Cumhuriyetin 100’ üncü yıl otokritiklerinden olarak bir önceki 5. 10. 2023 tarihli yazımızda “Cumhuriyetin 100’üncü Yıldönümünde Türkçe” bahsini işlemiştik. Maalesef ki, dönemin olumsuzluklarından olarak dilimiz ardı ardına “Birinci ve İkinci Büyük Dil Yol Kazaları” adını verdiğimiz kazaları yaşamış, bu halleriyle Cumhuriyet dönemi dilimizin “en karanlık günleri” olmuştu. Bu yazımızda ise, “İdare –Yönetim Devrimleri” nin otokritiğine girişi konu olarak alacağız.
Cumhuriyetin 100' üncü yıl otokritiklerinden olarak bir önceki 5. 10. 2023 tarihli yazımızda 'Cumhuriyetin 100'üncü Yıldönümünde Türkçe' bahsini işlemiştik. Maalesef ki, dönemin olumsuzluklarından olarak dilimiz ardı ardına 'Birinci ve İkinci Büyük Dil Yol Kazaları' adını verdiğimiz kazaları yaşamış, bu halleriyle Cumhuriyet dönemi dilimizin 'en karanlık günleri' olmuştu. Bu yazımızda ise, 'İdare –Yönetim Devrimleri' nin otokritiğine girişi konu olarak alacağız.
2021'den 2023'e İki Otokritik Eksikliği
Türk milleti, 3 Kasım 1839 Tanzimat'tan beri her alanda otokritiklerini yapamayan bir millet yapılanmasına sahip olmuştur. Geçmişte olanların bir hesabını ve muhasebesini yapmak demek olan bu otokritikler layıkıyla yapılamadığı için milletimiz hep buhranlı ve problemli hayatlar yaşamıştır ve yaşamaya devam etmektedir.
Neden 2021 yılı? Bu yıl UNESCO tarafından dünyada 'Yunus Emre Yılı' ilan edilmiş, hükümetimiz de buna bir de Yunus Emre'nin bir 'Türkçe sevdalısı' olması ve bütün eserlerini Türkçe ile yazması sebebiyle 'Türkçe Yılı' ifadesini ekleyerek 'Yunus Emre ve Türkçe Yılı' yapmıştı. Yıl boyunca, Yunus Emre'yi anmaktan olarak hakkında çeşitli yönleriyle paneller ve sempozyumlar vb. düzenlenmesi beklenirken, maalesef bunların neredeyse hiç birisi olmamıştır. Birkaç 'kuru sıkı ve hamasi' anma etkinliği dışında hiçbir şey yapılmamıştır.
Yıla ilaveten 'Türkçe Yılı' olması sebebiyle de özellikle Tanzimat'tan ve yoğunluklu olarak da günümüz Türkiye'sinde, Türkçenin içine düştüğü buhranların ve problemlerin tartışılması için paneller ve sempozyumların yapılması ve dergilerin vb. bu konularda özel sayılar çıkarması ve köşe yazarlarının ise, yazılarının büyük bir kısmını buna ayırması beklenirken, ne yazık ki bu konuda da dişe dokunur hiçbir program ve etkinlik gösterilmemiştir. Diyebilirim ki, adı geçe yıl dolayısıyla Türkçenin problemlerini makaleler yazarak dile getirmekten olarak benim yazdığım makale sayısı kadar hiçbir yazar ve bilim adamı yazı yazamamış, bunun şampiyonluğu neredeyse tamamen bende kalmıştır. Hepsi bir araya getirilirse büyük bir kitap olacak bu makalelerimin tamamını, birçok gazeteler ve dergiler yanında, okumakta olduğunuz gazetemizde de 2021 yılı boyunca yayınlamıştım. Üstelik de bunlara ilaveten, bir çeşit 'dil otokritiği' nden olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a 'Türkçe yılı dolayısıyla Türkçenin problemleri ve yaşatılması' nı konu alan bir de 300 sayfalık 'TÜRKÇE DİL RAPORU' göndermiştim.
