6.8’lik depremin vurduğu Elazığ’da insanlar acılı, suskun, bedbin, karamsar, tedirgin, umutsuz. Korku dolu gözler ile tereddütler yaşıyor. , Elazığ depreminin üzerinden 17 gün geçti...
6.8'lik depremin vurduğu Elazığ'da insanlar acılı, suskun, bedbin, karamsar, tedirgin, umutsuz. Korku dolu gözler ile tereddütler yaşıyor.
'Allah korudu bizi, deprem çok değil iki üç saniye daha devam etseydi şu an ağır hasarlı binalar çökecek ve can kaybı belki de yüz bini aşacaktı.', diyor Elazığ insanı ve şükrediyor. Ancak bir yandan depremin yaralarını sarmak öte yandan dondurucu soğuklarla mücadele etmek o kadar zor ki…
Bu gün 9 Şubat 2020, Elazığ depreminin üzerinden 17 gün geçti. Dışarıda dondurucu bir soğuk var. Soğuk, iliklerine işliyor insanın. AFAT ve Kızılay çadır vermiş. Çadır dediğiniz ne ki… Kalın bir bezden yapılmış iki bilemediniz üç bölümlü barınak. Hadi içerisine soba kurdunuz ya tuvalet ihtiyacı… Temizlik ihtiyacı, banyo… Su yok, çeşme yok hijyen mi bu çadır hayatı? Hani soğuk bir yana Allah göstermesin bir salgın hastalık baş gösterirse ne olur bu insanların hali?
Biz, bu coğrafyada depremle birlikte yaşamak zorundayız. Deprem bugün oldu, yarın da olacak. Devlet vatandaşını bu soğukta çadıra mahkûm etmemeli. Madem bir deprem ülkesiyiz. O halde evvelemirde zemin etüdü yapılmış arazi üzeride depreme dayanıklı evler inşa etmek mecburiyetindeyiz. Bu gerçekleşinceye kadar devlet; siz, konteynır deyin ben 'yürüyen evler' diyeyim yapmak zorunda. Şimdi ülkemizde yirmi otuz bin yürüyen ev olsa idi vatandaşlarımız bu kış kıyamette çadıra mahkûm olmazdı.
Efendim depremin ne zaman olacağını kimse önceden tahmin edemez mazeretine kimse sığınmasın. Bakın, Elazığ depremi bağıra çağıra ben geliyorum dedi ve geldi. Depremleri 'kader' diye geçiştiremeyiz. Yer etüdü yapmadan kurduğumuz yerleşkelerle, demirinden, çimentosundan çalarak yaptığımız binalarımızla kısacası insani kusurlarımızla suçlu olan yöneticilerimiz ve bizleriz. Deprem gerçeğini kadere bağlayarak 'ne yapalım Allah'tan geldi' demek ve haşa Allah'ı kusurlarımıza gerekçe göstererek tedbir almamakla deprem ve benzeri felaketlerden kurtulamayız. Söyledik yine söylüyoruz; tedbirimizi alacak, takdiri elbette ki Allah'a bırakacağız.
Biz, yakın geçmişte iki büyük deprem yaşadık. 1999 yılında 'Adapazarı Depremi' ardından 'Düzce Depremi'… Her iki depremde yaklaşık 20.000 insanımızı toprağa verdik. 1 Mayıs 2003 yılında Bingöl'de meydana gelen 6,4 şiddetindeki depremde 177 kişi hayata veda etti. Bingöl depreminin hemen akabinde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan ki o zaman üç aylık başbakandı Bingöl'e giderek incelemelerde bulunmuş sonra da bir konuşma yapmıştı. Yaptıkları konuşmada 'Kırılan fay değildir. Kırılan ar damarıdır. Depremde insanlarımızın ölmesi, sadece malzemeden çalma hırsızlığı değildir, aynı zamanda insanlık hırsızlığıdır. Kader diye geçiştirilemez. Tedbirli olmak, aklını kullanmak, insanın en büyük vasfıdır. Türkiye yıllarca har vurup harman savurma mantığıyla yönetildiği için bu sonuçlar yaşanıyor. Deprem konusunda yıllardır hiçbir önlem alınmadı, hiçbir çözüm üretilmedi. Depremlerde ortaya çıkan felaketin asıl sebebi, kamudaki yolsuzluklardır, yönetim sorunudur.', demişti. 17 yıl önce bir büyük gerçeğin altını çizen o zamanın Başbakanı yerden göğe haklıydı. Deprem kader değildi yönetim sorunuydu.
Ben yine Depremin son vurduğu Elazığ'a döneyim. Elazığ'ı, Elazığlıyı yalnızca deprem vurmadı. Bir yandan da Elazığ, kışın dondurucu soğuğu ile mücadele etmek zorunda kaldı.
Şimdi size soruyorum: 'Siz, eviniz yıkılıp da sokakta kaldınız mı hiç? Soludunuz mu acıyla birlikte soğuğu? Her köşesinde onlarca hatıranızı yaşatan evlerinizin gözlerinizin önünde enkaz yığınına döndüğüne şahit oldunuz mu? Siz, elleri soğuktan morarmış yanağından süzülen gözyaşını babası daha fazla üzülmesin diye saklayan bir çocuğun hissettiği acının, hüznün ağırlığını yüreğinizde hissettiniz mi hiç? Siz, bir babanın çaresizliğini… Bir annenin ağlamamak için ısırdığı dudaklarından akan kana şahit oldunuz mu hiç? Siz, sessiz feryatlarla yıkılan gönülleri teselli etmek için söyleyecek söz bulamamanın telaşını yaşadınız mı hiç?'
Şimdilerde sessiz çığlıklar yaşıyor Elazığ. Öylesine bedbin, ölümüne küskün… Ulusal yası bırak, afet bölgesi ilanını dahi çok gördüler ona… Oysa Elazığ, meclis araştırması ile birlikte özel kanun çıkartılmayı bekliyordu. Ağla şimdi Elazığ, Ağla. Yalnızlığına, seni hemen yanı başında uzayan Harput sırtlarına değil tarım arazilerini imara açanlara terk ettiğin kaderine ve vefasızlığa...