Evlerimizde, aile içinde sinir sistemimizi ne kadar Müslümanca yönlendirebildiğimizi düşünmeye mecburuz. Namazımızın ne kadar sevgili Peygamber aleyhisselamın namazına benzediğini merak ediyoruz da sinir sistemimizin ona ne kadar benzediğini neden merak etmeyelim? Biz, onun ümmeti olduktan sonra namazda da ümmetiyiz, evimizin içindeki kimliğimizde de. Eşlerimizin çıkışlarına, seslerini yükseltmelerine, bitmez tükenmez beklentilerine karşı ne kadar ‘Sünnet Ehli’ olduğumuzu test etmek zorundayız. Her hangi bir Sünnet üzerinden kendimizi inceleyebileceğimiz gibi aile içi ilişkilerin Sünnet olan uygulamalarından da inceleyebiliriz. Zira Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizim önderimiz ve örneğimizdir. Namazda, oruçta ve hayatımızın her alanında, örneğimizdir, önderimizdir. Onu bu anlayışla kabul etmedikçe de zaten Müslümanlık iddiamızın bir manası olmayacaktır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescidinde insanlara namaz kıldıran, o namaz kıldırdıktan sonra insanların evlerine çekildiği ama onun namaz kılmaya devam ettiği, ömrü sürekli namazla geçen biri değildir. Onun da evi vardı, aile sahibi idi. O da sıradan bir insan gibi yaşıyordu. Evinde, bütün insanların evlerindekiler olup bitiyordu. Onun bizim için örnek olması, mescidinde namaz kıldırırken izlenen durumuyla sınırlandırılamaz.

Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi dikkatlice okuyalım. Bu hadisin evle, aile ile eşlerle bir ilişkisi yoktur. Hadis, bir başlık altında ele alınacak olsa siyaset, sosyoloji gibi başlıklara uygun olurdu. Biz ise bu hadisi ailemiz ve eşlerimiz açısından okuyalım. Çünkü biz, Peygamber aleyhisselam Efendimizi, örneğimiz olarak görüyoruz. Bu örnekliği karakterimiz, kimliğimizde de asıl örnek olarak görmek istiyoruz.

Sadece bir örnek olması bakamından hadisi okuyalım: Ashabı kiramdan Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yürüyordum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin üzerinde Necran dokuması, kalın kenarlı bir rida (kaftan) vardı. Bir bedevi geldi ve ridasını şiddetle çekti. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin boynu ile iki omuzu arasına baktım. Çekmekten dolayı ridanın kalın tarafı boynunda iz bırakmıştı. Bedevi dönüp dedi ki: ‘Yanında bulunan maldan bana bir şey verilmesini emret!’ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bedeviye şefkatle baktı da güldü. Sonra da bedeviye biraz mal verilmesini emretti.” (Buharî, 3149; Müslim, 1057)

Bu bilgiyi evlerimizde aile fertlerimiz için uygulamaya çalışalım. Evet, aile ile alakalı bir boyutu yoktur ama karakteri ve kimliği yansıtıyor. İnsanlığın efendisine, insanlık dışı bir hakaret yapılıyor. Hakkı olmayan biri kendine hak üretiyor ve onu istiyor. Rica yerine kaba bir üslup kullanılıyor.

Bütün bunları evimizde eşimizin bize yaptığını düşünmeye çalışalım. Kadın veya erkek, koca veya hanım, durum değişmiyor. Böyle bir tavırla karşılaşan bir insan olarak ne yapacağımızı düşünmeye gayret edelim. Karşımızdakinin bizim doğurup büyüttüğümüz, uğrunda ömür eskittiğimiz çocuğumuz olduğunu ve bize bu kabalığı yaptığını düşünelim.
Ne yapardık boğazımızı sıkıp bizden harçlık isteyen çocuğumuza karşı? Elin yabancısı diyebileceğimiz biri bizden bu mantıkla bir sadaka istese ne yapardık? Ve ne yapmalıydık?

Orta halli bir varlıkla evlendikten sonra zengin veya bir makam sahibi olanların değiştirdikleri kimlikleri bu bilginin ışığında irdelenmeli değil midir? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi, ibadet ederken nerede görüyorsak böyle bir pozisyonla karşılaştığımız aile ortamında da orada görmeliyiz. Onun Sünnet’i sakal bırakmak, misvak kullanmakla sınırlı olamaz. Boğazımızı sıkmaya çalışan biri ile muhatap olurken de aynı örnek üzerinden yol almaya çalışacağız ki, Sünnet’e Ehil mü’min olarak yaşamış olalım. Çocuklarımız ve eşlerimize karşı karakterimizin kaynağı bu anlayış olmalıdır. Mü’min olmamız, Sünnet iddialarımız bunu gerektiriyor.