'2021 Yunus Emre ve Türkçe Yılı' nın ardından 2023'e gelindiğinde ise, 100'üncü yıl kutlamaları esprisiyle 'Cumhuriyet Yılı İlanı' sebebiyle de beklentilerimiz, daha da yoğun ve kapsamlı olarak adı gecen 100 yılın hata ve sevaplarıyla otokritiğinin yapılacağı ve bu uğurda paneller ve sempozyumlar düzenleneceği, enine boyuna her şeyi analiz edecek ve eleştirecek dev anma kitapları çıkarılacağı vb. beklentisi idi. Ama gelin görün ki, bu yılın kapanmazsına çok az bir zaman kalmasına rağmen, umduğumuz etkinliklerin neredeyse hiçbirisi yapılamamışa benziyor veya 'kuru sıkı ve hamasi' değerlendirmelerin dışına çıkılmadığı görülüyor.
29 Ekim 2023'de bu yılı büyük şaşalar ve şovmenliklerle kutlayacağımız anlaşılıyor. Bunların tamamına neredeyse şarkılı, türkülü, sporlu vb. dev programlar damgasını vuracak. Zaten, öteden beri 'tabu ve korku sendromlarının esiri' denilen üniversiteler gerçek ve olması gereken görevlerini yapmaktan çekinecekler. Aklın ve entelektüel otokritiklerin neredeyse hiç yer almayacağı, kutlamaların şovmenliğe indirgendiği meydanlarda 'Yaşa, Varol Cumhuriyet' diye barbar bağırarak yer ve göğü inleteceğiz. Evet! Cumhuriyete yaşasın, var olsun ama, şimdiye kadar kazandığımız kazanımlar neler olmuştur ki yaşasın ve var olsun! 100 yılda 'iyi yapılanlar' ın yanında hiç 'kötü yapılanlarımız' hatalarımız da olmamış mıdır? Türkiye, Cumhuriyetin 100'üncü yılında bile bölgesinde ve dünyada (emsalleri Almanya ve Japonya yıkılıp yıkılıp yeniden süper güç oldukları halde) niçin hậlậ süper güç olamamış ve üstelik de birçok alanda 'MİLLİ BEKA SORUNLARI' ile yaşamaya, boğuşmaya niçin devam etmektedir? Bunların da bir hesabı ve muhasebesi yapılmayacak mıdır?
Anlaşılan 'yapılmayacak', yapılsa bile 'tam anlamıyla yapılmayacak', 'kuru-sıkı ve hamasi' değerlendirmeler olarak kalacağı görülüyor. Bunun sebebi de her halde, 'Atatürkçülük' e de aykırı olarak 'Tanrılara ve Tanrılaştırılanlara dokunulamaz' tabirinden 'ATATÜRK FOBİSİ' oluşturmak yanında, 'Cumhuriyetin erdemleri' ne de aykırı olarak 'KORKU CUMHURiYETİ' oluşturulduğu için yapılmayacaktır. 100 yıllık otokritik hata ve sevaplarıyla yapılamazsa, 21'inci Yüzyıl 'Türk Yüzyılı' olamayacak demektir.
Osmanlı Devletinde 'İdare –Yönetim Devrimleri' nin Ana Başlıklar Olarak Unsurları
Osmanlı Devletinin 'Çöküş Evresi' denilen 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ilanı – 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi' zaman dilimindeki 'Osmanlı İdari -Yönetim Devrimleri' ne şu dört ana unsur damgasını vurmuştu:
1-3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ilanı,
2-5 Şubat 1856 Islahat Fermanı ilanı,
3- Adına 'Taçlı Demokrasi' de denilen Meşrutiyet'in ilk ilanından olarak 23 Aralık 1876'da bir 'Kanun-u Esasi (Anayasa) ilanı yanında, 11 Mart 1877'de bir Meclis-i Mebusan toplanması,
4-Meşrutiyetin ikinci defa ilanından olarak, Temmuz 1908'de Jön Türk İhtilali'nin yapılması ve bunu bastıramayan Sultan II. Abdülhamit'in 24 Temmuz 1908'de bu ilanı yaptığını açıklaması.
