BOŞ-ANMA-2
Ülkemizde meydana gelen boşanmaların ikinci temel sebebi olan lisan inkılabına gelince; Bilindiği gibi, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Osmanlıca” olarak ifade edilen, Yüksek Türkçe’ den “Öztürkçe veya “arı dil” denilen, dar ve muhtevası boşaltılmış bir dile intikal edilmiştir. Bu durum, geniş bir havuzda mevcut olan bol miktarda suyun, dar bir havuza aktığında ortaya çıkan su taşması gibi bir vaziyet husule getirmiştir. Yani milletimizin, yüzlerce yıllık devrede kazanmış olduğu binlerce kelime yasaklanarak, irfan zemini daraltılmış ve kavram zenginliği yok edilmiştir. Böyle dar bir zihin zemininde hayatını idame eden ve muhtevası boşaltılmış kelimelerle yetişen nesiller, istişare yapmak yerine tartışmayı, konuşmak yerine bağırmayı tercih etmekten başka çare bulamamıştır. Zira verilen eğitim (maarif değil) anlamadan “okumayı” gerektirdiğinden üniversitelerimiz “okumuş” adam sürmüştür piyasaya. Biz biliyoruz ki, “anlamadan” okumak, Latin alfabesinin temel karakteridir. İslam alfabesiyle yazılan Yüksek Türkçe (Osmanlıca) ise “anlamadan” okunamaz. İslam alfabesiyle yazılan metinde idrak daima uyanıktır. Hal böyle olunca, yani Latin alfabesiyle “kolayca” okuyan ve mebzul şekilde “okumuş” mezun eden yüksek mekteplerimiz, birbiriyle bolca tartışan fakat anlaşamayan üniversite mezunu çitlerin aile mahkemelerinde boşanma davası dosyalarına esas teşkil etmişlerdir. Bizce meselenin özü budur.
Osmanlı toplumunda “boş” kelimesi bilinmez. Yani “boş” kelimesinin türevleri olan “boşanma ve boş ver” gibi kavramlar pek kullanılmamıştır. Bu, ilhamını İslam’dan alan Osmanlı toplumunun öne çıkan hususiyetlerinden biridir. Bunun temel sebebi İslamiyet’in insana vermiş olduğu emsalsiz değerdir.
İslam, evlilik müessesine çok önem vermiştir. İnsanı “eşref-i mahlûk” olarak kabul etmesinin tabii bir sonucu olarak kadın ve erkeğin beraberliğinin hukukî yansıması olan nikâh, İslam’da muazzam bir teşvike mazhar olmuştur. Meselenin hukukî, sosyolojik ve ekonomik yönleri başta olmak üzere İslam literatüründe kavram bazında hem nikâh (80’e yakın) hem de boşanma (talak) (70’e yakın) hususunda yüzlerce kavram ihdas edilmiştir.
İslam anlayışında nikâh, sosyal bir ihtiyaç olarak görülmüş toplumun özü olarak aile telakki edilmiştir. Peygamberimiz, her hususta olduğu gibi aile konusunda da bizim vazgeçilmez referansımızdır. Keza boşanma da sosyal bir zaruret olarak görülmüş ve bu hususta yüzlerce kriter ihdas edilmiştir.
Aile mahkemelerinde boşanma davalarına dair nice dramatik vakalar vardır. Gerek mahkeme kararlarında ve gerekse görüntülü ve yazılı medyada şahit olduğumuz boşanmalarda öne çıkan gerekçeler; aldatma, alkol, şiddet ve hakaret olduğu görülmektedir. Mesela 2016 yılına ait bir boşanma davasında kadın şunları söylüyor; “Kocam, 1.5 yaşındaki küçük kızımı sarhoş vaziyette pavyona götürdü. Orada ‘kızımla karşılıklı içeceğim ’dedi. Beni dövdüğü için engel olamadım. Daha önce iki defa boşanma davası açtım. Beni sürekli döverdi. Yüzüm gözüm mor olduğundan dolayı insan içine çıkamazdım. Bu davayı açmadan bir gün önce kocama ait bir kasete rastladım. Kasette kocamın bir kadınla cinsel ilişki içine girdiği görüntüler vardı. Bunu öğrenir-öğrenmez boşanma davası açtım. Aracıların tavassutuyla ve kocamın ‘pişman oldum’ demesiyle vazgeçtim”.
Bütün bunlar hatalı bir kültür politikasının tabii bir sonucudur. Önemle hatırlatalım ki, toplumda sıfır huzursuzluk olmaz. Yani boşanmalar her dönemde olmuştur ve maalesef olabilmektedir. Burada bizim dikkatleri çekmek istediğimiz husus, sosyal zeminimizin evlilik müessesini tahrip etmesi gerçeğidir. Nikâhsızları idealize eden, ten zevkini ayyuka çıkaran, çiftlerin ebeveynlik şuurunu körelten ve sapık temayülleri terviç eden bir atmosfer olduğunu görmeyen var mı?
Hatırlamalıyız ki, aynı gemideyiz.
Taksim Meydanı’nda toplanacak/toplanan “sapık” temayülleri olan (eşcinsel vs) kişiler uzaydan gelmediler.