“Uydurukça Yeni Bir Dil İcadı”yla Yüzyıllardır   Yazıp  Konuştuğumuz  “Yaşayan Türkçemiz” i  Topyekun Tasfiyeye Yönelik  “DİL Devrimi” nin Başlaması

BİRİNCİ BÖLÜM

'Uydurukça Yeni Bir Dil İcadı'yla Yüzyıllardır Yazıp Konuştuğumuz 'Yaşayan Türkçemiz' i Topyekun Tasfiyeye Yönelik 'DİL Devrimi' nin Başlaması

Bu yazımızda, 'Doğu İslam Medeniyetinden Kopmak' ve 'Modern Seküler - Laik Batı Medeniyetine Girmek' ten Olarak İtiraflar, Eleştiriler ve Analizler' başlıklı yazımızda bahsettiğimiz bunlardan aynı minval üzere itiraflar. eleştiriler ve analizlerden olarak, 'Harf Devrimi' nin ardından gelen 'Dil Devrimi' yle yapılmak istenenlerden bahsedeceğiz.

Tarihimizde 'Harf ve Dil Devrimleri' hakkında hep şunlar yazılmış ve söylenmiştir: 'Atatürk olmasaydı Harf ve Dil Devrimleri yapılamazdı. Atatürk bunların öncüsü olmuştur.'

1928'de Arap alfabesini kaldırarak yerine Latin alfabesini almak, ihtilaller ve inkılapların ıstılah veya terim anlamlarından olarak maziden beri yaşananları devirip yan yatırmak, tepe takla etmek ve yerlerine yepyenilerini koymaktan olarak 'Harf Devrimi' tabiri buna tıpa tıp uymuş, tam anlamıyla bir devrim olmuştu. Adı geçen devrimden sonra, dilimizin yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmalardan olarak tarihinin ve gramerinin (dil bilgisinin) yazılmasına mutlaka ihtiyaç vardı. Bunlar için 'Dilde Reformu' denilebilir. Neden 'Reform' denilir? Çünkü, dilde 'süreklilik' olduğu ve zaman içinde 'tekamül' le geliştiği için 'Devrim' olmazdı. Bu bakımdan, Atatürk'ün başlattığı işin başında 'Dilde Reform' denilmesi gereken buna 'Dil Devrimi' demek yanlıştı. Çünkü dil toplumda sürekli yaşayan kültür unsuru olduğu için devrimle topyekun tasfiye edilip, yıkılıp onun yerine yepyeni bir dili koymak mümkün değildi. Dillerin yaşayan kanunlarına ve dil bilgisi ilmine aykırı idi. Bu satırların yazarı olarak ben kullanılması bizde etik ve ilmi olamayan 'Dil Devrimi' tabirini sürekli tırnak içinde kullanmayı tercih ettim. 'Harf Devrimi' elbette bir 'devrim' idi. Ama dil için bunu kullanmak yanlıştı.

'Harf Devrimi' gibi 'Dil Devrimi' nin de bu işin başlangıcında tam bir ihtilal ve inkılap olacağına dair Atatürk'ün Sadri Maksudi (Arsal) 'ın 1930'da yayınladığı 'Türk Dili İçin' kitabına yazdığı 'Takdim' yazısında kullandığı şu ifadeleriyle kendisini göstermişti: 'İstiklalini kazanarak kendisini boyunduruktan kurtaran milletimiz, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracaktır.'

Atatürk'ün bu görüşü dil ilminin gerçekleri de göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapılacak olunursa gerçekten 'talihsiz' bir görüş olmuştur. Bu görüşe, kanaatimizce Atatürk'ün asıl mesleği 'askeri kişiliği' de damgasını vurmuş, bu haliyle 'askeri terminoloji, stratejik ve taktikler' dışında tamamen bunlardan apayrı bir terminolojisi ve yapılanması olan dil konusuna bu askeri tabirlerle teşhisler koymak ve yaklaşmak doğru değildi.

