu hiç hazmedememişti.
Torununun ilkokul öğretmenleri tarafından düzenli olarak Kilise'ye götürüldüğünü öğrenip de buna çok çok üzülen Recai Abi bunu mesai arkadaşı Yasin Bey'e bir sohbet sırasında anlatıp 'olur mu öyle şey Yasin Bey, biz Müslümanız, biz de o zaman öğrencilerimizi camilere götürülelim' dedi.
Bu durum karşısında Yasin Bey, sevinçli bir ses tonuyla yalnızca 'Hoşgeldin aramıza Recai Abi' diyebildi.
Not: Bu anlatılan olay hayali değildir. Bizzat yaşanmıştır.