İnsanoğlu bu dünyada doğduğu günden öldüğü güne kadar çeşitli aşamalardan geçer. Hayat ilerledikçe, yaş geçtikçe hayat sarp bir yokuşa benzer. Aynı yüksek bir dağa çıkan ve tırmanışa geçen bir dağcının, dağda çıktıkça aşama aşama basıncın artmasına bağlı olarak “nefesinin kesilmesi” gibi, insan da yaşlandıkça nefesi kesilmeye başlar. Hayatın zorlaşması babında söylüyorum yaşlıların “nefesinin kesilmesini.”

Yaşlandıkça kan değerleri zayıflar, dizlerinde derman azalır, gözlerinde fer azalır, kandaki oksijen oranı düşer. Yaşlılık bu açılardan aynı bir sarp yokuş çıkmak gibidir. Günler geçtikçe yokuş daha da dikleşir. Nefes kesilir de kesilir ve en sonunda zirvede ölüm bekler. İnsanın ölmesi dağın başında nefesin bitmesi gibidir.

Bizim oralarda, yani memleketimde bir laf duyardım çocukluğumda. “Yaşlılığı kapıdan içeri alası değil.” Evet, yaşlılık kapıya gelir ve onu içeriye alası değil. Ancak yaşlılık, kapıyı vurmadan girer içeri.

Ah, insan ah! Git, git, git ve gideceğin yer ölüm. Çocukluk, gençlik, yaşlılık, hastalık ve en sonunda “yatalak olmak.” “Yatalak olmadan” bu Dünya’dan çekip gitmek, nimetlerin en büyüğü. Yatalak dediğimizde, inme (felç), sakatlık ya da benzeri nedenlerle yatağa bağlı kalmak. Biz mi çok rastlıyoruz, yoksa eskiye göre “yatalaklık” arttı mı?

Eskiden çocukken çevremdeki yaşlılar, ya hasta olur ya da hasta olmadan ölüp giderlerdi. Çevremde çok az yatalak görürdüm. Şimdi felç olmak suretiyle, hastalık ya da benzeri sebeplerle yatalaklar arttı. Maalesef, beyin kanaması, kalp krizi, emboli, bacak ve kalça kırılması ve çeşitli krizlerle bir bakıyorsunuz bir yaşlı yatalak olmuş. Hatta sırf yaşlılar değil, genç ve orta yaşlılarda da emboli, beyin kanaması, kalp krizi çok çok arttı. Bu artışı kovid aşısına bağlayanlar bu toplumda çoğunlukta.

Sağlıksız beslenme, depresyon (stres), hayat zorluğu, organik beslenmenin azalması, zararlı gıdalar, kalitesiz su ve oksijen azlığı sağlıksız bir topluma gidişin en büyük nedenleridir.

Benim görüşüme göre, sağlık üçgeni şudur. Bu üçgenin tepe noktasına ruh sağlığı (stressiz hayat), sol alt köşesinde temiz hava (bol oksijen) ve sağ alt köşesinde doğal beslenme (organik gıda, temiz su) yer alır.

İşte bu sağlık üçgeni içinde kalan, daha doğrusu bu üçgende belirtilen nimetlere sahip insan çok uzun yaşar. Tabi ömrü veren Allah’tır. Ben normal şartlarda olması gerekeni anlatıyorum. Kişi trafik kazası geçirir, kişi bir olay yaşar, kişi bir travmayla karşılaşır ve birdenbire çöker ya da birdenbire göçer. Ona bir şey diyemem. Ancak bu tür dışarıdan bir etkiyle karşılaşmayan ve normal hayatını sürdüren bir kişi sağlık üçgeninde yer alan nimetlere sahipse (stres yoksa, hava bol oksijenliyse ve bir de doğal besleniyor ve katkı maddeleri olan gıdalardan uzak duruyorsa) uzun yaşar.

Şimdi diyeceksiniz ki, “Ey Yazar Kardeşim bir Ülke düşünün ki, nüfusunun neredeyse %90’ı şehirlerde yaşıyorsa, bu saydığın hiçbiri, şehirlerde mevcut değilse, ekonomik sorunlar, geçim derdi, trafik, stres ve benzeri sorunlar şehirlerde had safhadaysa, insanlar nasıl uzun yaşayacak? Bu soruya karşılık “ben de haklısın kardeşim” diyorum. Ben yalnızca yazıyorum. Yani şehirleşmeden, sağlıksız gıdalardan, organik gıdaların olmamasından, ruh sağlığının bozulmasından ve benzeri olumsuz hususlardan ben sorumlu değilim. Ben yalnızca gariban bir Yazarım.

Evet, sağlıklı bir hayat için belirttiğim üçgenden dışarıya çıkarak, gelelim yazımızın başlığındaki hususa “yaşlılığa” gelelim. Yaşlılık zor. Yaşlılık çile. Yaşlılık bir gerçek.

Niyazi-i Mısri bu noktada şöyle seslenir.

“Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere.
Can yatar gafil, binası oldu viran bihaber.”