Mustafa Kemal Paşa'nın kendisi 'İstiklal Harbimizin Başkomutanı' olmaz sebebiyle de 'kurtuluş savaşları' verilerek zaferler kazanmak suretiyle, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Ermeni askerlerinin işgali boyunduruğundan kurtulmayı dil konusuna da kıyasla, dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimeleri de bu düşman askerlerinin işgaline benzeterek, düşman askerlerini ülkemizden kovup 'siyasi istiklalimiz' i kazandığımız gibi, adı geçen dilerden alıp 1000 yıldan beri konuşup yazdığımız kelimelerin atılmasını bu sefer de 'dil – kültür – manevi istiklalimizi kazanmak' a kıyas ve tevil edilmesi, askerlik-savaş alanın dil alanından apayrı bir alan olması sebebiyle bu görüşün serdedilmesi külliyet yanlıştı. Bu yanlışlıktan Atatürk'ün kendisi de daha sonra 'Dil Devrimi' nin ilerleyen yıllarında İçinde hiçbir Arapça ve Farsça kelime bulunmayan 'Uydurukça Dil İcadı'nın tutmayacağını görerek bundan geri dönmesi onun bir 'erdemi' olarak değerlendirilecektir. Geri dönecektir; zira, tarihte ve günümüzde dünyada hiçbir milletin tarihinde böyle bir yapılanma hiçbir zaman yaşanmamış, bu yanlışlığa düşüş kısa bir zaman diliminde yalnızca Türkiye'de yaşanmıştır. Böyle bir yapılanmanın , dil ilmine aykırı olduğunu ihtilaller ve inkılapların kanunlarına da uymadığını bir önceki 'Harf Derimi' ni konu alan yazımızda detaylarıyla anlatmıştık.

'Harf ve Dil Devricileri'nin amaçlarından olarak, ikisi 'ulusal' birisi 'uluslararası' boyutta buna şu üç ana sebep 'milletimize verilecek zararlar hanesi' ne yazılacaktan olarak damgasını vurmuştu:

1-Dil ilminin ve ihtilaller - inkılapların kanunlarına uymayan 'kuru-sıkı ve hamasi bir milliyetçilik anlayışı- duygusu' yla dilimizdeki bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılarak, Türkçeyi 'öz Türkçeleştirmek' veya 'arı – saf dil haline getirmek' ten olarak tam bir 'devrim' özelliği taşıyacak yepyeni bir dil icat etmek,

2- 'Milliyetçilik' amacından sonra 'Batılılaşmak –Laikleşmek amacıyla da, Arap alfabesinin kullanımdan kaldırıldığı gibi, dilimizdeki Arapça kelimeleri de 'Bunlar Arap kültürünün taşıyıcısı ve istila unsurlarıdır' olarak değerlendirilmesi sonucu bunların da topyekun tasfiyesine gidilmesi isteği,

3-'Harf ve Dil Devrimleri'nin, 'uluslararası boyutları' ndan' olarak milletimize verdiği en büyük zararlar, alfabe ve dil değişikliği ile bilerek (Komünist Rusya ve Kapitalist Batılı emperyalist büyük devletlerin içte ve dışta görevli 'yabancı ve yerli işbirlikçi unsurları' ajandalarının etkisinde) veya bilmeyerek, bu bilmeyerekten olarak adı geçin devrimcilerimizin birer 'yerli unsurlar' olarak içine düştükleri gaflet, dalalet ve cehalet eseri olarak, alfabe ve dilimizi topyekun değiştirilmesi isteğinin 'uluslararası boyut' ta en büyük iki zararları:

a-Doğu Türk Dünyası (Orta Asya Türkleri ve Azerbaycan) ile Orta Doğu ve Balkanlar Batı Türk dünyasının alfabe ve dil birliğinin ortadan kaldırılması ile uğranılan büyük zarar, Komünist Rusya Emperyalizminin işine yaramış, böylece adı geçen iki Türk dünyasının kültürel – siyasi birliktelik oluşturarak adı geçen emperyalizmi yıkmalarına fırsat verilmek istenilmemiştir. Bunu iyice takviye için, 1937'de Sovyet Diktatörü Stalin'in emriyle Azerbaycan'da kullanılan Latin (Bu ülkede yapılan 'Türkoloji Kongresi' nde Rusya'nın güdümündeki komünistlerin de desteğiyle 1926'da Arap Alfabesi kaldırılarak Latin alfabesine geçilmişti) ve Orta Asya Türlerinden Arap alfabesini kaldırılarak yerlerine Rusya'nın milli alfabesi Kiril alfabesini getirmiş, eğitim dili olarak da okullarda Rusçanın kullanılması yürürlüğe konulmuştu. Bunlara, Rusya'da gerek Çarlık döneminde ve gerekse Komünist dönemde, 'Türlerin alfabelerini ve eğitim dilini Rusça yapmazsak onları kendi içimizde asimile edemeyiz' politikası damgasını vurmuş, bunun yıkıcı etkileri 1990'larda Rusya'da Komünizm çöküp Türk devletleri bağımsızlıklarını kazanana kadar büyük ölçüde kendisini göstermişti.

