Siyonist İsrail’in, Filistin Kurtuluş Örgütü HAMAS’ın “Aksam Tugayları” denilen yapılanmasının, 7 Ekim 2023’de İsrail’de yapılmakta olan bir “festival” alanına füzeler fırlatıp “400 kişiyi öldürdü” denilen olaydan sonra İsrail hükümetinin de buna “misilleme” ve “intikamını almak” için Filistin’li Arapların yaşadığı Gazze’ye saldırısı ile başlayan olaylar, o günden bu güne dünya kamuoyu gündemine iyice oturmuştur.
Siyonist İsrail'in ve Batı-Amerikan Kapitalist Emperyalizminin Düşen Maskesi
Siyonist İsrail'in, Filistin Kurtuluş Örgütü HAMAS'ın 'Aksam Tugayları' denilen yapılanmasının, 7 Ekim 2023'de İsrail'de yapılmakta olan bir 'festival' alanına füzeler fırlatıp '400 kişiyi öldürdü' denilen olaydan sonra İsrail hükümetinin de buna 'misilleme' ve 'intikamını almak' için Filistin'li Arapların yaşadığı Gazze'ye saldırısı ile başlayan olaylar, o günden bu güne dünya kamuoyu gündemine iyice oturmuştur. İsrail'in bu saldırılarıyla sivil masum kadın, erkek, çocuk demeden hepsini öldürmesinin 'uluslararası savaş hukuku anlaşmaları' ve 'soykırımı önleme ve cezalandırma sözleşmeleri' ne aykırı olarak yaptıklarının 'savaş suçlusu' ve 'soykırım yapmak' nitelendirmeleriyle, dünyada kamuoyunu ayağa kaldırmış ve neredeyse her ülkede İsrail'in işlediği savaş suçları ve soykırımlarını kınamak, derhal ateşkes istemeye yönelik gösterileri 7 ekimden bugünü hemen her gün devam etmektedir.
İsrail'in havadan, karadan ve denizden savaş hukukuna aykırı olarak hastane, okul, cami, kilise, mülteci kampı vb. demeden ve üstelik de aynı hukuk gereği yasaklanmış silahları da kullanarak (kimyasal ve biyolojik silahlar) her yeri bombardımanlarıyla ölenlerin 'teröristlerden ziyade' denilerek en başka çocukların ve ardından kadınların daha çok ölmesi ve bunların bütün medya organlarına ve özellikle de televizyon ekranlarına canlı görüntülü olarak yansıyan çığlıkları, yığın yığın cesetleri karşısında vicdanlar dayanılacak gibi olmamıştır. Özellikle ve öncelikle de dünya kamuoyunun vicdanını derinden yaralayan bunlar, bir kısım devletler, hükümetlerin ve bunların başkanlarının vicdanlarını hiç yaralamamış, üstelik de 'İsrail kendisinin varlığını ve güvenliğini sağlamak için bunları yapıyor' söylemleriyle de İsrail'in bu savaş suçları ve soykırımını kendileri de açık açık destek vermişlerdir. Bu devletler ve hükümetlerin en başında gelenleri, Batı –Amerika Kapitalist Hıristiyan dünyası devletleri ve hükümetleri olmuştur. Üstelik de öncülüğünü kendilerinin yaptıkları ve diğer dünya devletleri ve hükümetlerine kabul ettirdikleri halde savaş hukuku ve soykırımı önleme anlaşmalarına aykırı bu halleriyle de yaşadıkları 'çifte standartları' nı bir kere daha göstermişlerdir. İşlenen vahşetleri İsrail dışında herhangi bir devlet veya hükümet yapsa idi, ona karşı aslan kesilirler, önlemek için her yola başvururlardı.
Bütün bu olup bitenlerden sonra dünyamız artık eskisi gibi olmayacaktır. Üstelik de yıllardır demokrasi getirilmesi, insan hak ve hürriyetlerine uyulması, adaletin saığ4lanmaıas vb. şarkıları söyleyenlerin maskelere bir kere daha düştüğü halde, bundan böyle bunlar hiç kimseyi kaldıramayacaklardır.
Antisemitizmin Günahlarının Diyet Borcunun Ödenmesi
Özellikle de ve en başta gelen Batı- Amerikan Kapitalist –Evangelist Emperyalizmi devletleri ve hükümetlerinin, Siyonist İsrail'in Filistin'de sergilediği vahşetlerinin suç unsurları olduklarını bili bile ona her halükarda aktif destek vermelerinin büyük hukuksuzluk ve adaletsizliği nasıl ve neyle izah edilebilir?
