Filozofların, bireylerin ve toplumların “eşitlik” ilkesini ortaya atmasının üzerinden yaklaşık iki yüzyıl geçti. İnsanın tarihini, zihinsel yapısının değişkenliklerini, fiziki ve ruhi yasalarını gerçekte hiç bilmeyen filizofların ortaya attığı bu ilke...
Filozofların, bireylerin ve toplumların 'eşitlik' ilkesini ortaya atmasının üzerinden yaklaşık iki yüzyıl geçti. İnsanın tarihini, zihinsel yapısının değişkenliklerini, fiziki ve ruhi yasalarını gerçekte hiç bilmeyen filizofların ortaya attığı bu ilke, bütün dünyada siyasi, iktisadi, kültürel, eğitim ve sosyal bilimler alanında büyük tahribatlara neden oldu. Bilim adamları şimdiden geriye bir baktıklarında 'eşitlik' ilkesinin yeryüzünde oluşturduğu yıkımın dehşetengiz yönünü yeni yeni fark ediyorlar.
Fransız Devriminin bayraklaştırdığı üç büyük ilke 'Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik'ten olan eşitlik kavramı geçen yüzyıllarda kitlelerin beyinlerine sımsıkı yerleşti ve kısa sürede etkisini gösterdi. Kadim toplumların temellerini sarstı ve batı dünyasını sonu kestirilemez bir seri şiddet sarmalının içine garketti. Bu müthiş sloganın manasını bilmeden insanlar her yerde peşine düştüler. İlkeyi anlamadan çağın efendisi konumundaki kamuoyunun arkasına takılmamakta namümkündü.
Geçen yüzyılların en son ilahları olan bu ölümsüz ilkeler, modern demokrasiler tarafından kurumlar ve eğitim aracılığıyla her derde deva ilaçlar gibi takdim edildi. Filizoflar tarafından ortaya atılan bu hatalı fikirler, hiçbir seddin durduramayacağı taşkın bir nehir gibi her tarafı yıkıp geçti. Dünyayı alt üst etti. Eşitlik ilkesi altında Batılı emperyalistler kendi kültürlerini tüm bireylere ve toplumlara dayattı. Birçok psikolog ve devlet adamı bunun yanlış bir fikir olduğunu bilmesine rağmen bu fikirle savaşmaya cesaret edemedi.
Bugün gelinen noktada bilim adamları ve sosyal bilimciler, bazı bireylere ve bazı toplumlara uygun olan kurumlar ve eğitimin başkaları için çok zararlı ve yıkıcı olabileceğini gösterdiler. Post-modern bilim bize, bireylerin ve toplumların farklı fiziki ve ruhi yapılara sahip olduğunu ispatladı. Birçok insanın doğuştan farklı mevhibelere ve kalıtımlara sahip olduğunu ortaya koydu. Positivist bilimin ortaya koyduğu sosyal bilimler ilkelerinin yıkımını yeni gören bilim adamları, her bireyin ve toplumun fizik ve ruhi anatomik karaterlerini artık tek tek inceliyor. Birey ve toplumların duyguları, düşünceleri, inançları ve sanatlarının buradan doğduğunu ifade etmektedirler.
Ünlü Fransız düşünür Guvtave Le Bon, Fransız Devrimi'nin 'Eşitlik' ilkesinin toplumlara zarar verdiğini ve gerilettiğini ifade ettikten sonra, 'Bir ulus kurumlarını, inançlarını ve sanatlarını değiştirmek için önce ruhunu değiştirmek zorundadır; medeniyetini bir başkasına taşıyabilmesi için ruhunu da ona geçirebilmesi gerekecektir' diyor. Le Bon, 'Yüzyıldan bu yana birbiri peşine gelen reformcular her şeyi değiştirmeye çalıştılar: Tanrıları, yeryüzünü ve insanları. Zamanın değişmez hale getirdiği ulusların ruhunun yüzyıllık karakterleri üzerinde henüz hiçbir etki yapamadılar' demektedir.
Fakat geçen yüzyıllarda birçok reformcu ve devlet lideri, üstad Cemil Meriç'in tabiriyle Batının deli gömleklerini kendi halklarına giydirmeye çalıştılar. Kendi toplumlarının ruhlarıyla oynadılar. Batının eğitim, ahlak ve psikolojisini 'eşitlik' ilkesi adına halklarına dayattılar. Ortaya çıkan çarpıklık, sapma, yıkıcılık kendi ruhundan sıyrılmaya çalışan toplumları resmen aptallaştırdı.
Dünyada nitelik giderek düştü. Bireyler ve toplumlar sıradanlaştı. Eşitlik ilkesi, kültürlerin dinaminiğini ve gelişim dinaminiğini olumsuz etkiledi. Modern kurum ve eğitimin 'eşitlik' ilkesi altında insanı köleleştirdi. 'İyi bir düşünür, iyi bir sanatçı, iyi bir filozof ve iyi bir devlet adamı neden çıkmıyor?' sorusunun cevabını 'eşitlik' ilkesinin manivelasında aramak gerekiyor. Unutulmamalı ki, eğitimde eşitlik ilkesi dahileri yetiştirmez. Dahiler ancak eşitliği aştığında ortaya çıkar.
Şimdi de dünyayı 'cinsiyet eşitliği' adı altında büyük bir uçuruma sürüklüyorlar. Ailesiz, evsiz-barksız bir göçebe haline getirmeye çalışıyorlar insanoğlunu. Toplumlar, eşitlik teorilerinin oluşturduğu içtimai ve siyasi kargaşalardan artık endişe etmiyor. Devlet adamlarının da siyasi yaşamları bunlarla ilginemeyecek kadar kısa olduğu için insanlık bu halüsinasyon içinde devinimi sürdürüyor. Müslüman ilim adamları 'eşitlik' ilkesini ancak hukuk alanında uygulamış, diğer alanlarda uygulanmasının fıtratla oynamak olarak görmüşlerdir.
Sonuç olarak Fransız Devrimi'nin başta olmak üzere batının büyülü kavramlarından kurtulup kendi kavramlarımızı artık kullanma zamanı gelmiştir. Batının içini boşalttığı ve kendi hüviyetini giydirdiği 'Eşitlik' ve 'Özgürlük' gibi kavramları da artık hakiki manalarına rücu ettirmeliyiz.