Gazze’li Dostumuz Hani Khışta Erdoğan Gazze’de bir marka diyor.
“Gazze sokaklarında gezdiğinizde pek çok işletmenin Erdoğan
tabelası taşıdığını görebilirsiniz. Yeni doğan çocuklara Erdoğan
ismi konulduğunu, camilerden, parklara kadar her yerde Türk
bayraklarını ve Erdoğan posterlerini yan yana görürsünüz” diyor
devamında.
Marka konusu dindarların çelişkide kaldıkları bir konudur. Doğrusu
marka ile ilk temasımız rahmetli Erbakan’ın kravatları sayesinde
oldukça geç dönemlerde olmuştur. Ancak buna karşın markanın
içselleştirilmesi gayet hızlı gerçekleşmiştir. Artık markalar
dindarların can ciğer dostu. Buna rağmen “dindar”! iş adamlarının
bu güne değin doğru düzgün markalar çıkartamaması da ayrı bir
ironidir, ancak ayrı bir yazının konusudur. Bugün marka ve siyaset
konusunu ele alacağız
Marka hakkında herkesin bir görüşü var. Futbol, siyaset ve deprem
gibi, bu konu da milli uzmanlık alanımıza girer. Marka
uzmanlarından, marka kullanıcılarına, okumuşundan, yazmışına,
gezgininden, bezginine herkes marka bilirkişisidir. Çünkü marka
hayatımızın tam da merkezinde yer alıyor. Markalar her yerde.
Markalar Cem Yılmaz’ın vurgusunu yaptığı şekli ile içimizde. Peki,
nedir bu marka. Markanın insan zihninde oturduğu yer, dahası
markanın ruh kökü neresidir?
Ben derslerimde markanın literatür tanımlamalarını yaptıktan sonra
pratik ve somut bir tanım daha yaparım. Bence marka, aynı hizmet
veya ürünü benzerlerinden daha pahalıya, yeterli miktarda satabilme
işidir. Yani ucuza satarak marka olunmaz. Tanımın başında aynı ürün
veya hizmeti ifadesi kullandığımıza göre markalar aklımızdan çok
duygularımıza hitap eder. Zaten bunu iyi bilen pazarlama uzmanları
bu yüzden sürekli bize soyut duygusal vaatlerde bulunur.
Marka bir vaattir. Bizde var olmayanı arama çabamızdan doğar. Marka
yapıcılar, ya bir ihtiyacı karşılamak için toplum neye ihtiyaç
duyuyor diye araştırma yaparlar yahut toplum için bir ihtiyaç icat
ederler. İnsan ihtiyaçlarını asli ve arizi diye ikiye ayırdığımızda
asli(hayat bütünlüğümüzü korumak için) ihtiyaçlarımızın çok küçük
bir alanı tuttuğunu, arızi ihtiyaçlarımızın (hayatı tahammül
edilebilir kılmak için) ise çabalarımızın büyük çoğunluğunu işgal
ettiğini görürüz. Bu sebeple markaların bize dönük vaatleri, soyut
ve duygu temellidir. Günümüzde bireyselleşme ve yalnızlaşma
markanın döl yatağıdır. İtibar, saygı, prestij, kabul görme, onanma
vb. gibi soyut değerler, insanın tanınma, bilinme, kendini değerli
hissetme ihtiyaçları markalar üzerinden giderilmeye çalışılır.
İnsandan marka olmaz elbet. Ama insanların diğer insanlar üzerinde
oluşturduğu etkileşim biçimi marka üzerinden izah edilebilir. Bu
anlamda Recep Tayyip Erdoğan Ak Partinin en büyük markasıdır.
Erdoğan’ın -son 15 gündür- seçim meydanlarına inmesi akabinde Ak
Parti oylarında gözüken yükseliş, diğer partilerin feveranı bu
yüzdendir. Erdoğan’ın marka vaadi, cesaret, kararlılık, kendinden
emin olma, gözü peklik, mertlik, vefalı olma, adam satmama, samimi
olma gibi unsurlara dayanmaktadır. Şimdi marka hakkında
söylediklerimizi gözden geçirin; Erdoğan’ın marka vaadinin bu
toplumda karşılığı olduğu sürece Erdoğan markası gücünü
koruyacaktır. Toplum elbette kendinde olmayanı satın alacaktır.
Şimdi Erdoğan’dan kurtulmak isteyen cepheye bir tüyomuz var.
Erdoğan’dan kurtulmak için ya onun marka vaadini daha iyi temsil
edecek birisini bulacaksınız yahut bu toplumu daha cesur, daha
kararlı, daha mert, daha vefalı, adam satmayan, daha samimi bir
topluma dönüştüreceksiniz. Hadi bakalım! gidin şimdi biraz daha
çalışın.
hakcay@management-time.org