Eğitim Ne?

Hemen her Müslüman’ın duymuş olduğu bir hadis vardır: “Sizin en iyileriniz, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerdir.” (Buharî, 5027; Ebu Davud, 1452; Tirmizî, 2907; İbni Mace, 211)

Hadis, Müslümanlar arasındaki iyilik kademelendirmesini Kur’an eksenine taşımaktadır. Ne kadar öğreniyorsa ve öğretiyorsa bir Müslüman o kadar iyiler arasına katılıyor demektir.

Biz bu hadisi, çocuklarımızı Kur’an öğrenmeleri için önümüze aldığımızda kullanıyoruz. Kur’an okumanın önemi ile alakalı olarak konuşuruz bunu. Bir Müslüman’ın Kur’an hocası olması için de bu bir teşvik olarak konuşulur. Bunlara itiraz edilecek bir taraf da yoktur; Kur’an’ımızı okumaya ve okutmaya yönelik en muteber teşviktir bu.

Ailemizi, iyi bir Müslüman aile yapma sevdamızı konuşurken bu hadis bizim ölçümüz olmalı değil midir? Bir ev, Müslümanlar arasında en iyi evlerden olabilmesi için, Kur’an’ın en çok öğrenildiği ve öğretilmesine çalışıldığı ev olmalı değil midir bu hadise göre? Peşinde terlediğimiz diplomaları itmeden, en büyük gayretimizin Kur’an’ımız ekseninde olması gerekmektedir. Kur’an’ımızın tatil döneminde çocuklara verilen yedek bilgi gibi algılandığı bir evde, Kur’an’ın ruhlarımızı nurlandıracak, organlarımıza yön verecek hangi ağırlığı beklenebilir?

Evlerimizde Denetleme

Bize ulaşan yöntemi itibariyle sahih bir hadis olmayan ama ihtiva ettiği anlam bakımından Kur’an’ın temel beyanına mutabık kalan bir hadisi, evlerimizin düşünce kutusuna atmamız gerekiyor. Ashabı kiramdan Cabir bin Abdullah anlatıyor: “Ömer bin Hattab Peygamber aleyhisselama gelip dedi ki: Yahudilerden bazı sözler işitiyoruz ve hoşumuza gidiyor. Bu sözlerin bir kısmını yazmamızı uygun görür müsün?’ Peygamber aleyhisselam Ömer’e dedi ki: “Yahudi ve Hristiyanlar gibi siz de mi hayret içindesiniz? Ben size saf bembeyaz bir kaynak olarak İslam’ı getirdim. Musa da yaşıyor olsaydı, bana tabi olmaktan başka çaresi olmazdı.” (Şerhu’s-Sünne, 126; Ahmed, 15156; Şuabu’l-İman, 174)

Bu sahabe hatırasının da ailemize dair konularla bir bağı yok gibi durmaktadır. Ama evlerimize giren Hristiyan ve Yahudi kaynaklı kültür malzemelerinin ailemizi nereye çektiğini, çocuklarımızın beyinlerini nasıl yönlendirdiğini hesap ettiğimizde irkileceğimiz bir durum çıkacaktır önümüze.

Meseleye şu açıdan bakmaya çalışıyoruz: Biz aile dedikçe, erkek ve kadını iyiye yönlendirici program ve planlara yoğunlaşıyoruz. Sürekli erkeğe ve kadına iyi olmalarını nasihat ediyoruz. Barışık olmalarını öğütlüyoruz. Çocuklarını Müslümanca yetiştirmelerinin gerekliliğini söylüyoruz. Çocukların Kur’an ve ilmihal bilmelerini tekit ediyoruz.
Öte yandan ailedeki yabancı kültür ve bilgi etkisinin sonuçlarını düşünmeye fırsat bulamadığımız ortaya çıkmaktadır. Yabancı etkiden de TV ve interneti anlıyoruz artık. Basit bir poşet üzerindeki reklam resminin bile ailemizin bekası açısından neye mal olacağını düşünmek aklımıza gelmiyor. İşte bu hadisi böyle bir bakışla ailemizi yandan ilgilendiren bir konu başlığı olarak ele almak istedik.