Bunun ilk 'ipuçları' nı, dünya devlet başkanları içinde Filistinli mazlum ve ezilen Arapların yanında yer aldığı ve onların haklı davalarını savunduğunu her fırsatta ortaya koyan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın sık sık dile getirdiği şu söylemlerinde bulmak da mümkündür: 'Müslümanların Yahudilere borcu yoktur; Batı dünyasının borcu vardır'. 'Bizim tarihimizde antisemitizm hiç yaşanmamıştır.'
Antisemitizm, 'Yahudi aleyhtarlığı' demektir. Tarihte Ortaçağ Avrupasında bunun neredeyse bütünüyle cereyan ettiği dünya Batı Katolik Hıristiyan dünyası yanında 19. asırda Ortodoks Slav Rusyası olmuş, 20. asır Avrupa'sında ise, en radikal Alman ırkçısı Devlet Başkanı Adolf Hitler tarafından Yahudilerin fırınlarda diri diri yakılması, toplama kamplarında ölümü terk edilmeleriyle birlikte Antisemitizm zirve yapmıştır. Ortaçağda Yahudileri Antisemitist olaylardan çekip kurtaran Osmanlı Devleti olmuş, Avrupa'da katliam ve zulüm gören Yahudilerin Osmanlı topraklarına göçüne Osmanlı sultanları izin vermişler, bu olup bitenler, İslam dünyasında Antisemitizmin yaşanmadığını apaçık ortaya koymuştur. Belgelere dayalı olarak geniş bilgi için benim yazıp yayınlamış olduğumu 'Tarihte Adil Türk İdaresi' isimli kitabıma bakılabilir.
Bir kere, Hıristiyan dünyası , Yahudileri kendi peygamberleri Hz. İsa'yı kendilerinden olmadığı için (Hz. İsa Arami kavmindendir) onu 'çarmıha gererek' denilerek öldürmelerini hiçbir zaman unutmamışlar, bu sebepten olara hep 'lanetli kavim', 'vaftiz edilecek kavim' gözüyle bakmışlardır. Hıristiyan milletlerin, yukarıdaki 'dini sebep' yanında 'ırkçılık ideolojisi' nin varlığı ve 'ekonomik sebepler' de Antisemitizm diğer iki sebebi olmuştur. Yahudilerin Avrupa devletlerinin finans kapitaline hakim olmalarının istenilmemesi yanında, 19. Yüzyılda 1789 Fransız İhtilalinin getirdiği 'Nasyonalizm (Milliyetçilik)' fikirlerinin de Avrupa'da monarşik krallıklar ve imparatorluklar yerine 'anavatan topraklarında' denilerek küçük ve büyük 'safi ırk' esasına dayalı 'milli –ulusal devletler kurmak' sürecinin de başlamasıyla birlikte, bunlar kıta Avrupa'sına dayalı Antisemitizm'in yeni sebepleri olmuştuk ki, işte Yahudilerin 'Mesihçi Siyonizm' den 'Siyasal Siyonizm' e geçişleri bu sayede olmuş, bu giderek günümüzdeki İsrail'in kurulmasına yol açmıştır.
Avrupa Ortaçağ Hıristiyan ve 1789 Fransız İhtilaliyle gelen Yeniçağ'da Seküler Ulusalcı Kapitalist dünyası, yüzyıllar boyunca Antisemitizmin yaşandığı neredeyse tek bölge olduğu için, her ülke ve milletten çok Avrupa milletleri ve devletleri Antisemitizm suçluluklarının giderek 'ıstırabı ve vicdan azabı' nı duymaya başlamışlar, bundan kurtuluş için Yahudilerin sempatisini kazanmak uğrunda onlara 'diyet borcu ödemek' ten emellerinin gerçekleşmesine her halükarda sempatiyle bakmaya başlamışlardı.
Üstelik de ülkelerinde yaşamakta olan Yahudilerin varlığını, yüzyıllar ötesinde beri sürüp gelen 'potansiyel tehlike', 'birer güvenlik sorunu' olarak da algılamaya devam ettiklerinden, bunların ülkelerinden fırsatı doğmuşken çıkarılarak Filistin'e gönderilmeleri onlar için bir 'ek kazanç' olacaktı.
