Yalnızlık
Öyle bir zamandayız ki, kalabalıklar içinde yalnızlık çeker, bunca gürültü arasında bazen tek işe yarar ses duyamaz hale gelebiliyor insan. Allah ile bağını zayıflatan sürekli yalnız hissetmeye mahkumdur dünyada.
Müslümanlar maddeten zenginleştikçe, manen fakirleşiyor, sayıca çoğaldıkça sanki daha da yalnızlaşıyor.
Güzel arabalarımız, güzel evlerimiz, güzel eşyalarımız, güzel eş ve çocuklarımız var belki ama, bunlardan hangilerinin varoluşumuza mânâ katan, ruhumuzu arındıran, bizi Rabb’e yaklaştıran varlıklar oldukları tamamen bir muamma.
Yetimler, fakirler, muhtaç akraba, dost, arkadaş ve komşular her yerde şefkati, merhameti, uzanacak bir eli beklerken kendi kapalı dünyamızda sayılarını artırdığımız mallarımız, biriktirdiğimiz paralarımız, şımarttığımız çocuklarımız, gösterişli davetlerimiz ve sınırsız hale gele getirdiğimiz hiç bitmeyen ihtiyaçlarımız nasıl mana katabilir ki zaten hayatımıza. Yoksa sms ve kredi kartlarımızla, sıcak evlerimizde, televizyon karşısında en sevdiği dizimizi izlerken onlara yolladığımız birkaç kuruş ya da sosyal medya üzerinden yaptığımız paylaşımlar yeterli mi olur sanıyoruz ahirette yüzümüz ak bir şekilde hesaba çekilmeye
Müslümanlar olarak zenginleşiyor, sosyal statü kazanıyor, toplumda önemli yerlere gelebiliyor, sözü dinlenen bir siyasetçi, bir yazar, bir hoca, bir ilim adamı, bir iş adamı, bir bürokrat olabiliyoruz artık. Peki yönetimde emanet ve adaleti, ilimde izzeti, iş hayatında hakkaniyeti ne kadar önemsiyoruz tartışılır.
Ortalık kraldan çok kralcı olup liyakate değil adamına göre muamele eden siyasetçilerle, bir dediği diğerini tutmayan, ilimsiz, delilsiz heva ve hevesinden konuşan hocalarla, birbirinin ayağını kaydırmaya çalışan hak yiyen adalete riayet etmeyen bürokratlarla, sahtekarlık yapan, birbirini dolandıran, işçisinin hakkını alenen yiyen iş adamlarıyla doluyken, bıraktığımız sakalın, giydiğimiz cübbenin, sarığın, kıldığımız namazın, tuttuğumuz orucun, yaptığımız haccın ne kadar yararı olacak din gününde acaba.
Fakir peygamber anlatarak, hem kendilerini hem eserlerini pazarlayarak zengin oldu hocalar.
Yalakalık yaparak, iktidara yakın durarak, rakiplerini gayrı meşru yollarla ekarte ederek mal üstüne mal yığdı iş adamları. Mütevazi peygamberin ümmeti, gösteriş yapan, tepeden bakan, yeryüzünde çalım satarak gezinen, kendi kurtarılmış bölgelerinde dışarıdaki ümmetten bîhaber yaşayan varlıklara dönüştüler.
Kemiyet artarken keyfiyet azalıyor. Bir zamanlar onca mücadesi verilen başörtüsü artık her yerde serbest, ama modaya, gösterişe, güzel görünmek uğruna türlü şekillere girmeye kurban edilmiş durumda. Yılda bir defa kutlu doğum adı altında Resulullah’ı anma toplantıları düzenliyor, konferanslar, seminerler, türlü gösteriler yapıyoruz. Adı her anıldığında salavat çekip O’nu anıyoruz. Ama O’nun yaşantısından, misyonundan, örnekliğinden Kur’an’la olan diyaloğundan yakınlığından adanmışlığından uzak yaşıyoruz.
Peygamber şimdi yaşasaydı o dönem en güzel deveye bindiği gibi şimdi de en güzel arabaya binerdi diyerek, tamamen yabancılara ait olan arabalara tonlarca para saçıp Müslüman olmayanları zengin ederken, Peygamber aleyhisselam’ın geriye bıraktığı birkaç parça eşyasından başka mal varlığı olmadığını bile bile mal üstüne mal yığarak ikiyüzlülük yapıyorlar.
Hepimizi toplasak Bedir’de varıyla yoğuyla tüm ihlasıyla savaşan, Allah yolunda her şeylerini feda eden o bir avuç sahabenin sahip olduğu yüzde kaçı ihlas çıkar bizden, imanlarının yüzde kaçı…
Silkinip, titreyip kendimize gelme zamanıdır. Toplum olarak emrolunduğumuz gibi dosdoğru bir Müslüman olma ve böyle nesiller yetiştirme zamanıdır. Rasulullah Aleyhisselam’dan beri sürekli çözünen, bozulan, kokuşan bu dünyaya az ama öz nesiller bırakmaya gayret etmek en azından mahşerde hafifletici sebep sayılır belki günahlarımıza.
Çocuklarımız yalnız hissetmemeliler kendilerini dünyada. Hem kendimizin hem de nesillerimizin Allah ile bağını güçlendirmektir çözüm vesselam…