Yazmak için her bilgisayar başına oturduğum da bir ok gibi gerilmekteyim. Kendim, yazacaklarım, yazma stilim, yazarken kullanacağım dil ve daha bir sürü gerekçeler dolayısıyla yaman gitgeller yaşarım kendi iç dünyamda.
Yazmak için her bilgisayar başına oturduğum da bir ok gibi gerilmekteyim. Kendim, yazacaklarım, yazma stilim, yazarken kullanacağım dil ve daha bir sürü gerekçeler dolayısıyla yaman gitgeller yaşarım kendi iç dünyamda.
Elit, entel ve edebi bir yazı kaleme almak ile geniş bir tabana hitap eden, her kesimin okurken anlayacağı ve anlaşılır olması hasebiyle sonuna kadar okuyacağı vasat bir dil kullanmak arasında kararsız kalmışlığım az değildir.
Vasat, sade ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanmam gerektiği noktasında ciddi uyarı, ikaz, telkin ve tavsiyeler aldığım mesajlar da yadsınır düzeyde değildi. Haksız da değillerdi ve dolayısıyla bu hak vermişliğimden hareketle oturduğum bilgisayar başında bir anda kalemim, hislerim, arzu ve yazı stilim bambaşka bir kulvara kayıveriyordu.
Onca ikaz, uyarı, tavsiye ve telkin bütün etkinliğini yitirmiş ve benim ben olmamdan kaynaklı yazı stilim her şeyin üzerinden geçivermişti. Bu kez vasat bir konu ve avami bir dil kullanacağım diye kendime seslenmişliğim güme gitmiş ve yazının konusundan tutun da kalemin arzı endam eyleyişine kadar hepsi alıp başını gitmişlerdir.
Gerek yazı stilim ve gerekse işlediğim konu bir meydan okuyuşa yelken açıverirken, konuya olan hassasiyetim dolayısıyla da kendime gem vurmayı da zül addeder ve kalemimin hızına asla engel olmazdım.
Biliyorum, işlediğim bir çok konu önemli bir haklılık ve doğruluk içeriyor olmasına rağmen kalemim, tehlikeli suların sınırları değil tam göbeğine denk geliyor olmasına rağmen durmaz, kaleme uslu durmasını söylemeyi de inancım ile çelişir bir hissiyat olduğuna inanmam hasebiyle kendi haline bırakırım. Ve kalem Zülfi yare dokunmuştur..
Yazı da kullandığım dil her ne kadar elit ve bilimsel bir jargon içeriyor olmasına rağmen, konu içerisinde kendimin, diğerinin, ötekinin, berikinin, mahzun, mazlum, fakir ve fukaranın olduğu yazı olmasına özellikle hassasiyet gösterir ve kalem zaten o mecraya doğru yol alıyordu.
İnançlarımı, kırılganlıklarımı, kızgınlıklarımı, hesap soran hakim tavrımı göstermekten ve hatta açıkça göstermekten çekinmiyor ve konunun içeriğinin haklılığından aldığım cesaretle yazdığım kalemi bir başkaları için kırıyordum da.
Alamadığım tek risk ve yüklenmekten korktuğum tek yük, yazının, kalemin ve konunun hakkını verememek idi. Bu alana gösterdiğim hassasiyet hep birincil ilkem olmuş ve kalemin, konunun, anlatım tarzının hakkını vermeye ve bu anlam da azami hassasiyet göstermeye and içmiştim.
Beşer olmaktan kaynaklı korkularım, endişelerim, acabalarım, yarın ve sorumluluğum altında olanların endişesi elbette anlamlı bir yük olarak omuz başlarımda duruyor olmasının yanı sıra eğilip gözlerimin içine içine baktıklarını da itiraf ediyorum.
Ama heyhat !
İnançlarım, ideallerim, ilkelerim, dava bilinç ve hassasiyetim, kendime, çocuklarıma ama özellikle de kalemime verdiğim söz ve onlarla imzaladığım ahit çok daha ağır basıyor ve kalem kendi yatağında akıp gidiyordu. Uğradığı her kapıya hakkını hakkıyla verirken iç huzurum kalbimin ve nabız atışlarımın da dengeleyicisi oluyordu.
Her satırın başında hassasiyetle bekleyişlerim, neyle, hangi kelime ile başlayıp hangi haklı ve doğru cümle ile bitireceğim sancısı, kalbimin sıkışmasının da önemli bir gerekçesi oluveriyordu diğer bir taraftan.
En nihayetinde memnun ve razı olduğum satırlarımın üzerinden bir kez daha ve çok daha önemli bir hassasiyetle geçerken, bir şeyleri unutmuş olabileceğimin sorumluluğu önemli bir baskı yapmaktaydı.
Önemli bir baskı zira mesele yazmak ve çok bilimsel bir dil kullanmak, çok elit bir yazı ortaya koymaktan öte bir hakkı dile getirmek, bir hakkın ve hak sahibinin hakkını tevdi etmek amacı taşıyordu.
Rabbim mahcup eyleme…