Yolumun üzerinde bir ilköğretim okulu var.

Sabahleyin okulun önü “ana-bana” günü olur.

“Ne oluyor?” diye sormaya gerek yok. Zira ebeveynler evlatlarını okula getirmişler.

Mektepte, pardon “okulda” okuyan çocuklar mı yoksa ebeveynler mi? Belli değil.

“Pardon!” dedim veya “affedersiniz!” demem lazım.

Niye “pardon” veya “affederseniz” dedim, izah edeyim:

Değiştik, toplum olarak, değiştik.

Değişmek ile inkişaf etmenin farklı olduğunu vurgulamak istedim.

“Vur-gulamak” istedim yani tebarüz ettirdim.

Değişmek başka şeydir inkişaf etmek veya tekâmül etmek başka.

Bir zamanlar, bundan 150 sene önce “mektebe” giderdi çocuklarımız.

Mektepte hayat öğretilirdi.

Ebeveynler evladını kaydettirmek için mektebe götürürdü sadece.

Daha sonra talebeler kendisi giderdi mektebe. 

Talebe velisi “Eti senin kemiği benim” derdi ve güvenirdi mektepteki hocalara.

Hocalar da “hoca” gibiydi.

Bilgi sadece kafasında değildi hocanın, aynı zamanda pratize ederdi.

Yani bilgi boğazdan aşağıya inerdi.

Kalbe inerdi.

Ruha nüfuz ederdi.

Hocalarımız talebeleri himaye ederdi.

“Himaye”, yani sahiplenirdi.

“Sahiplenirdi” derken pohpohlardı demek istemedim.

Hatalarını düzeltir, doğrularının artmasını temin ederdi.

Bu arada hemen ifade edeyim: “doğru” demek aynı zamanda “sevap” demektir.

Türkçemiz katledilince insanlığımız ve mazimiz de yok oldu, buharlaştı.

Uydurukcayı Türkçe zannedecek kadar esfelleştik.

“Esfel” kelimesi “sefil” kelimesiyle aynı kökten gelir. Sefil kelimesinin anlamını bilmemenize imkân yok. Zira “Sefiller” romanını okumuşsunuzdur. Veya en azından ismini duymuşsunuzdur.

Tekrar dönelim “mektep” meselesine.

Zaman-ı mazide mektepte hocalarımız için talebeler/öğrenciler birer nadide emanetti. Bu nadide emanete ihtimam gösterirdi hocalarımız.

Dedim ya hocaydı evlatlarımızı emanet ettiğimiz güvenilir eller.

Hocalarımız güvenilir sima idiler.

Günümüzde evlatlarımızı emanet edebileceğimiz öğretmenlerimiz var elbette. 

Ama acaba kaç tane? 

Diyelim ki okullarda fedakâr ve liyakatli öğretmenlerimiz var. 

Okulların bahçesine kadar metamfemin denilen uyuşturucunun yaygınlaştığını bilmeyen var mı? 

Bu uyuşturucu kullanımımın 12-13 yaşına kadar indiği belirtiliyor. 

Okullarımızda var olduğuna kani olduğumuz fedakâr ve liyakatli hocalarımızın, okullarımızın bahçesine kadar sokulan metamfamin satıcılarına müdahale edebilmesi mümkün mü? 

Bu sözünü ettiğimiz okullar, ilköğretim seviyesindeki kuruluşlarımız.

“Kurum” demeyi tercih etmiyorum ben.

Daha önce ifade etmiştim tekrar ifade edeyim: “Kurum” dumanın bıraktığı izdir. Yani sobanın kurumu olur veya bacanın kurumu olur. Binaenaleyh ben “kuruluş” veya “müessese” yada “cemiyet” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.

Ben asıl üniversite sınavlarından söz etmek isterim.

“Sınav” haline getirilen imtihana evlatlarımız mı girdi yoksa yakınları mı, belli değil.

Üniversite imtihanının yapıldığı okulların önü lebalep araba dolu.

180 dakika boyunca “aday” içerde ter döküyor.

Dışarıda “aday” yakınları kan terliyor.

Hangisi imtihanda belli değil.

180 dakika içinde “aday” mesleğini tercih etmiş olacak veya mesleğiyle ilgili karar zemini oluşturacak.

Bu ne kadar sıhhatli?

Sıhhatli değil sağlıklı da değil.

Ama “ölçmek” için 1970’li yıllardan beri bu sistem kullanılıyor.

Mademki bu sistem sıhhatli değil acaba hangi sistem daha faydalı arayış içinde miyiz?

Nasıl aramaktayız?

“Evrensel” kriterlere bakarak mı aramalıyız?

Yani bizim, toplum olarak ve millet olarak hiç mazimiz olmadı mı? Millet olarak tecrübemiz yok mu? 

Kendisiyle kavgalı hale getirilmiş başka millet var mıdır, diye sorsam, Rusya’yı gösterirler belki.

Dünyada başka milletler de bulabiliriz kendi mazilerine mesafeli olan.

Fakat onlar kısa süre sonra kendilerine geldiler. Kendi ayakları üstünde durmaya çalıştılar/çalışmaktalar.

Bizde öyle olmadı/olmuyor.

Asla ümitsiz değiliz fakat gerçekçi olmak lazım.

Mevcut durumun tam fotoğrafını çekmeliyiz ki çözüm arayışı mümkün olsun.

Memleketimizin son yüz yıllık vaziyeti şöyledir:

Bir kısmı şifa bulmaz mazi düşmanlığıyla melül.

Bunlar kemikleşmiş halde ve marjinale yakın bir kütle.

Bir kısmı “İslamcı” olduğunu söylüyor, ya İran modeli veya bir başka radikal anlayışa metfun. Bunlar da marjinale yakın bir zümre fakat bunların söylemleri mütedeyyin çoğunluğun aklını çelebiliyor.
Yani başlığımda ifade ettiğim gibi “esfel” bir durumdayız. 

Zihnen böyle olduğumuzu düşünüyorum. 

Üzülerek ifade etmeliyim ki genel fotoğraf bu.

İnsan sormadan edemiyor: Bizim kendimize ait sistemimiz yok mu?

Var elbette, var.

Son bin yıllık kristalize olmuş tecrübeye bakacaksınız ve günümüze irca edeceksiniz.

Yani seçici olacaksınız.

Seçici olmak için kendinizi, kültürünüzü ve mazisini tanımanız gerekir.

Yabancı dilin Türkçeden daha önemli kabul edilen bir eğitim sisteminde kendimizi tanıyabilir miyiz?

Milletinin değerleriyle bütünleşememiş veya bütünleşmekten korkan bir akademik yapının ülkemizi aydınlatması beklenir mi?

Bütün bu negatif görüntüye rağmen milletimizin mayası sağlamdır ve reklama ihtiyacı olmayan kuruluşlar milletimizin vazgeçilmez mimarı olarak mevcutturlar.