b-Cumhuriyet döneminde Halifeliğin kaldırılması, Harf ve Dil Devrimleriyle gelen süreç yanında 'Dinde Reform yapıyoruz' denilerek, 'din dilinin de Türkçeleştirilmesinden ' olarak ezan ve salaların Türkçeleştirilmesi, Arap –İslam dünyası ile olan kültürel birliğinin bozulmasına, Arapların bunları, 'Türkler için bir şirk ve İslam'dan çıkma' olarak değerlendirmesine yol açarak 1000 yıl süreyle kendisini gösteren kültürel ve manevi olarak 'Türk –Arap Birliği' ne büyük bir darbe vurmuştu. Arap dünyası yanında İslam dünyasıyla da olan kültür birliği bağları koparılmıştı. Bu da İngiliz –Fransız Kapitalist emperyalizmine (daha sonraki yıllarda Amerikan emperyalizmine) hizmet etmiş, özellikle de 20 – 21 asır boyunca Arapların petrollerine ve bunlarla elde ettikleri Dolar sermayelerine hükmetmek için Türk- Arap düşmanlığı sürekli körüklenmiş ve kullanılmıştır.

'Dil Devrimi'nin 1932'de Türk Dilini Tetkik Cemiyeti'nin (daha sonda adı Türk Dil Kurumu olacaktır) kurulmasıyla birlikte yine Atatürk tarafından başlatılmasıyla birlikte, bunun 'ilk dönemi' ni kapsayan 1932- 1934 zaman dilimine, Falih Rıfkı Atay, İsmail Habip Sevük''ün vb. hatıralarında anlattıklarını göre, yine Atatürk'ün düşüncelerine de bunlar hakim olduğu ve hatta emri bizzat kendisinin verdiği halde şu yol takip edilmişti: 'Dilimizdeki birer istilacı unsurlar olan bütün Arapça ve Farsça kelimeleri atarak, dilimizi millileştirmek amacıyla yerlerine öz Türkçe kelimelerden olarak halk dilinde kullanılmaya devam edilen Türkçe kelimelerin derlenip kullanılması yanında (bunun için iki cilt 'Tarama Dergisi' çıkarılacaktır) , Orta Asya Türk dili lehçelerinden de derleme kelimeler kullanarak ve bunlar yetersiz kalırsa, yeni kelimeler icat ederek (masa başında uydurukça kelimeler yapmak) dilimizin arıtılmasını denemeye başlayacağız. Deneme başarılı olursa devam ettireceğiz, olmazsa bundan vazgeçeceğiz' yapılanması hakim olmuştu. Sanki, dünyada 'saf dil' varmış gibi, 'sıfırdan' başlayacak olan bu 'yeni dil icadı' na yaşını başını almış duayen ve üstat 'Dilde Sadeleştirme Dönemi' nin (1840 – 1922) şair ve yazarları destek vermedikleri için, buna destek verenlerin çoğu dilci, dil uzmanı olmayan, sınıflamada ikinci ve üçündü derecelere bile giremeyecek ehliyetsiz ve liyakatsiz kimseler destek vermişlerdir. Buna, biraz da 'Atatürk'e yaranmaktan, art niyetlerden olarak onu kullanmaktan' bir kısmının milliyet ve meşrebi Türk olmayan (Yahudi dönmeleri, Masonik ve Marksist zihniyetlere sahip, ateist, Misyoner ruhluların vb.) kimselerin 'Dil Devrimi' ni biraz da toplumumuza kendi ideolojilerini hakim kılmaktan olarak 'işin bahanesi' yapılanmasıyla kullanmak suretiyle dil konusunda da milletimizi mazisinden koparmak ve özellikle de kendi inanç ve yaşayışlarıyla hiç de 'Türk Milliyetçisi olmadıkları' halde, milliyetçilikleri yalnızca 'dil milliyetçiliğine inhisar ediyormuş' gibi, yapılanların 'dilimizi millileştirmek' yanında, milletimizi, üstelik de 'celladına aşık olmak' kabilinden 'Seküler –Laik Modern Batı Medeniyetine sokmayı kolaylaştırmak için ' yapıldığına dair çoğu hissi, hamasi, ilmilik ve aklilikten uzak, militanca ve jakobence olan bir kısmını aşağıya alacağımız görüşlerinin yorumlarını yazımızı fazla uzatmamak için sizlere bırakarak şöyle sıralayacağız:

