Biz, gıybetin çok çirkin, çok iğrenç, çok berbat, ölü kardeşinin
etini yemek gibi kusturucu bir günah olduğunu biliyoruz ama durup
dinlenmeden gıybet ediyoruz. Yahu biz ne biçim Müslümanlarız?
Biz yalan konuşmanın, iftiranın, fitne fesat çıkartmanın kötülüğünü
biliyoruz ve bu günahları bile bile işliyoruz.
Biz, kadınlara, kızlara, çıplaklara şehvet nazarıyla bakmanın haram
olduğunu biliyoruz ve bu haramı bile bile çiğniyoruz.
Biz, sabah ezanı okununca yataktan kalkıp, abdest alıp, namaz
kılmanın çok kesin bir farz olduğunu biliyoruz ama mübarek seher
vakitlerinde yorganı başımıza çekip leşler gibi uyuyoruz.
Biz, ribanın çok büyük, çok yakıcı, çok korkunç bir haram ve günah
olduğunu biliyoruz ama yine de ribalı mesken, otomobil, ticaret
kredileri alıyoruz. Üstelik bir kısmımız da bu konudaki şeytani
fetvaları benimsiyor ve kabul ediyor.
Biz, israfın kesin bir haram olduğunu biliyoruz, lakin bu konuda
hiçbir şekilde nefsimizi kontrol etmiyoruz. Her konuda israf
yapıyoruz… Paramızı, gençliğimizi, sağlığımızı, vaktimizi ziyan
ediyoruz.
Biz, trafik kurallarını çiğnemenin hayatımıza mal olacağını, sakat
kalabileceğimizi biliyoruz ama bu kuralları çiğniyoruz, kendimizi
tehlikeye atıyoruz.
Biz, kopya çekmenin sahtekarlık, adaletsizlik, haysiyetsizlik
olduğunu biliyoruz ama içimizden bazıları yine de kopya
çekiyor.
Biz, herkesin arasında yemek yemenin, içmenin sokaklarda caddelerde
dondurma yalayarak dolaşmanın vicdansızlık olduğunu biliyoruz ve
bunu yine de yapıyoruz.
Biz, Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) ‘’Komşusu aç
gecelerken kendisi tok sabahlayan kimse bizden değildir’’ hadisini
bildiğimiz halde, çevremizdeki fakirleri, miskinleri, biçareleri
araştırıp, imkanımız nispetinde onlara yardımcı olmuyoruz.
Biz, ülkemize göç etmek durumunda kalmış Suriyeli kardeşlerimizin
bir kısmı, geride bıraktığımız dehşetli kış aylarında evsiz barksız
kalıp, derme çatma naylon çadırlarda titreşirken, sıcacık
yuvalarımızda keyfimize baktık.
Bizim bir kısmımız, geçen Ramazanlarda yatsı ezanları okununca,
camilere gidip Rahmana secde etmedi; karı erkek karışık Şer’-i
şerife ve İslam ahlakına aykırı Ramazan şenliklerine,
eğlencelerine, etkinliklerine katıldı.
Kimilerimiz, İslamın ibadet anlayışına ve ruhuna aykırı; lüks,
ihtişamlı, israflı, Zam Zam Tower’li, Kâbe-i Muazzama’ya yukarıdan
bakmalı umrelere gidiyor, nafile ibadetlerin reklamı yapılmaması
gerekirken gitmeden önce ve döndükten sonra her yere haber
veriyor.
Türkiye siyasetini, birtakım Müslümanların kötülüklere göz
yummalarının, partiye zarar gelir şeytanî endişesiyle yapılması
mutlaka gereken eleştirileri yapmamalarının, politikada temizlik
istememelerinin bugünkü çıkmaza soktuğunun acaba farkında
mıyız?
