Bilindiği üzere 1-7 Ekim arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. 27 Eylül 2019 Cuma günü camilerimizde konu eksenli "Cami ve Hayat" başlıklı bir hutbe okutulmuştur. Hutbenin bazı bölümlerine yer verip değerlendirmelerde bulunacağım. Hutbe de;
Bilindiği üzere 1-7 Ekim arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaktadır. 27 Eylül 2019 Cuma günü camilerimizde konu eksenli "Cami ve Hayat" başlıklı bir hutbe okutulmuştur. Hutbenin bazı bölümlerine yer verip değerlendirmelerde bulunacağım. Hutbe de;
“Ne hazindir ki yalnızlaşma ve yabancılaşma illetine düçar olduğumuz günümüzde camilerimiz, şehrin merkezindeki konumunu her geçen gün kaybetmektedir.
Oysaki bizleri tıpkı bir anne şefkatiyle saracak yegâne mekânlar camilerimizdir. Yorgun ruhlarımız camilerde dinlenecek, maneviyatımız camilerde güçlenecek, anlam arayışımız camilerde cevap bulacaktır.
O halde geliniz! Camilerimizi yeniden hayatımızın merkezine alalım. Amir veya memur, işveren veya işçi, esnaf veya öğrenci sosyal hayatın hangi alanında olursak olalım yoğunluğumuza her namaz vakti ara verelim.
Kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla yaşlısıyla camide olalım, camide hayat bulalım. Camilerimizi yalnız ve ıssız bırakmayalım. Rabbimizin huzuruna varmakla gerçek huzura kavuşalım. Unutmayalım ki camiler hayatın içinde, hayat camilerin içindedir.
Bu yıl “Cami ve Hayat” temasıyla camilerimizin ve din görevlilerimizin hayatımıza kattığı anlam ve değerleri toplumumuzla paylaşacağız “ denilmektedir.
Hutbede camilerimizin konumunu kaybettiği, yalnız ve ıssızlaştığı, vatandaşın camilerden uzaklaştığı gerçeğine vurgu yapılmakta ve camilerimize gelinmesi için çağrı yapılmakta bir nevi yalvarılmaktadır. Yani sorun çok büyük, büyük olmasının ötesinde vahim!
Cumhurbaşkanımızın 2018 yılı “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” münasebetiyle yaptığı konuşmalarında çok dikkat çekici ve acı gerçeği açık ve net olarak ortaya koyan açıklamalarda bulunmuştu. Din görevlilerine hitaben şöyle diyordu;
“140 bin kişilik bir ordu; bu asla hafife alınamaz; acaba biz inancımızı bu ülkede yaşamak ve yaşatmakta niye başarılı değiliz sorusunu kendimize sormamız lazım diye düşünüyorum.
…140 bin kişilik böyle bir ordunun olduğu yerde içinizde hayırlı bir topluluk çıksın hayrı güzeli tebliğ etsin. Şimdi bu tebliğler yapıldığı halde acaba neden beklediğimiz neticeyi alamıyoruz?
…Çocukluğuma gittim mahallemizde, mahallede halkın en çok güvendiği kimlerdir diye sorduğumuzda imamdır, muhtardır...
Şimdi bu bağlar niye koptu? Bu bağları yeniden tesis edemez miyiz? 140 bin kişilik ordu ülkemizin çehresini değiştirmelidir diye düşünüyorum. Siz gönüllerin fatihi olmanız gerektiği için bunu söylüyorum” açıklamasından sonra en can alıcı en acı soruyu soruyor;
-Cuma hutbelerimizde, günde 5 vakit namazlarımızda düşünmemiz lazım acaba arkamda niye cemaat yok?
Bu sorunun cevabını verebilmek çok kolay gibi görünse de camii cemaatini artırmak o kadar da kolay değil. Camii cemaatinin azalmasının nedenlerini net olarak ortaya koymadan bu soruya cevap veremeyeceğimiz gibi çözüme dönük adımları da atamayız.
Diyanet İşleri Başkanlığı cemaat ve tarikatlarla ilgili gizli rapor hazırlamakla meşgul olacağına camilerin cemaatinin neden azaldığı ile ilgili araştırma yaptırıp bir rapor hazırlatmış olsaydı çözüme daha büyük katkı yaparlardı, diye düşünüyorum.
Cami cemaati azalıyor; çünkü, namaz kılan insan sayısı da aynı oranda azalıyor.
Bu acı gerçeği hepimiz kabul etmeden cami cemaatinin azalması sorununu okutulacak birkaç hutbeyle, göstermelik birkaç etkinlikle çözemeyiz!
-Bu sorunun çözümünde sorumlu kim veya kimler?
İlk etapta aklımıza Diyanet İşleri Başkanlığı gelse de aslında herkes sorumlu, ortada bir suç varsa bu suça herkes ortaktır. Amacım, kişi veya kurumları suçlamak değil; sorumluluğu olan tüm kişi ve kuruluşların sorumluluklarını hangi nispette yerine getirdikleri üzerinde durmaktır.
-Diyanet İşleri Başkanlığı sorumlu da Milli Eğitim Bakanlığı sorumlu değil mi?
En az Diyanet İşleri Başkanlığı kadar hatta daha fazla sorumludur. Yüzde 99’unun kendisini Müslüman olarak tanımladığı bir ülkede devlet dinimizi çocuklarımıza öğretebiliyor mu?
“12 Yıl Zorunlu Eğitimin” uygulandığı bir ülkede dinin öğretilmesi vazifesini sadece Diyanet İşleri Başkanlığına yüklemek doğru olmaz. Bana göre en sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı’dır.
-Bu vazifenin yerine getirilmesinde sıkıntılar yaşandığı gerçeğini görmezlikten gelebilir miyiz? Maalesef, gençlerimiz camiye gelmiyor!
Bu iş “GEÇ GELME GENÇ GEL” sloganı ile olmaz; sistemli ve planlı bir eğitim ve emekle olur!
Ayrıca, maneviyat ehli, şuurlu, İslam’ı yaşama ve yaşatma davası olan din adamları ve öğretmenleri çoğaltmadan olmaz!
Ben onu bunu bilmem; hiç iyiye gitmiyor ve üzerimize düşen sorumluluklarımızı da yerine getirmiyoruz. Böyle giderse gelecek nesillerimizi kaybedebiliriz.