Son iki haftadır bir alt üst oluş, derin bir toplumsal travma yaşıyoruz.
Son iki haftadır bir alt üst oluş, derin bir toplumsal travma yaşıyoruz. Bedeller ödesek de Allah’ın üzerimizdeki inayeti sayesinde büyük bir badireyi şimdilik savuşturmuş görünüyoruz. Bu ülkenin ordusunun kendi halkına ölüm kusmasına, çok eskilerde “cemaat” denilen bir yapının, önce “camia” sonrasında ise silahlı terör örgütüne dönüşme sürecinin ülkeyi hangi noktaya getirdiğine şahit olup öfkeleniyoruz. Şüphesiz haklıyız da. Ama bu duruma nasıl gelindiğine dair toplumda her kafadan bir ses çıkıyor.
Başlangıçta samimi birer Müslüman olan insanların nasıl olup da iki yüzlü, hak yiyen, masonik bir örgütlenme yapısıyla devlete sızan, bunları yaparken ahlaki ve dini değerleri göz ardı edebilen ve en nihayetinde kendi halkını zalimce katledebilen birer teröriste dönüşebildiklerini tartışmadan, soruna köklü bir çözüm bulmak çok zordur. FETÖ gider bir başkası gelir.
Sorunu oluşturan etkenlerden birisi belki de temeli bu devletin asker ve sivil bürokrasisinin uzun yıllar boyunca kendi halkının büyük bir çoğunluğuna düşmanca ve dışlayıcı davranışları yatıyor aslında. Toplumun büyük bir kesimini oluşturmasına rağmen dindar insanlar, kendi devletleri tarafından birçok haksızlığa uğratıldı, inançlarını yaşamaları, devlet kadrolarında çalışmaları, bürokraside yükselmeleri, devleti yöneten insanlardan olmaları engellendi, ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüler yıllarca. Bu yapının başı olan hain de bu durumu bağlılarını masonik tarzda sinsi, gizli ve ikiyüzlü bir yapılanmaya ikna etmek için kullandı.
Sorunun bu kısmı şimdilik çözülmüş görünse de devlet kadrolarının istihdamında bundan sonra herhangi bir gizli yapılanmaya geçit vermemek için şeffaf ve adil uygulamalara azami hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir.
Diğer bir etken ise hiç şüphesiz sorgusuz sualsiz biat kültürünün, bilgisizce itaatin ve din büyüğü olarak kabul ettikleri kişilerin İslam’a aykırı gibi görünse de dediklerinde ve yaptıklarında müridlerin anlayamayacağı hikmetler olduğu inancının toplumun büyük bir kesiminde kabul görmesidir. Fetullah denilen hainin başlangıçta olmasa bile ilerleyen dönemlerde halkın bu kabulünü kendi lehine kullandığı aşikardır.
Bir diğer etken yine dini literatürde çokça var olan hurafe kültürüdür. Özellikle tasavvufi öğretilerin içerisine çokça sızmış bulunan bu kültür, din büyüklerinin başka alemlerde ya da bizzat bu alemde peygamberler, sahabeler, eski tasavvuf büyükleri, hatta ve hatta haşa bizzat Allah’u Teala ile rüya veya zuhurat yoluyla görüşmeler yapabileceklerine ve onlardan yapılacak şeylerle ilgili talimat alabileceklerine inanmayı sağlayabilecek kadar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Dini bir önder olarak gördüğünüz bir kişinin böyle bir gücü olduğuna inandıktan sonra o kişinin size yaptıramayacağı şey yoktur.
Tabii ki toplumda var olan mehdi bekleme ve kendi din önderini mehdi olarak görme hastalığı bir çok cemaat ve tarikatta olduğu gibi bu yapıda da kendini göstermiş ve Fetullah için bu çok kullanışlı bir araca dönüştürülmüştür.
Durum o kadar vahim bir hale gelmiştir ki açıkça haram olan fiillerin işlenmesinin zaruret olarak gösterilmesi artık bu yapı mensuplarına hiç de dine aykırı gelmemeye başlamıştır. Hain Fetullah kendine adeta yeni bir din oluşturmuş, zımnen de olsa kendisini asrın peygamberi ilan etmiş ve kendilerinin Müslüman olduklarından şüpheleri olmayan geniş bir kesimi farkında bile değillerken bu yeni dine biat ettirmiştir.
Bu aşamadan sonra kendilerini hak dinin temsilcileri olarak göremeye başlayan bu insanların kendilerinden olmayanları bir çeşit kafir olarak görmemeleri için hiçbir sebep yoktur. Yeni dine bir devlet lazım olduğuna inanan müritlerinin bu kadar gözü dönmüşlükle saldırmaların altına yatan temel psikoloji de budur.
Bu yapının başka devletler, istihbarat örgütleri ve derin gizli yapılar nezdine kullanışlı bir araç haline gelmeleri bir dahaki yazının konusu olsun.
Selam ve Dua ile