Ah bile bile günah işliyoruz… Bile bile hem kendimizi hem toplumu
mahv ediyoruz… Tuzak çukurlarına bile bile göre göre düşüyoruz…
Bile bile ittihatsızlıkta, Ümmet birliği çatısı altında
toplanmamakta direniyoruz, inat ediyoruz.
Bile bile uhuvvet, tesanüt, vifak bağlarını kopartmışız.
Aklımızı başımıza ne zaman toplayacağız? Türkiye’miz Suriyeye ve
Irak’a döndüğü zaman mı? Çok geç olmaz mı?
(İkinci Yazı)
Bizde Almanya’dakinden Fazla Lüks ve İsraflı Mercedes Varmış
Mercedes otomobillerini Almanya üretiyor. Almanya bizden zengin bir
ülke, nüfusu da bizden fazla. Ne garip, ne akıl almaz bir gerçektir
ki, bizdeki lüks, israflı, pahalı, şaşaalı, gösterişli Mercedes
sayısı, Almanya’dakinden daha fazladır. Bu anormallik değil midir?
Dengesizlik değil midir? Akılsızlık değil midir? Beyinsizlik değil
midir?
Türkiye zenginleri, seçkinleri son elli yıl içinde, lüks
otomobillere bineceklerine, daha mütevazı otomobillerle gezmiş
olsalardı, tasarruf edilen parayı sermaye yapıp yüzde yüz millî ve
yerli bir otomobil fabrikası kurmuş olsalardı iyi olmaz mıydı?
Biz Mercedes gibi üstün ve mükemmel otomobiller yapamazmışız…
Bırakın bu safsataları yahu. Önce Kore gibi, Çek Cumhuriyeti gibi
otomobiller yapardık, sonra Mercedes seviyesine çıkardık.
Vatan haini alçak ve sefil bir zihniyet Türkiyenin kendi millî
otomobil ve uçak sanayiini kurmasını baltalamış, sabote
etmiştir.
O hale geldik ki, halkın bir kısmı “Yahu Kore cumhurbaşkanı Kore
otomobiline biniyor da, bizim cumhurbaşkanımız niçin Mercedes’le
geziyor?” sorusunu bile sormuyor.
Güney Kore cayır cayır lüks cep telefonları yapıyor, dünyaya ihraç
ediyor, bizler de bunları avuç dolusu paralar vererek cayır cayır
satın alıyoruz. Onlar üretmekte şampiyon, bizler satın almakta
şampiyonuz.
Dünyanın sayılı tahıl ambarlarından olan Türkiye şu anda ekmeklik
buğdayını niçin dışarıdan almak zorundadır? Ekilecek toprağımız mı
yok?
Ankaranın bir ilçesinde vatandaşın 350 dönüm tarlası varmış ama
şehre gelmiş, asgarî ücretle korumalık yapıyormuş.
Üniversitelerimiz memur adayları yetiştiriyor. Girişimci zihniyet
binde bir bile değil.
20-30 bin nüfuslu bir şehre gidiyorsunuz. Bir tek mahallî
geleneksel sanat veya zanaat ürünü yok. Oradaki Çin ıvır zıvırları
mağazasına giriyorsunuz, çoğu lüzumsuz ve faydasız binlerce Çin
malı eşya satılıyor.
Aklımız fikrimiz lüks meskenler edinip bunları saçma sapan yaldızlı
kitsch eşya ile doldurmak.
Evde yirmi beş metrelik bir salon, tıklım tıklım mobilya büfe
vitrin masa sandalye koltuk kanepe ile dolu. Dolaşacak dönenecek
yer kalmamış. Bir de bizden daha üretken Japonların küçük evlerine
bakınız. Ne kadar sade ve az eşyalı.
Bir devlet vatandaşlarını eğitemiyorsa, çocuklarını ve gençlerini
iyi yetiştiremiyorsa sarsılmaya ve yakılmaya mahkumdur.
Mercedesleriyle, cep telefonlarıyla, kanepe ve koltuklarıyla
birlikte cümbür cemaat.