İslam, Allah’ın dinidir. Şeklini, kurallarını ve yasaklarını koyan Allah Teâlâ’dır. Ne peygamberin ne de bir başkasının din koyma, ibadet belirleme hakkı vardır. Peygamber aleyhisselamın yaptığı Allah adına konuşmak, Allah’ın yapın dediğini yaptırmaktır.

Âlimler, müçtehitler din adına konuşurken kendi kanaatlerini ortaya koymuş değildirler. Dinden anladıklarını, onlar gibi anlama imkânı olmayanlara anlatmaktadırlar. Bunlar da nihayetinde Kur’an ve hadislerde açıkça bulunmayan hususlardan oluşmaktadır. Yoksa hiçbir âlim, yeni bir şey koymak veya olanı kaldırmak gibi bir hakka asla haiz değildir. Böyle bir iddiada bulunanın zaten kendi dini elinden gider. Zira Allah’ın koyduğunu kaldırmak iddiası mü’min olmayı yok saymaktır.

Yaşadığımız dönemin, din adına konuşan hocalarında ya da âlimlerinde iki önemli sıkıntı vardır. Bunlardan birincisi şudur: Önümüzde âlim olarak duran kişiler ya devletin eğitim kurumlarının birinde o unvana sahip olmuşlardır ya da kişisel gayretleriyle kendilerini medreselerde veya benzeri yerlerde yetiştirmişlerdir. Birinci durumda “devletin yetiştirdiği” biri olarak laiklik üzerinde endişesi bulunan mü’min kitlelerin rahatsızlığı ile karşılaşmaktadır. Bunda da ters bir durum yoktur. Hilafeti kaldırıp onun yerine İslam’ın kendisiyle, ezanı ve Kur’an’ıyla savaşmayı ilke edinmiş bir devletin, o savaşmayı planladığı dinin mensupları için “âlim” yetiştirmesinden tereddüt edilmeyecek de kimden edilecek? Mü’minler bu hususta haklı endişeler taşımışlardır. O merkezlerden yetişen pek çok isim de bu endişeyi haklı çıkaracak söylemlerde bulunmuşlardır. Sürekli dinden tavizi çağrıştıran tavırlar, Ümmet’in geçmiş büyüklerini küçük görme tavırları yok sayılabilecek hatalar değildir.

Öbür taraftan kendisini özel yetiştirmiş ya da medreselerde çiçek açmış âlimlerin de hayatı tanıma ve tahlil etmekte yaşadıkları kimi eksiklikleri kapatılamamıştır. Modern kadro diyebileceğimiz emsallerinin karşısında yazamaz, konuşamaz, pedagoji, sosyoloji bilmez isimler olarak çıkmışlardır. Zaten dini cenaze merasimlerinde, iftar sofralarında hatırlamaya meyyal olan kalabalık kitleler de bu ayrımda nefislerinin hoşlanacağı tiplerin yanında bulunmayı tercih etmişlerdir. Daha samimi ve daha içten olmalarına rağmen etraflarında toplananlar, varoş gibi kalmışlardır.

Yazma ve konuşma tekniklerinin modern bir savaş aracına dönüştüğü zamanımızda bu donanımı kullanamayanlar açısından kapatılması güç sıkıntılar oluşmuştur.

İkinci sıkıntı da şudur:

Allah adına hüküm vermek, “Bu caizdir, bu değildir.” diyebilmek kesinlikle her âlimin işi değildir. Olamaz da. Bunu yapacak kişinin eski isimlerle MÜÇTEHİT olması gerekmektedir. Müçtehitlik seviyesine gelmeyenler için ise bir MÜFTÜLÜK seviyesi vardır. Bu seviye de sıradan Müslümanlarla müçtehitler arasındaki aracı ismin adıdır. Müçtehitlerin içtihatları, müftüler kanalıyla o içtihatları tatbik edecek Müslümanlara ulaştırılır.

Son asra girdiğimizde, müçtehit boşluğunu doldurabilecek isimlerin ortaya çıkmadığını gördük. Çığ gibi büyüyen ve yenilenen, içtihat isteyen konuların karşısında içtihat edip o konularda ihtiyacı karşılayacak isimler bulunamadı. Her gün yeni bir sorun çıktı ama sorunlar karşısında Müslümanları rahatlatacak çalışmayı yapacak bir müçtehit bulunamadı. Müçtehitlerin bulunmadığı ortamda, ciddi bir boşluk dolduracak müftüler de bulunamadı. Bu eksikliğin nedenlerini şuraya veya buraya uzatabiliriz. Ne yaparsak yapalım sorunun temelinde Müslümanların böyle bir ihtiyacı yürekten hissetmemeleri vardır. Eğitimi sadece matematik eğitimi olarak anlayan zihniyet, zeki çocukların fıkıh eğitimi almalarının önemini idrak edememiş eğitimciler bu sorunun görünürdeki müsebbipleri olabilirler.
Aynı durum hâlâ devam etmektedir.

Ortada bir imtihan vardır. Birileri dinin içinden çıkıp dini zayıflatacak görüşler yaymakta ve söz hakkı adına onlara bir şey denememektedir. Bir başkaları dışarıdan saldırmakta ve onların güçlü olması nedeniyle bir şey yapılamamaktadır. Bu bir imtihan, Allah Teâlâ kimin takvaya daha yakın olana meyledeceğini kimin de nefsinin arzularına meyledeceğini görmek istemektedir. Bu dönemde imanı korumak, salih ameller yapabilmek belki de bütün dönemlerden daha zor olmaktadır. Meselenin özü budur. Bunun çaresi, Müslümanların bunu bir ihtiyaç olarak görmelerinden geçmektedir.

İnşaallah yakın dönemde sonuçlarını görebileceğimiz çalışmalar yapılmaktadır. Zaman ve ihtiyaç olarak açığımız çok büyük olduğundan sabırsızlanmaktayız. Gayret edelim, dua edelim.