Siyonist Yahudiler şimdi, Avrupa'da kendilerine yapılan katliamlar, soykırımlar ve sürgünleri Filistin'e tek başlarına hakim olmak için Filistin'in yerleşik halkı ve toprağının tek sahibi Araplara yapmaya başlıyorlardı. Kendilerine Antisemitizmle Avrupa'da yapılmak istemediklerini şimdi kendileri düşmanları olarak algıladıkları Filistinli Müslüman Araplara karşı kendileri yapıyorlardı. Bu halleriyle Yahudilerin bu çifte standartlarını, Avrupalıların kendileri de bildikleri halde, Siyonist Yahudilere her halükarda destek olmalarının büyük rezillik hali ve çifte standardının dünyada neredeyse bir benzeri yoktu. Hele, Batı dünyasının 'diyet borçları' nı kendileri üzerinden değil de (Yahudilere tazminat ödemek vb. gibi ) , Yahudiler gibi bir çeşit düşmanları olarak gördükleri Müslüman Araplar üzerinden ödetmeleri inanılacak ve kabul edilecek bir durum değildi.
İşin esasına bakılırsa, Müslümanlara 'ilahi bir mesaj' olarak, Kur'an –ı Kerim'in şu ayet mealleri gerçeklerin bütün sır perdelerini gözlerimizin önüne indirmektedir: Bakara suresi 51 'inci ayet: 'Dinlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.' Maide suresi ayet 51: 'Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onlar ancak biribirlerine dostturlar. İçinizden kim onları dost edinirse muhakkak ki o da onlardan sayılır. Allah zalimleri doğru yola çıkarmaz.'
Batı'nın 'diyet borcu' nu ödemek yanında, Filistin'de Müslümanlara nazaran yukarıdaki surelerde de dile getirildiği halde, Hıristiyan devletlerin Filistin'de kurulacak bir Musevi Yahudi devletinin kendilerine Müslüman devletlere nazaran daha iyi bir dost olacağından da, böyle bir devletin kurulmasının Ortadoğu'da Batı –Amerikan Kapitalist Emperyalizmine daha iyi hizmet edeceğinden, kurulacak Yahudi devletinin bölgede sürekli 'koloniyal jandarması –polis devleti' yapılanmasında ona her halükarda destek vermişler ve bunu da aşağıda göreceğimiz üzere itiraf ettikleri halde günümüz itibariyle de her halükarda savunur göründükleri demokrasi getirilmesi, insan hak ve hürriyetlerine riayet ve adaletin sağlanmasına vb. aykırı olarak da vermeye devam etmektedirler.
Mesihçi Siyonizm'den Siyasal Siyonizm Geçiş
Siyasal Siyonizm'in doğuş alanı, 19. Yüzyılda Avrupa'da yeni ideolojik ve siyasi yapılanmaların ortaya çıkmasına bağlı olarak, bu kıta olmuştur. Adı geçen asra 1789 Fransız İhtilalinin yeni fikir ve siyasi cereyanları gereği, bunlardan birisinin de 'Nasyonalizm' (Milliyetçilik)' olması sebebiyle, bu cereyan bu kıtada monarşik krallıklar ve imparatorluklar yerine bir anavatanda ırk esasına dayalı olarak küçük ve büyük 'ulus devletler' in doğmasına yol açmıştır. Yahudiler, Avrupa'da bu yeniden yapılanmaya kadar M.S. 135'de 'Roma Sürgünü' nden beri, Filistin'de yeniden toplanarak 'kurtuluş' için hep 'Mesihçi Siyonizm' geleneğiyle yaşamışlardır. Esasını, Hz. Davut'un soyundan geleceğine inanılan 'ilahi kurtarıcı' bir 'Mesih' in Yahudileri dünyanın dört bir tarafından toplayarak Filistin'e getirip burada bağımsız devletlerini yeniden kurmak teşkil etmiştir. Yahudiler, bu özlemleri ve emellerini hiçbir zaman unutmamışlar, bunu dile getirmek için her cumartesi günü yaptıkları Sabbat ayininde dualarını hep 'Gelecek yıl Kudüs'te buluşalım' cümlesiyle bitirmişlerdir. (Richard Allen, Imperialism and Natıonalism the Fertile Crescent, Oxfort Unıversity Press, London, 1956, s. 189). 19. asrın ortalarında Mesihçi Siyonizm Siyasal Siyonizm'e evrilince bu sefer de Kudüs ve Filistin'e geri dönmenin emeli olarak yeni 'Kudüs Sloganı' şöyle olmuş, bunun kararı 29 Ağustos 1898'de İsviçre'nin Basel şehrinde yapılan I. Dünya Siyonist Kongresinde alınmıştı: 'Ey Kudüs seni unutursam, sağ elim marifetlerini unutsun.' (Nahumn Solokow, A History Zıonism 1600 – 1918, Ktav P. Hoıuse Inc., New York, 1969, s. 270) Sağ el marifetlerini hiçbir zaman unutmayacağına göre , Siyonist Yahudiler Kudüs'e dönmek emelleri hiçbir zaman unutmayacaklardır.
