"Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır." Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Mürşidi İsmail Fakirullah’a atfedilen bir sözdür bu. Büyük bir hakikati üzerinde bulundurur.
"Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır."
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Mürşidi İsmail Fakirullah'a atfedilen bir sözdür bu.
Büyük bir hakikati üzerinde bulundurur.
İnsanlar, insanları ne kadar anlıyor?
İnsanın yakınındaki mi daha çok anlar insanı, yoksa uzağındaki mi?
Ya da anlamak için mesafeler mühim mi?
Bunlar mühim hususlardır.
Ben genel olarak ve daha çok şunu müşahede ettim: 'İnsanın yakınında bulunanlar, o insanı çok anlıyor değiller.'
Belki de insanı en çok uzağındakiler anlıyor.
Bir insanın yakınında olmak anlamaya neden engel?
Ya da yakınındakiler daha az anlıyor sözü geçerli değil mi?
İnsanı uzağındakiler mi daha az anlıyor?
Bunların tartışması sürer gider.
Ancak ben şu hususu biliyorum ve bundan dolayı da insanların en çok da yakınları tarafından anlaşılmadığını düşünüyorum: Neyi mi biliyorum?
Evet işte bildiklerim:
Peygamberlerin, tebliğ aşamasında en çok da yakınlarından mukavemet gördüğü bir gerçektir. Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (asm) Efendimizin amcalarının bir kısmı şiddetli mukavemet ile Peygamberimize karşı gelmiştir. Öyle ki Peygamberimizin Amcası Ebu Lehep melunu öyle bir şiddetle muhalifti ki, bir tebliği sırasında Sevgili Peygamberimize (asm) 'helak olasıca bizi bunun için mi çağırdın' diyerek sözlü saldırıda bulunmuştur.
Peygamber Efendimiz (asm) ne demişti de Ebu Lehep saldırmıştı. İşte şu sözleri söylüyordu İki Cihan Serveri (asm): 'Ey Kureyşliler! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divanına varınca, muhakkak Dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin mükafatını, kötülüklerinizin de cezasını göreceksiniz. 'O Mükafat ebedi cennet, ceza da Cehennem'e girmektir.'
İşte bu hakikat Ebu Lehep'i çıldırtmıştı. Ondan sonra da Ebu Lehep, Hazreti Peygamber'i (asm) her yerde takip ederek sözlerini yalanlamaya, onun bir sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine düşürdüğünü, sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söylemeye devam etti. Kendisinin ve karısının Resul-i Ekrem'i (asm) rahatsız eden bu hareketleri üzerine Tebbet Suresi nazil oldu. O surenin meali şöyledir: 'Ebu Lehep'in elleri kurusun. Zaten kurudu. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı. O, bir alevli ateşe girecektir, Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir). (Tebbet Suresi, 1-5)
Bu anlattıklarıma benzer şekilde yakınları tarafından anlaşılmayan ve mukavemet ile karşılan Peygamberlere örnek babında, Hazreti İbrahim (as) Babası tarafından, Hazreti Nuh (as) Oğlu tarafından, Hazreti Lut (as) Hanımı tarafından ve diğer Peygamberler de benzeri şekilde birçok yakını tarafından anlaşılmamış ve yakınları mukavemet göstermişlerdir.
Alimlerden ve Hocalardan da oldukça çok sayıda yakınları tarafından anlaşılmayanlar vardır.
Bir Alimi, bir Yazarı, bir Şairi en yakınındaki anlamaz da, çok uzaktaki birisi anlar.
Bunlar birer kısmet midir, nasip midir, içsel tefekkür ve irfan işi midir? Bilinmez.
Ancak bilinen şudur ki, bazen bir tebliğciyi yakını anlamaz, uzağı anlar.
Tabi, tebliğcileri yakınları da anlar.
Yani her daim şunu da söylemiyorum. 'Bir tebliğciyi kesinlikle en yakınındakiler anlamaz.' Bunu söylemiyorum. Böyle bir şey yok. Mesela, Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) risalet görevini aldıktan sonra ilk tebliğ ettiği kişi Hanımı Hazreti Hatice Annemiz (ra) olmuştur. Ve tebliği olumlu karşılamış ve hemen Eşine biat etmiştir.
Bu hususta Siyer Kitaplarında belirtilen Hazreti Hatice (ra) Annemizin Peygamberimize (asm) risalet görevi ile ilgili olarak verdiği karşılık şöyle olmuştur: 'Yemin ederim ki, Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, işini görmekten aciz kimselerin elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin.'
Bu cevap bir kişinin yakınları tarafından anlaşıldığının en zirvesi bir cevaptır.
Buna göre bir kişi yakınları tarafından anlaşılmaktadır.
Hatta en net ve en açık şekilde anlaşılmaktadır.
Hazreti Hatice (ra) Annemizin, Sevgili Peygamberimizi (asm) tanımlarken belirttiği hususlar, cevapların ve tespitlerin en mükemmelidir. Bu da anlayışın zirvesini gösterir.
Sevgili Peygamberimizin (asm) diğer yakını Ebu Lehep ise anlamamıştır ve o da anlayışsızlığın en çukurundadır. Kendisine iyilikle, doğrulukla ve güzellikle gelip tebliğde bulunan bir kişiye, şiddetli tepki gösterip de hakaret edenler, saygısızlıkta ve anlayışsızlıkta en çukurdadır.
Buna göre bir kişi yakınları tarafından anlaşılmamaktadır.
Öyleyse vardığımız sonuç itibariyle bir kişiyi anlamak için yakınında olması, akraba olması gibi özellikler mühim değildir. Ayrıca mesafeler de mühim değildir.
Mesela, Veysel Karani Hazretleri ta Yemen'de, o günkü şartlarda ulaşımın en zor olduğu ve ulaşım imkanlarının en kısıtlı olduğu bir ahvalde, Sevgili Peygamberimiz (asm) Efendimize tabi olmak için yola çıkmış ve günlerce, aylarca yol katettikten sonra Medine'ye ulaşıp tabiiyetini bildirmek istemiştir. Her ne kadar Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) yüzünü göremese ve ona tabiiyetini bizzat ifade edemese de mü'min sıfatını kazanmış ve gönüllerde yer etmiştir.
Veysel Karani Hazretlerini düşündüğümüzde uzaklığın ne önemi var?
Ebu Lehep'i düşündüğümüzde yakınlığın ne önemi var?
Önemli olan anlamaktır.
Anlamak için de yakınlık, akrabalık ve mesafeler değil, yürek önem taşır.
Sevgili Peygamberimizi (asm) anladığı için Veysel Karani Hazretleri yakınımızdır. Onu (asm) anlamadığı için Amcası Ebu Lehep uzağımızdır.
Böylece yazımızın başında belirttiğimiz İsmail Fakirullah Hazretlerinin sözüne geliyoruz: "Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır."
Vesselam.