'Osmanlı Çöküş Evresi' ni fazla uzatmaya gerek yoktur. 'Cihan Devleti Osmanlı' nın çöküşüne, başını 'Dünyanın birinci süper gücü' denilen İngiltere'nin çektiği 'BATI KAPİTALİST EMPERYALİZMİ' nin sömürgecilik ve yayılmacılık politikaları sebep olmuştur. Yukarıda adları geçen dört adet 'Osmanlı İdare- Yönetim Devrimleri' unsurları tamamen , Osmanlı bürokrasi, aydınları ve Sarayı'na, toplumsal temeli ve iç dinamikleri olmayan dış 'baskılar', 'kotarmalar' dan (işi iyice pişirmek) olarak yapılmıştır. Daha da doğrusu, Osmanlının hayatına, 'Dünyanın birinci süper gücü' İngiltere'nin 1830'lu yılların başlarında başlayan ve I. Dünya Harbi'nin sonuna kadar devam eden 'BİRİNCİ DÜNYA DÜZENİ' ne Osmanlıyı da adaptasyonu son vermiştir ki, bunun sonucu İngiliz kapitalist emperyalizmi bütün Ortadoğu'yu hakimiyetine almak yanında, İslam Dünyasını da 'Osmanlıyı onun başı' olmaktan kurtararak tam anlamıyla teslim almasına sebep olmuştur.
Özelikle adı geçen dönemin son Jön Türkleri İttihatçılar, dışarıdan Meşrutiyet ihracı ile (bu rejim İngiliz emperyalizmine hizmet ettiği halde) gerek devletimize ve gerekse toplumumuza 'yanlış ilaç verdikleri' nden le, çöküşümüzün bu sayede yaşandığı üzerinde durmuşlardır. Bu sürecin Tanzimat'tan başlayarak nasıl yaşandığı, o dönemin otokritiği 'hatalar itirafları' ndan olarak nasıl yaşandığı, sahibi olduğum Vatan Yayınlarından yayınladığım 'Sultan Abdülaziz ve I. Meşrutiyet Tarihi', 'Osmanlı İhtilallerinde Yabancı Parmağı' ve 'Kendi İtiraflarıyla Jön Türkler Nerede Yanıldı?' kitaplarımızda belgeleriyle geniş olarak anlatılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde 'İdari –Yönetim Devrimleri' nin Ana Başlıklar Halinde Unsurları
Özetle işin esasına bakılarsa, 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu' denilen Mustafa Kemal Atatürk'ün 'İdari –Yönetim Devrimleri' nin unsurlarına, bütün tarihçiler tarafından Osmanlı dönemin 'İdari –Yönetim Devrimleri' unsurlarının daha da çeşitlenerek 'radikal olarak devamı' gözüyle bakılmıştır. Bunlar ana başlıklar halinde şunlardır:
1-1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılarak 600 yıllık Osmanlı Hanedanı yönetimine son verilmesi,
2- 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı,
3- 1 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması,
4-Yeni Anayasa olarak 20 Nisan 1924 de 'Cumhuriyet Anayasası' olarak yeni Anayasasının kabulü ve bunun 1928'de tadili ile ondan 'Türk milletinin dini din -i İslam'dır' tabirinin çıkarılması,
5- 17 Şubat 1926 de Medeni Kanun'un (İsviçre Medeni Kanununun tercümesi ile) kabulü ve Batıdan kanun ithallerinin (Bu ithaller bizde ilkin, Batı'nın baskıları ve 5 Şubat 1956 Islahat Fermanının tatbikatından kaynaklanan, 'Avrupa hukukuna dahil' bir 'Avrupa devleti' sayılmaktan olarak, Osmanlı çöküş sürecinin 1860 – 1876 zaman diliminde yapılmış, Fransa'nın Medeni Kanunu hariç bütün kanunları Türkçeye çevrilerek geleneksel Şeriat ve Örfi Kanunlar yanında 'ikili bir hukuk' olarak uygulanmaya başlanmıştı) başlaması,
6-Laiklik ilkesinin 1937'de Anayasaya girmesi.
