Almanya ilginç bir memlekettir. İki cihan harbinde yerle yeksan olmasına rağmen tekrar ayağa kalktı.

Almanya ilginç bir memlekettir.

İki cihan harbinde yerle yeksan olmasına rağmen tekrar ayağa kalktı.

İkinci Cihan harbinden sonra Almanlar öyle bir çalıştılar ki 1960'lı yıllara gelince işçi ihtiyacı hasıl oldu.

Dışarıdan işçi ithal ettiler.

Memleketlerine sahip çıktılar.

Genellikle patatesle beslendikleri söylenir.

Prensipli insanlardır Almanlar.

Dünyadaki otomobil markalarına bakınız.

En kaliteli araba markaları Almanya'ya ait.

Bu örneği diğer işlerine de teşmil edebilirsiniz.

Sosyal sahada da öyledir Almanlar.

Sosyal yapıyı güçlendiren kuruluşlara sahip çıkarlar.

Mesela İslam Kültür Merkezleri buna örnek teşkil eder.

Bu mümtaz kuruluş tam bir bir halk hareketi olarak görülebilir.

Tıpkı Ahilik gibi.

13. asırda Anadolu'da yeşermişti Ahilik.

Fütüvvetten almıştı ilhamını Ahilik.

Fütüvvet hareketi de sevgili peygamberimizin mümtaz bir hatırasıydı.

'Feta' genç demekti.

'Fütüvvet' gençlik demekti.

Kaynağını Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyeden alıyordu Fütüvvet hareketi.

Ahilik hareketi 13. asırda Anadolu'da yeşermiş ve Moğol şiddetine göğüs germişti.

İslam Kültür Merkezleri de aynı kaynaktan alır ilhamını ve 20. asırda yeşerdi diyar-ı gurbette.

20. asrın Ahilik kuruluşu olan İslam Kültür Merkezlerine bakalım nasıl bir ihtişam, görelim.

İslam Kültür Merkezlerinin banisi bir Evlad-ı Fatihan'dır.

Nesebi Fatih Sultan Mehemmed Han'a dayanır.

Maddi yönü böyledir.

Manevi ciheti altın zincirle Sıddık-ı Ekber'e kadar uzanır.

Sıddık-ı Ekber yani Hz. Ebubekir.

İnsanlığın sevgili peygamberimizden sonra gelen en mümtaz şahsiyeti Hz. Ebubekir..

'Allah'ım benim vücudumu öyle büyült ki cehenneme ben gireyim mümin kardeşlerim eza duymasın' diye dua eden Sıddık-ı Ekber.

İşte İslam Kültür Merkezlerinin banisi olan mübarek zatın manevi bağlantısı Sıddık-ı Ekber'e kadar uzanır, Oradan da sevgili peygamberimize.

20. asrın halk hareketi olan İslam Kültür Merkezlerinin banisini biraz yakından tanımaya çalışalım.

1924 yılıydı.

Zor ve çetin günlerdi.

Kanunların helallere uydurulması vakti mazide kalmıştı.

Helal ve harama aldırılmıyordu.

500 kişilik bir profesörler grubu vardı. Yani 'dersiam' deniliyordu o zaman.

Helal -haram meselesini bu 500 profesör grubu genç nesillere anlatabilirdi, anlatmalıydı.

1922'de Yunan ordusuna karşı yapılan muharebede şair Yahya Kemal'in 'Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam'ın' dediği gibi.

Şöyle diyordu şair:

'Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi.

Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,

Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam'ın'.

Şairimiz böyle diyordu ama işgalci Yunan'ı kovduktan sonra ülkemizde neler neler…

İşgalci Yunan ordusunu Anadolu'dan kovan Türk ordusu İslam'ın son ordusu olduğu gibiydi Osmanlı'nın yadigarı 500 profesör.

Genç nesil ülkemizin istikbaliydi, geleceğiydi.

Donanımlı bu 500 profesörün her biri sadece iki Anadolu evladına besmele öğretse bin genç ederdi.

1000 rakamını küçümsemeyin dostlar!

Hatta bu 500 profesör grubu üçer Anadolulu gence besmeleyi öğretse 1500 kişi eder.

1500 genci az görmeyin dostlar!

Haramı-helali öğrenirse gençlik, hırsız olmaz.

Besmeleyi öğrenen gençlik sosyal düzeni bozmaz.

Fakat korktu bu donanımlı 500 profesör grubu.

Biri hariç…

Bir yiğit çıktı bu 500 profesör içinden.

Bu yiğit profesör kanunları ihlal etmeden besmele öğretmek istedi Anadolu'nun nasibli ve mümtaz evlatlarına.

Fakat bir süre kimseyi bulamadı.

Günlerce, aylarca aradı.

Sabretti…

Fakat asla yılmadı.

Zor günlerdi 1920'li ve 30'lu yıllar.

Çok zor günlerdi.

Ama bu vatan bizimdi ve ecdadımızın mübarek şehit kanlarıyla sulanmıştı.

Hz. Fatih'in emanetiyle İstanbul.

Hz. Fatih'in neslinden geliyordu o mübarek zat.

Vatana sahip çıkmak gençliğe sahip çıkmakla mümkündü.

500 profesör korktu ve kabuklarına çekildi.

O mübarek zat korkmadı ve ümidini kesmedi.