Siyasal Siyonizm'in teolojik –ırkçı – siyasal bir ideolojik ve eylem biçimi olarak kendisini göstermesinde, ilk üçü haham, dördüncüsü Rusya Yahudisi tıp doktoru şu isimler 'öncü rol' oynamışlardır: Haham Yehudah Alkalai (1798 – 1878), Haham Zwi Hirsch Kalischer (1795 – 1874), Haham Moses Hess (1812 – 1875) ve Rusya Yahudisi tıp doktoru Leo Pinsker (1821 – 1891).
Mesihçi Siyonizm'den Siyasal Siyonizm'e geçişin ilk kitapları olarak Alkalai 1845'de 'Yahuda'nın Teklifi', Kalischer 1862'de 'Siyon'a Bakış', Hess, 1862'de 'Roma ve Kudüs' isimli kitaplarını yazarken, Leo Pinsker de 1883'de Rusya'da 'Pogromlar' (Yahudi Katliamları) başlayınca, Siyasal Siyonizm'in ilk teşkilatlanması veya cemiyeti olarak ' 'Lovers of Zion' (Siyon Aşıkları Cemiyeti) cemiyetini kurdu. Bunun, 1884'de Polonya'nın Kattowizt şehrinde ilk kongresini yaptı.
Siyasal Siyonizm'in ölçüsü bu dört Yahudi'nin de buna geçişte ilham kaynakları, İtalyan, Alman, Polonya, Macaristan, Yunanistan, Karadağ, Sırbistan, Roman ve Bulgaristan milliyetçilik hareketleriyle anavatanlarda küçük ve büyük 'ulusal devletleri' in kurulması olmuştu. Kalscher, bunların etkisinde kalarak nasıl harekete geçmek istediklerini kitabında şöyle dile getirir: 'İtalyan milleti ve diğer ülkelerin milletleri babalarının vatanı için hayatlarını kurban ederlerken, biz kendimiz, niçin güçsüz ve cesaretsiz, hiçbir şey yapamaz mahrumiyetine düşmüş adamlar gibiyiz?... Ciddi olarak düşünmemize izin verilirse, mesela, İtalyanlar, Polonyalılar ve Macarlar milli bağımsızlıkları için savaş verir ve hayatlarını feda ederlerken, bizler , İsrail'in çocukları, en şanlı ve mukaddes bir vatan mirasına sahip olduğumuz halde niçin cansız ve sessiziz…?' (Shlomo Avineri, The Marking of Modern Zionism the Intellectual Origins of the Jewish State, Weidenfeld and Nicolson, London, 1981, s. 42 ve 48)
Siyasal Siyonistler, 'Yahudisiz Filistin' in öncelikle koloniyal – özerk – otonom Yahudi yerleşimleriyle 'Yahudi Milli Yurdu' haline getirilmesinin ardından bağımsız İsrail devletinin kuruluşuna gider yolda, bunu tek başlarına ve kendi güçleriyle gerçekleştiremeyecekleri için kendilerine yardım için şu arayışlar içinde bulunmuşlardır: :
1-Yahudilerin Filistin'e gönçlerini finanse etmek için Yahudi zenginlerini ikna ederek onların yardımlarını almak ve bu uğurda bankalar ve finans fonları, teşkilatları kurmak,
2-Büyük Devletlerden biri veya birkaçının aktif desteklerini almak suretiyle de bağımsızlık emellerini onların yardımlarıyla gerçekleştirmek.
Dünyada çok Yahudi zengini bulunduğu ve özellikle de dünya finans piyasasına Yahudi zenginleri hakim oldukları için Siyonist Yahudilerin bunlardan para tedarikleri ilk zamanlarda zor olmasına rağmen, giderek ikna edilmeleri sonucu onlardan göç için para tedariki sağlanmıştır.