Cumhurbaşkanı Atatürk öldükten sonra, 'İdari –Yönetim Devrimleri' ne 7. ve 8'inci unsurlar olarak da 'Atatürk'ün mutisi ve veliahtı' denilen İsmet İnönü'nün (Atatürk ölmeden önce, İnönü'ye 'Ben ölürsem yerime sen geçeceksin' dediğinden de bahsedilir) 11 Kasım 1938 – 14 Mayıs 1950 Cumhurbaşkanlığı dönemi ve 1961 – 1965 koalisyon hükümetleri başbakanlık döneminde de şunlar eklenmiştir.
7-Cumhurbaşkanı İnönü'nün 19 Mayıs 1945 Gençlik ve Spor Bayramı konuşmasıyla Türkiye'de 'Demokrasiye Geçiş' in ilan edilmesi,
8- İnönü'nün Başbakanlığında 12 Eylül 1963'de 'Ankara Anlaşması' adıyla anılan Türkiye'nin Avrupa Ortak Pazarına (Bugün bunun adına 'Avrupa Birliği' deniliyor) girme anlaşmasının yapılması.
Olup Bitenlerin Otokritikten Olarak Değerlendirilmesi
Cumhuriyetin ilanının 100'üncü yıl dönümü otokritiklerinden olarak, yukarıda sıraladığımız 8 unsurun teorileri ve pratikleriyle belgelere dayalı olarak izahı işin esasına bakılırsa büyük boyutlarda birkaç kitap konusudur. Ben bunların her birini, önümüzdeki günlerde bir 'dizi yazı' özelliğinde makaleler halinde özetlemek suretiyle izah edeceğim.
Özetin de özeti olarak, bunların 'olumsuzluklar otokritiği' olarak, şimdiden şunları hatırlatmakla yetineceğim: Çoğu benim fikir ve düşüncelerimden olmaktan ziyade, yerli ve yabancı birçok bilim adamları, yazalar, devlet adamları ve görgü tanıklarının yazdıkları belgelere dayalı olarak, yer yer benim de görüşlerim ve yorumlarım bulunduğu halde:
'İdari –Yönetim Devrimleri ' unsurlarından ilk 6 unsurun genelde, dünyanın birinci süper gücü olmaya devam eden İngiltere'nin, I. Dünya Harbinden sonra yeniden bir yapılanma ihtiyacı duyarak 1914 – 1948 zaman dilimine damgasın vuran 'İKİNCİ YENİ DÜNYA DÜZENİ' ne 'Türkiye'nin de' denilerek bu adaptasyonda yer alıp almadığının ciddi olarak araştırılması gerektiği üzerinde durulması yanında; Saltanat'ın kaldırılmasının 'hakiki bir kaldırma' olmayıp 1922 den günümüze değişik şekiller ve yapılanmalarda devam ettiği, 1923'de Cumhuriyeti ilan edenlerin haklı ve doğru bir teori olarak bir 'halk idaresi, yönetime halkın iradesinin hakim olması' demek olan Cumhuriyetin erdemlerine inandıkları halde, 1923 – 1950 zaman diliminde pratik uygulamalar rejiminin buna ters düşüp, 'toplumsal tabanı olmayan yukarıdan-tepeden kotarılma Batılılaştırma toplum mühendisliği' zemininde 'tek partili otoriter rejim' yapılanması gösterdiği, Hilafetin kaldırılmasının zamansız olduğu, 'Vatikan benzeri' olarak bırakılabileceği ve İslam dünyası üzerinde tam hakimiyetini kurmak için İngiltere'nin isteğiyle kaldırılmış olabileceği, bir milletin dili ve musikisinin 'milli olması' gerektiği yanında 'hukukunun da milli olması' gerektiği halde, Osmanlı dönemine nazaran Batı'dan daha da aşırı derecede kanun ithallerine başvurulduğu (Filozof Aristo'nun bir sözü: 'Dili, musikisi ve hukuku bir milletin ruhudur; bir milletin ruhu ve değerlerini yok etmek için dili, musikisi ve hukukuna dokununuz'. Atatürk' de zaten devrimlerinden olarak 'Dilde ve musikide inkılap olmaz' diyerek bunlardan vazgeçmişti); Batı'dan taklitçilik eseri ve kotarılarak alınan