Reşat Feyzi (Atatürk dönemi yazarlarından) : 'Yeni bir memleket, yeni bir rejim davasını kökleştirmek için çalışıyoruz. Muhitimizde, kafamızda, hislerimizde her şeyin Türk olmasını istiyoruz. Son Türk inkılabı (Dil Devrimi) bunun en canlı misalidir. Dil inkılabı bir nevi manevi inkılaptır… Dilimizdeki bütün yabancı sözleri istisnasız çıkarıp atmalıyız.' ( Reşat Feyzi, Uyanış, Servetifünun Dergisi, 18 Mayıs 1933, Sayı 294, s. 233)

Mehmet) Şeref (Atatürk dönemi Edirne milletvekili, - muhtemelen Yahudi dönmesi- içinde 'Türk Milletinin yeni dini Kamậlizmdir' ifadeleri bulunan 'Kamậlizm' kitabının yazarı ); ' Bütün bu Arapça ve Farsça sözlerden yakamızı kurtaramayışımız, alışkanlıktan ve görenekten ileri geliyor. Artık çok iyi anlamamız gerekir ki, Türk dili, o gibi Arapça ve Farsça sözleri istemiyor.' (Mehmet Şeref, Dil İşi Savaş İster, Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 12 Aralık 1933)

Tekin Alp (Asıl ismi Moiz Kohen olduğu halde bunun yerine müstear adı olarak 'Tekin Alp'i kullanan II. Meşrutiyet, Atatürk ve İnönü dönemlerinde din yerine 'millilik, milliyet' koymaktan olarak Türk milletine yeni doktrinler ve ideolojiler pompalamaya çalışan ve bu cümleden olarak bir diğer çalışması 'Kemalizm' kitabının yazarı Siyonist Yahudi): 'Türk milleti, İslamyet'i kabul ettiğinden beri, yavaş yavaş kendi kültürünü kaybetmiş, Peygamber'in ve Kuran'ın kültürünü benimsemişti. Din kitapları yolu ile nüfuz eden Arap kültürü ve Arap edebiyatı dili ile beraber, tabiatiyle Arap alfabesini de almıştı. Türk milletini, modern telakkilerden uzak bırakan ậmillerden biri budur…

Türklere¸asırlarca müddet dil vazifesi görmüş Osmanlıca, Türk'ün kanına en çok susamış, İmparatorluğun inhitat (gerileme) devrinde onu esirliğe mahkum etmiş en büyük iki düşmanın, mutlakıyet ve teokrasinin eseriydi. Osmanlıca, içinde Türkçe kökten pek az kelime bulunan Arapça ve Acemce kelimelerin bir halitası (karışımı) idi. Arapça kelimeler, şeriat tarikiyle (İslam yoluyla) lisana zorla girmişti…

Milletin ruhunu keşfetmekle ve şuurunu uyandırmakla işe başlamak, onu asırlardan beri boyunduruk altında tutun manevi kuvvetlerden tamamen kurtulmak lazımdı. Bunun içindir ki bu ideal, ancak İstiklal mücadelesinin başlangıcından beri, Kemalizm tarafından tahakkuk ettirilen inkılaplar sayesinde (Harf ve Dil İnkılaplarından olarak da) sayesinde ve ancak bu suretle dilin millileştirilmesi zamanı gelmişti.' (Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Gazetesi Matbaası, İstanbul, 1936. s. 109 ve 161 – 163)

Agah Sırrı Levent ( yazar, TDK üyesi ve yazmanı): 'Sadeleşme isteyenler haklı idiler. Çünkü medeniyet 'Dünyası çoktan milliyet çağına girmişti. Yabancı dillerin egemenliği altında milli dil şuurunu kaybetmiş olan milletler hangi safhalardan geçmişler ve dillerini yabancı bağlarından temizlemek için nasıl harekete geçmişlerse, bizim de o yolda çalışmamız gerekiyordu.

