Osmanlıdan kalan sanat kıymeti yüksek binalar Saray, Kasır ve
Müze diye üç sınıfa ayrılmış vaziyette. Saraylar TBMM Başkanlığına,
müzelerse Kültür Bakanlığına bağlıdır...
Bu tasnifte Topkapı Sarayı aleyhine bir uygulama yaşanmakta. Bütün
dünya "Topkapı Sarayı" demekte. Ama resmi adı "Topkapı Sarayı
Müzesi"dir. Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız... gibileri Saray,
Aynalıkavak, Ihlamur.. gibileri Kasır olduğu için bunlar TBMM
Başkanlığına bağlılar. Onları Başkanlık sevk ve idare eder. Topkapı
Sarayı ise müze yapıldığından Kültür Bakanlığına bağlıdır. Burada
şu çarpık bakışı yakalamak mümkün. Bunu yapan zihniyet, besbelli ki
Tanzimat sonrasını şöyle veya böyle kabul etmişken asıl Osmanlı
asırları olan Tanzimat öncesine ikinci sınıf muamele yapmıştır.
Bu saygısızlığın düzeltilmesi gerekir.
Bu da şöyle olabilir:
Topkapı Sarayı'na iade-i itibar edilerek o da meclis başkanlığına
bağlanabilir. Veya Topkapı dahil bütün Saray ve Kasırlar
Cumhurbaşkanlığına bağlanır. Yahut hepsi Kültür Bakanlığına
bağlanır. Doğru ve isabetli karar, "Saray ve Kasırlar Daire
Başkanlığı" diye bir makam ihdas edilerek hepsinin
Cumhurbaşkanlığına bağlanmasıdır.
Bugün Saray, Köşk, Kasır ve müzelerdeki eşya, talandan,
hırsızlıktan, kaçakçılıktan arta kalanlardır. Meşhur "Yıldız Sarayı
Yağması" ucu kimlere dokunacağı endişesiyle hiç bir zaman meclis
araştırması yapılmamıştır. Sultan Abdülhamid, hal edildiğinde
İttihatçı çapulcular 33 yıllık birikimi çaldılar, yağmaladılar ve
yaktılar.
Saraylarla alâkalı hazin hikâye bundan ibaret değildir.
Çok yakın tarihte olmasına rağmen unutulmuş iki vak'a daha
vardır:
Cahit Karakaş, oradan oraya geçerek AP, CHP, HP, DSP'de vekillik
yapmış bir politikacıydı. AP'den ihraç edilince bir saat içinde
CHP'ye geçmiştir. 17 Kasım 1977'de TBMM Başkanı olduğunda CHP
milletvekiliydi. Başkanlığı 12 Eylül darbesine kadar devam etti.
O'nun zamanındaki bir vahim icraatının üstüne ne yazık ki bir
bardak su içilmiştir. Saraylar, meclis başkanlığına bağlı olduğu
için mevzuat, onlara buralardaki eşyayı emaneten ve zimmetli olarak
almalarına müsaade eder. Cahit Karakaş, bu imkândan istifadeyle
Dolmabahçe Sarayı'ndan 1.94 metre yüksekliğindeki paha biçilmez bir
kristal aynayı evine nakletmişti. Bu aynanın bir süre sonra
kırıldığı haberini içimiz yanarak okuduk. Çerçevenin, kırık
parçaların ne olduğunu bilmiyoruz. Zayıf bir ihtimal ama naklin eve
değil de ofisine yapılmış olması neticeyi değiştirmez. Aynanın
yerinden alınmasının hanımının beğenip arzu etmesiyle olup
olmadığını da şimdi tam hatırlamıyoruz. Diğer taraftan hakikaten
bir kırılma olup-olmadığına dair bir tesbit raporu da
görmedik...
Bunun gibi içimizi yakan bir saray hikâyesi daha vardır:
Yangın öncesi AKM'nin adı Taksim Kültür Merkezi'ydi. Kristal ayna
faciasının yaşandığı yıllardı. Kültür Merkezi sahnesinde "Dördüncü
Murad" oyunu sahnelenmekteydi. IV. Murad Han'ın kaftanı Topkapı
Sarayından alınarak tiyatroya getirilmişti. Cihan Ünal, onu giyerek
sanatını icra ediyordu. Terörün her tarafta kol gezdiği dehşet
zamanlarıydı. Bir gece yangın haberiyle yerlerimizden fırladık.
Bilenler "Eyvah, Kaftan!" dediler. Evet, eyvah! IV. Murad'ın
emaneti, diğer kostümlerle beraber kül olmuştu. Veya biri fırsattan
istifade o arada alıp götürdü. Elektrik kontağı dendi. Kontak veya
sabotaj. Birileri kaftan için gözlerini kırpmadan bunu
yapabilirler...
Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nın suntadan mamul 4 küsur bin
liralık masasını dillerine dolayanların acaba şu yazdıklarımızdan
haberleri var mı?
Son bir asırdaki saray, kasır, müze hırsızlık, talan ve
suistimalleri iç burkan fakat hizmet eden bir kitap olur.
İşte buyurunuz:
II. Abdülhamid Han, Selanik'in düşme tehlikesi üzerine Beylerbeyi
Sarayı'na nakledildiğinde devrin Hükumeti, mahlu Padişah ve
ailesine Sarayın sadece iki odasını kullanmasına izin vermişti.
İsmet İnönü'nün reisi cumhurluğunda üniversite tahsili yapan
oğulları Erdal İnönü ve Ömer İnönü için okullarına yakın diye
Dolmabahçe Sarayı pansiyon olarak tahsis edilmişti.
Tarihin karanlıkları aydınlanırsa.
Yalanları tükenirse.
Doğrular gün yüzüne çıkarsa.
Kurtuluruz!