Laikliğin, Türkiye'de Batılı anlamında uygulanmadığı, Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil' in çözümlemezsine göre 'Komünist Rusya laikliğine benzediği' ve teorik olarak da bunun, İslamiyet'in Hristiyanlığın dogmatizm ve inhisarcılığına benzememesi sebebiyle onunla bağdaştırılamayacağının dikkate alınması gerektiği, 1939 – 1950 zaman dilimini kapsayan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün döneminde Atilla İlhan'ın ve Prof. Dr. Niyazi Berkes'in çözümlemeleriyle 'Yeni Tanzimatcılık" ın başladığı ve bunun bir tezahürü olarak İnönü'nün, Türkiye üzerinde 'sahte bir komünizm ve Komünist Rusya tehdidi' tezgahlanarak 'bundan kurtulmak için' denilerek 1945'de Amerika'nın baskılarıyla 'Demokrasiye geçilmesi' sonucu, bu sefer de Meşrutiyet yerine, kapitalist emperyalizminin üzerimizde nüfuzunu kurması için 'Çok Partili Demokrasi' nin kullanıma sokularak, 1946'dan itibaren Türkiye'nin, İngiltere'nin yerine dünyanın birinci süper gücü haline gelen Amerika Birleşik Devletleri'nin nüfuzuna sokulması, buna 'AMERİKA'NIN BİRİNCİ YENİ DÜNYA DÜZENİ' ne adaptasyon – dizayn da denilmekte ve ('AMERİKA'NIN İKİNCİ YENİ DÜNYA DÜZENİ' ne adaptasyon –dizayn ise kendisini, 1990'lı yıllarda Komünist Rusya ve Sovyet Bloğu'nun çökmesi sonucu gösterecektir) Türkiye'nin 1952'de NATO'ya alınmasıyla birlikte bunun takviye edilmesi sonucu, 1946'dan günümüze Türkiye'miz, Amerikan – Avrupa eksenli (adına 'ATLANTİK EKSENİ' de denilecektir) nüfuzu altında yaşamaya mahkum edilmesinin getirdiği zorluklar ve hatalar zincirini yaşayarak, bölgesinde 'geri bırakılmışlık' statüsü içinde bir çeşit 'Ortadoğu ülkesi' görünümüne büründürülecektir. Bunlara ilaveten, üstelik de 'Amerikan-Batı ikilisi' ne 'tam adaptasyonu sağlamaktan olarak' denilerek, Türk milletinin 5000 yıllık tarihine ve tarihi misyonlarına aykırı olarak, yine İnönü'nün Başbakan olarak başta bulunduğu 1960'lı yıllarda, 'Avrupa Ortak Pazarına girmek' (Bugün itibariyle buna 'Avrupa Birliği' deniliyor) amacıyla 13 Eylül 1963'de 'Ankara Anlaşması' adıyla imzalanan anlaşmayla 'ilk kapı' açıldı. 'Türk milletinin tabutuna çakılacak son çivi' de denilen alınmak için 60 yıl sınırlarında bekletildiğimiz Avrupa Birliği'nde yer alma sürecimizin nasıl bir seyir takip edeceği hậlậ mechuliyetler içindedir.
İşte, özetin özeti 100 yıllık dönemde yaşanan olumsuzluklardan otokritik olarak yaşananlar bunlardır. Aslında, 'İngiltere ve buna 1945'de ilaveten Amerika' nın da dahiliyle birlikte bölgemizde bunların istedikleri kadar 'Zengin' ve 'Müslüman olmak' statüleri içinde yaşamamız' demek de olan bunların, belgelere dayalı olarak izahını, her birini durumumuzun elverdiği haller ve ölçülerde ayrı birer makale konusu yaparak anlatmaya çalışacağım.
Bir kısım yanlış, hatalı uygulamalı pratiklerinden ziyade, teorisinde var olan 'erdemleri' nden hareketle, Cumhuriyetin 29 Ekim 2023 yılı itibariyle 100'üncü yıl dönümünü kutluyor, yapılacak otokritiklerle yanlışları, hatalarından arındırılmış, doğrularının yaşanmasına devam edildiği halde, 'Gerçekten Demokratik Türkiye Cumhuriyeti' yapılanması içinde yer almamızı diliyorum.