İşte Cumhuriyet devrinin bir devrim (Dil Devrimi) hamlesiyle eriştiği merhale bu oldu. Büyük Türk devriminin kabul ettiği iki ana prensipten birisi millileşmek, öteki de Batı medeniyeti dairesine girmekti. Bütün sosyal kurumlar bu ana prensibe göre ayarlanacak, kültür nizamı bu esaslar üzerine kurulacak; dil meselesi de böyle çözülmüş olacaktı.' (Agah Sırrı Levent, Dil Devrimi Üzerine kitabında Dilde Özleşme Hareketinin Tarihçesi yazısından, s. 18)

Melih Cevdet Anday (edebiyatçı yazar): 'İslam uygarlığına girdiğimiz zaman yaptığımız işi, bugün laik ve çağdaş uygarlığa girdiğimiz içinde yapmak zorundaydık. Okullarımızdan Arapçayı, Farsçayı kaldırdığımıza göre, dilimizdeki Arapça, Farsça sözcükler de tutunamazdık artık.' (Dilimiz Üzerine Konuşmalar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1975, s. 43)

Ömer Asım Aksoy (yazar, dilci, TDK üyesi ve yazmanı): 'Dildeki laiklik, dinin dile karışmamasıdır… Bu durum dilin ulusallığı ilkesine de, bağımsızlık ilkesine de, devletin laiklik ilkesine de ters düşmektedir. Bundan dolayı dilde din dilinin egemenliği bulunmamalıdır.' (Türk Dili Üzerine Konuşmalar, Ö.A. Aksoy'un Gelişen ve Özlenen Dilimiz yazısından, s. 89)

Nurullah Ataç (edebiyatçı, ateist yazar, İsmet İnönü'nün kültür baş danışmanı, gazeteci, TDK üyesi, 'uydurukça dil şampiyonluğuyla' tarihimize 'Türkçenin anasını ağlatan' olarak geçen yazar): 'Devrimci miyiz? Gerçek devrimci miyiz? Kapatacağız geçmişi. Yeni benliği edininceye kadar, eski divanları okumayacak, eski musikiyi çalıp dinlemeyeceğiz. Gün gelir, yeni benliğimiz kurulur, gelişir, yerleşir.' (Nurullah Ataç, Günce 1953-1955, YKY, İstanbul, 2005, s. 196)

'Dil bir medeniyet olayıdır. Bir medeniyetin kurduğu dil başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez, yetmez onu söylemeye. Bir ulus medeniyetini değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır. Bunun içindir ki, biz Türkler, 150 yıldır dil sıkıntısı çekiyoruz. Avrupa medeniyetinden öğrendiğimiz birtakım şeyler var onları Türkçe söyleyemiyoruz, açıkça söyleyemiyoruz.'(Ulus Gazetesi, 9 Kasım 1951)

'Bizim bu gayemizi (öz Türkçecilik) , çabamızı basit bir iş olarak görenler, anlamayanlar var. Mesele şu kelimeyi bırakıp şunu kullanmadan ibaret sanıyorlar. Öyle değil. Her kelimenin bir tarihi vardır. Tarihi kelimeler toplumu tarihe bağlar. Biz yeni bir medeniyete başladık, eskiye ait kelimeleri bırakarak yeni medeniyeti yeni kelimelerle kurmak istiyoruz. Dolayısıyla bizim yaptığımız işin küçümsenecek, hafife alınacak yönü yok.