Yaşlılık bir evin duvarları gibidir. Her gün bir tuğlası yere düşer. Bu halden gafiliz, habersiziz maalesef.

“Yaşlılıktan kurtuluşun tek bir çaresi var.” “O da nedir? Ne olur söyle. Söyle de şu yaşlılıktan kurtulalım diyen yaşlıları duyar gibiyim. “Ne olur söyle, nasıl o yaşlılık geldiğinde kurtulacağız, söyle ne olur söyle” diyen yaşlılık gelmediği halde, yaşlılık geldiğinde şimdiden o şeyi biz de alalım ki, yaşlılıktan kurtulalım diyen gençleri ve ortay yaşlıları duyar gibi oluyorum.

Evet, pür dikkat dinleyin, “yaşlılıktan kurtuluşun nasıl olacağını, yaşlıktan kurtuluşun çaresini açıklıyorum.”  “Yaşlılıktan ancak ölüm ile kurtulursunuz.”

Evet, durum bu kadar açık ve nettir.

Ölümü o kadar kötü ve istenmez görmeyin. Fransız Filozof Victor Hugo der ki, “ölüm olmasaydı, insanlar ölümü icat etmek zorunda kalırlardı.”

Bunun hakikat olduğunu ne zaman anlar insanoğlu? Yaşlandığında bizzat anlar. Yani aynel yakin anlar. Yani yaşayıp anlar. Ya da yakın çevresinde yaşlı bir yatalak varsa, ayağa kalkamayacak durumda ise, her gün hastalıktan inleyip de sızlıyorsa, hiçbir ihtiyacını göremeyip de tüm ihtiyaçlarını yakınındaki birsi karşılıyorsa ve yatalak kişi yalnızca kafası tavana bakacak şekilde uzanmış dümdüz duruyorsa, o anda anlaşılıyor ki, ölüm kurtuluştur.

Bizim memlekette bir söz vardır. Yatalak hastası olanlar ve iyileşmesi mümkün görülemeyen yaşlılar yatağa bağlı olanlar için söyleniyor. “Allah iki iyilikten birisini versin.” Bu iki iyilikten birisi sağlık, öbürü ölüm.” Bu sözde de açığa çıktığı gibi “ölüm, yatalak ve çaresiz hastalar için iyi bir sonuçtur.” Yine memleketimde çok söylenen bir söz vardır: “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak.” Bu da yatalak hastalığın hem hastaya ve hem de hasta yakınına olan zorluğu anlatmak için kullanılan bir sözdür.

Burada en mühim hususu da belirteyim. Hastalığa sabretmek ve hiçbir itiraz etmeden büyük bir metanet ile karşılamak İslam’a göre bir haldir ve Müslüman’ın şiarıdır. Müslüman asal hastalıktan şikayet edemez ve sabırla son nefesini vereceği günü bekler. Bu hasta için geçerlidir.

Hasta yakını için de şu geçerlidir. “O da annesinin, babasının, evladının, eşinin uya da başka bir yakınının hastalığından dolayı şikayetçi olmaz ve sabreder. Hasta yakınına hizmet ederek sevap alır.” (Bu Dünya’da düşündüğümde huzur ve sonsuz mutluluk bulduğum birçok husus var. Ancak bunların içinde en başta geleni, Babama ve Anneme hastalıklarında bakmış olmam ve onların memnuniyetlerini ve “haklarını helal ettiklerini          duymuş olmamdır. Elhamdülillah. Allah herkese bunu nasip eylesin.)

Yazımın başlığında yer alan “yaşlıyken bir insan birden nasıl genç olacak” hususu da dikkat çekici bir sözdür. Bunu da merak ettiğinizi düşünüyorum. Bunun nasıl olacağını da birkaç kelam ile anlatıp huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Yaşlılığın pençesinde, halsizliğin girdabında ve ölümün tam kıyısında bir kişiyi Dünya’daki hiçbir şey teselli etmez. Onu ne yapsanız da sevindiremezsiniz. O haldeki yaşlılara bakın “gözlerindeki derin çaresizliği ve bakışlarındaki umutsuzluğu” hemen sezersiniz. Bu durumdaki bir insanı yalnız iman teselli eder ve iman der ki; “öleceksin, cennete gireceksin ve elinden giden o gençlik tekrar eline geçecek ve Cennette 33 yaşında olacaksın ve artık ondan sonra ne hastalık, ne yaşlılık ve ne de ölüm bir daha asla ve asla seni rahatsız edemeyecek.” İşte bunu tefekkür etmek ve Allah’a bunun için dua ve niyazda bulunmaktır bir yaşlının tek umudu ve tek huzuru. Bu tefekkür ve bu tezekkür dışında, Dünya’nın tüm insanları bir araya gelse ve Dünya’nın tüm imkanları seferber edilse, Dünya’nın tüm mal ve mülkü o yaşlının emrine verilse, bütün bunlar o yaşlıya asla ve asla ne umut ve ne de huzur verebilir. O durumdaki yaşlıyı yalnız iman ve imandan gelen umut ve huzur teselli edebilir.

Bunun bilincinde olan tüm mü’minlere selam olsun.

Vesselam.