Birinci dönem Siyonist Yahudi öncülerinin para yardımlarını almak için üzerlerinde en çok durdukları Yahudi zenginleri, Edmond James de Rothschildler, Monefiors Mois, Foulds ve Albert Kanss'tı. Ömrünün sonunu kadar sürekli en büyük kazançları Rothschildler olmuştu. Kendisinden 'en büyük Yahudi zengini ' olması yanında, 'en büyük Yahudi sevdalısı' olarak da bahsedilen Rothschildler, Türkiye üzerinde ekonomik ve siyasi nüfuzunu kurmak için daha 1830'lu yıllarda Türkiye'yi ziyaretlere başlamıştı. En büyük nüfuzunu, Kırım Harbi yılları ve Sultan II. Abdülhamit zamanında kurmuştu. Osmanlı Devletinin dışarıdan ilk borçlanmasına, Osmanlı padişah ve sadrazamlarına telkinleri ve tavsiyeleriyle Rothschildler en başta gelen sebeplerden birisi olmuştu. İlk dış borcu, Kırım Harbi sırasında para sıkıntısı çeken Osmanlı'ya harp sırasında ve harp bittikten sonra o vermeye başlamış, Sultan II. Abdülhamit bile zamanında ondan borç almış ve hatta bu hizmetleri karşılığı ona Osmanlı nişanları vermişti.
Rothschildler' in , 'Siyonist emellere hizmet' uğrunda Filistin'den ilk toprak satın alarak burada Yahudi kolonileri kurması 1867'de Batılı Büyük Devletlerin baskısıyla çıkarılan Osmanlı Arazi Kanunnamesi ile olmuş, bu kanunnameyle yabancılara toprak satışı da serbest bırakılmıştı. Rothschildler bundan faydalanarak 1882'ye kadar Almanya'dan ağırlıklı olarak Yahudi göçleriyle, Filistin'de 80 bin dönüm toprak satın alarak, Gazze – Yafa arasında sahil şeridi ve içlerinde tam 10 Yahudi koloniyal yerleşim merkezi kurarak bunlara 120 bin Yahudi göçmeni yerleştirmek suretiyle kurulması planlanan bağımsız İsrail'in temellerini fiilen o atmıştı.
Sultan II. Abdülhamit, Siyasal Siyonistlerin 'vatan bölücü' emellerinin farkına varınca, 1883' den başlayarak Filistin'e Yahudi göçlerini yasaklamış, bunun sonucu olarak Rothschildler' le de ilişkileri giderek iyice bozulmaya başlamıştı. (Geniş bilgi için özellikle Osmanlı arşiv belgelerine dayalı olarak bakınız: Prof. Dr Mustafa Balcıoğlu – Prof. Dr. Sezai Balcı, Rostschıldler ve Osmanlı İmparatorluğu, Erguvani Yayınevi, Ankara, 2023, s. 17 – 511)
Rothschildler'in Siyonizm'e hizmetleri o derece büyük olmuştu ki, I. Dünya Harbi yıllarında İngiliz hükümetlerine büyük para ve diplomatik destekleri sebebiyle, İngiliz devleti ona bu hizmetleri karşılığı 'Lord' unvanını vermiş, 'Lord Rothschildler' adıyla anılmaya başlanmıştı. Bu lord, İngiltere'ye büyük hizmetleri karşılığı ondan, İngiliz hükümetinin Filistin'in bir 'Yahudi Milli Yurdu' haline getirilmesi ve burada bir Yahudi Devleti kurulmasına destek veren 2 Kasım 1917'de Balfour Deklarasyonu'nun yayınlanmasına en büyük sebep kendisi olmuştu. Hatta Siyonist lider Chaim Weizman'ın hatıra kitabında yer aldığı üzere, adı geçen deklarasyonun 'taslak metni' 18 Temmuz 1917'de Rotschildler tarafından yazılarak İngiliz hükümetine gönderilmiş, İngiliz Dışişleri Bakanı A. W James Balfour bunda çok az değişiklik yaparak, kendi adıyla anılacak adı geçen deklarasyonu, üstelik de ilk defa Rochschildler' e göndererek yayınlanmasına sebep olmuştu. (Chaim Weizman, Trail and Error, Happen and Brothers Pubsishers, New York, 1949, s. 203 ve 208)
Birinci Bölümün Sonu