Dil tartışmaları duracak elbette bir gün. Batı acunu (dünyası) içinde edindiğimiz düşünceleri, yeni görüşleri, yeni yaşayışı söyleyebilecek bir duruma geldiği gün kendiliğinden duracaktır. Ancak o gün dil devriminin artık durduğu da düşünülmeyecek, kullanılan, yazılan dil ta eskiden varmış gibi gözükecek, bugünkü çeşidinden dil tartışmaları olmayacaktır.'(Nurullah Ataç, Dil Devrimi, Cumhuriyet, 26 Eylül 1951)

'Dil devrimi, bir devrim geçirmiş, geçirmekte olan bir toplumun düşüncelerini, duygularını, , bildirmeye bir araç araması demektir. Düşüncelerde, duygularda, görüşlerde bir devrim olmuş, ne ile belirlenecek? Ancak yeni bir dille belirlenebilir. Bizim eski dilimiz, eskiden kullandığımız Arapça, Farsça sözler bizin eski düşüncelerimizi, duygularımızı, görüşlerimizi gösterebilirdi; onlar değiştikçe onları gösteren sözler de elbette değişir…

Devrimlere diş bileyenlerin dil devrimine de saldırmalarını anlamıyorum. Ama kendilerinin devrimci olduklarını söyleyenlerin dil devriminden yana olmamalarını, dilimizi değiştirmeden de toplumu değiştirebileceğimizi sanmalarını anlamıyorum.' (Ulus Gazetesi, 15 Ağustos 1956)

Suat Erginer (yazar): 'Dil Devrimimizi, Batı medeniyetiyle ilgili olarak ele alındığı zaman bizi, tabii olarak, şu hükme ve sonuca ulaştırır: Dil Devrimimiz tarihsel bir olaydır. Bizim içine girdiğimiz Batı medeniyetinin idealine ulaştıracak araçların en önemlisi olduğuna göre, geri kafalıların, merhamet uyandırmaktan daha ileri geçemeyen bütün gürültülü feryatlarına bakmayarak, olgunlaşma yolunda gelişmeye devam edecektir.' (Suat Erginer, Batı Medeniyeti ve Dil Devrimimiz, Türk Dili Dergisi, Sayı 22, 1953, s. 33)

İsmail Müştak (Mayakon) (Sultan Abdülhamit'in katiplerinden): 'Dil İnkılabı onu (Türkçeyi) Türk milletinin maddi ve manevi bünyesine uygun bir kıyafet haline sokacaktır. Artık dilimizin harîminde kiracı gibi oturmaktan kurtulacağız. Arapça ve Farsçanın esiri değil, Türkçenin emîri olacağız.' (İsmail Müştak, Öz Dilimizi Sevmek, Milliyet, 9 Kasım 1934)

Mehmet Selahattin (yazar): 'Osmanlıca köle bir dildi. Efendi kölesini nasıl ki istediği gibi oynatırsa, Arap ve Acem de, eski Osmanlıcadaki Türkçe sözlerden birçoğunu, kendi dillerinin kalıbı içine alıp benliklerinin hamuruyla yoğurdular… 600 yıl kira evlerinde dolaşıp kendisine göre ne bir il ne de bir dil edinemeyen 'mirasyedi' Osmanlıdan bir toplu iğne bile istemiyoruz.' (Mehmet Selahattin (Güngör), Süs Değil Söz İsteriz, Milliyet, 21 Aralık 1934)

'Kılığımızın içi gibi dışı da değişti.

Dilimiz de değişecektir. Bugüne değin yaptıklarımızı ilk önce kendi aramızda konuşup anlamak, ondan sonra bunu yarının çocuklarına anlatmak için tek yol budur. Fıstıkla Şam baklavası, baharatlı İsfahan pilavıyla bozulan kursaklarımızı bundan sonra Türk kaynaklarının demir sularıyla yıkayacağız.

Bu iş güçtür.

Bu işin inişi çıkışı çoktur.

Bu uğurda çok yaralı ve ölü verilecektir. Bunları biliyoruz.' (Mehmet Selahattin, Bu da Olacak, Milliyet, 21 Kasım 1934)

Hüseyin Kazım (yazar) : 'İstiklal Savaşı, yurt ve budunu (milleti) kurtardığı gibi dil savaşı da bizi öz dilimize ulaştıracaktır.

Dil deyip geçilen bir budunun (milletin) ayırdım (farklılık) ve yaşayış temeli dildir. Bütün bilgiler dil yapısı üzerine kurulur ve serpilir. Öz bir dili olmayan bir budun bilgiyi benimseyerek kendilik buluşlarda bulunamaz.' (Hüseyin Kazım (Özdil), Öz Dilimize Doğru Dergisi, Eylül 1934, s. 1-2)

Mümtaz Faik (yazar) : 'İstiklal Harbi nasıl yekpare (tek vücut) bir vatan yarattıysa, dil inkılabı da dil bakımından yekpare bir millet vücuda getirir…

Hakiki Türkçe için yaptığımız bu inkılabı, bütün memlekete salmamız (yaymamız) lazımdır. Onun için, inkılabın kökleşmesi için Türk vatanında bir tek dil hakim olmalıdır. Bizden olanların bizim dilimizden başkasını kullanmalarına göz yummamalıyız…' (Mümtaz Faik (Fenik), Türkçeyi Tamim Edelim, Milliyet, 27 Eylül 1934)

1. Behzat (yazar):'İstiklal Harbiyle ecnebi tahakkümünden kurtulan Türk milleti, elbette dilini Arap, Acem boyunduruğu altında bırakamazdı. Dil Kurultayı, bu zinciri kırmak için, Türk milletinin benliğinden doğan ikinci bir istiklal hareketidir.' (S. Behzat, Gençlik Dil Değişmesi Önünde Neler Duyuyor? Milliyet, 4 Aralık 1932)

Mehmet Saffet Arıkan ve diğer bir öz Türkçeleştirilmiş adı Arın Engin: (Yazar, Atatürk dönemi Kültür Bakanı, TDK başkanlarından, Kıbrıs göçmeni ve muhtemelen dönme, üç ciltlik 'Kemalizm İnkılabının Presipleri' kitabının yazarı)): 'Dil Devriminin iki temel özelliği vardı: Birincisi, Türk dilinin bir anadil olduğunu ve yeryüzündeki birçok dillere kaynak görevini yaptığını belirtmek, (Güneş –Dil Teorisi ile ileri sürülen ve ispatlanamayan görüş), ikincisi de, bütün Türklük için tek kültür bağı olan öz Türkçeyi yerleştirip Arapça ve Acemcenin törel (geleneksel) köleliğinden kurtarmak ve fesahatçılıktan (Osmanlıca taraftarı) öz Türkçeye, Saray ve medrese dilinden kendi öz dilini dönmektir.' (Arın Engin, Atatürkcülük Manifestosu, Atatürkcülük Kültür Yayınları, Atatürkkent (İstanbul), 1963, s. 5)

'Hiç unutmam , bir akşam Atatürk, 'Eskiyi (Osmanlıcayı) temelinden dinamitle söküp atmalı ki, yerine yenisi (öz Türkçe) kurulabilsin' buyurmuşlardı. Bu söz, onun topyekuncülüğünün (dilimizi tamamen bir arı dil haline getirmek) melezcilik düşmanı oluşunun ve dilde de ırkçılığının en güzel kanıtıdır… Bu Öz Türk topraklarında bundan böyle yalnız Öz Türkçe, Öz Türklük egemen olacaktır. Atatürk bizi, Osmanlılık zindanından kurtulma yolunu açmıştır.' (Arın Engin'in adı geçen kitabımdan, s. 2)

Prof. Dr. Orhan Fuat Köprülü (Mehmet Fuat Köprülü' nün oğlu): 'Büyük Gazi, o zaferi tamamlayan İstiklal Harbi ve onu sağlamlayan bir takım azametli inkılaplardan sonra bizi yeni bir zafere, yani bir inkılaba, daha açık bir tabir ile, manevi istiklale de kavuşturuyor. İslam medeniyeti dairesine girdikten sonra türlü amiller tesiriyle gerileyici bir tekamül takip ederek istiklalini kaybeden, yabancı boyunduruğu altına giren Türk dilini o boyunduruktan kurtarmak için adeta umumi bir seferberlik emri veriyordu.' (Dilimiz Üzerine Konuşmalar kitabından, s. 139)

Türk Dil Kurumu'nun dergisi Türk Dili Dergisi'nin yorumu ve görüşleri: 'Türkçeyi özleştirme, sözlüksel düzeyde kalan bir olgu değildir. Özleştirmecilik, genelde düşünsel ve duygusal bir değişimin dile yansımasıdır. Şöyle de söylenebilir: Dilimizin söz varlığını yenileştirme yolu ile toplumumuzun düşünsel ve duygusal yerini değiştirmedir. Bu etkileşi, daha doğrusu bütünleşim bir kağıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz.' (Türk Dili Dergisi, Sayı 334, s. 8)