Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkileri yakın dönemde bölgesel gelişme, işbirliği ve çatışma alanlarına bağlı olarak zikzak çizmektedir.
Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkileri yakın dönemde bölgesel gelişme, işbirliği ve çatışma alanlarına bağlı olarak zikzak çizmektedir. Özellikle Türkiye, Suudi Arabistan ve Suud yönetiminin etkisi altındaki Körfez ülkeleri arasında bir süredir bazı görüş ayrılıkları bulunuyordu. Türkiye’nin İran konusu ve İsrail’in Gazze'ye yönelik katliamcı yaklaşımları konusunda Suud ve Türkiye yönetimleri farklı çizgide bulunmakta idi. Diğer yandan .Azerbaycan ve Kuzey Irak'la enerji konusundaki anlaşmalar çerçevesinde Türkiye karşıtı yayınlar yapılması Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki gerginliği su yüzüne çıkardı Nihayet bölgesel güç olarak Suriye’de her ülkenin taktiksel farklılıkları ve Mısır'daki darbe süreciyle gelişen ihvan meselesiyle ayyuka çıkan gerginlik, Kral Abdullah'ın vefatıyla başlayan yeni bir işbirliği konseptini başlattı. Aslında bu konsept değişiminde Ankara ve Riyad’ın uzun soluklu strateji inşa etmesinden ziyade Ortadoğuda gelinen noktanın her iki ülkeyi zorunlu işbirliğine zorlamasının etkisi büyüktür.
Suudi Arabistan'la Türkiye arasındaki görüş ayrılığının yaşandığı en önemli mesele İran'ın bölgedeki mezhep merkezli yayılmacılığıdır. Türkiye İran ilişkilerinin bir çok alanda gelişme göstermesi, hatta Tahran yönetimiyle Batı arasındaki müzakere sürecinde başrol oynaması gibi konular ve daha sonra Hasan Ruhani dönemiyle birlikte ABD-İran ilişkilerinin de bir rayına sokulması, nihayet ambargonun kalkması Suud yönetimini tedirgin etmekte idi. Doğal olarak bu gelişmelerden Türkiye-Suud ve ABD-Suud ilişkileri de etkilenmekte idi. Ancak Şii din adamı Şey Nemr meselesinde Türkiye’nin açıkça Suuud yönetimi yanında yer alması ve Suriye ve Yemendeki problemler Suud yönetimine daha bir üst perdeden bölgesel meselelere bakma ve bölgenin diğer aktörleri ile işbirliği yapmaya zorlamış görünmektedir. Benzer bir yaklaşımın Ankara içinde geçerliliği vardır. Nitekim İran’ın mezhepsel yayılmacı politikalarına karşı her iki ülkede aynı çizgiye gelmiş durumdadır.
İkinci görüş ayrılığının bulunduğu mesele Mısır’daki cunta yönetimidir. Özellikle Arap Baharı olarak adlandırılan Ocak 2011'de başlayan Arap ülkelerindeki halk hareketleri ve sonrasındaki süreçte iki ülke arasında bir takım görüş ayrılıkları ortaya çıktı. İlk çatlak Mısır konusunda yaşandı. Suudi Arabistan, Mısır'daki devrim sırasında Hüsnü Mübarek'in yanında yer aldı. Sonrasında sivil yönetime geçiş ve Müslüman Kardeşler sürecinde ihvanın karşısında durdu. Özellikle 3 Temmuz darbesinde Suud yönetimi ve Körfez ülkelerinin desteklediği darbe ve Sisi liderliğindeki Cunta'ya karşı Türkiye'nin tutumu çok sert oldu. İşte bu süreçten beri kopuk Türkiye- Mısır ilişkilerinin düzelmesi için Karl Selman arabuluculuk rolüne bürünmüş görülmektedir. Nitekim Türkiye öncesinde Mısır da bir dizi temaslarda bulunması ve bazı diplomatik kaynaklara göre Kral Selman’ın Sisi’yi İstanbul’da düzenlenecek İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine katılmaya ikna etmek üzere çaba sarf etmesi, Kral Selman,ın İİT İstanbul zirvesini bir fırsat olarak değerlendirdiği ve Sünni blok içindeki bu parçalanmışlığın giderilmesine dönük bir çaba olarak da değerlendirilebilinir. Diğer yandan Kral Selman’ın Kahire’de bulunduğu sürede, Türkiye-İsrail normalleşme görüşmelerin de mutabakata varılacağına dair haberler Doğu Akdeniz’de daha geniş bir işbirliğinin oluşmasına dönük yeni stratejiler demektir. Bu bütünün en önemli ayağını oluşturan, Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerinin normalleşmesi demektir. Bu aynı zamanda doğu Akdeniz’de “enerji ve güvenlik” boyutlu oluşumlarda Türkiye’nin de yer alması anlamına gelmektedir.
Suudi yönetiminin Türkiye ile bölgesel meselelerle ilgili olarak ittifak içinde zikredilecek konu Suriye problemidir. Öyle ki Arap Baharı sürecinde Türkiye ile Suudi Arabistan muhaliflere destek konusunda ve Esat rejimine karşı tutumlarıyla ön plana çıktılar. Suriye meselesi iki ülke için de ortak paydaydı. Fakat aynı döneme denk gelen Mısır'daki devrim ve sonrasında yaşanan darbe süreçlerinde ortak paydalarda kısmi oynamalar oluşmuştu. Gelinen son noktada ise Suriye konusunda ABDnin başkanlığını çektiği koaliyon (Ankara ve Riyad’ında içinde olduğu), Esed siz bir Suriye ve IŞİD’le mücadeleye öncelik vermiş durumdadır. Ayrıca Suudi Arabistan ve Türkiye ise bir yandan rejim güçlerine karşı da savaşan muhalifleri destekliyor. Ankara, sınırının IŞİD’den temizlenmesinin ardından Suriyeli Arap ve Türkmenlerden oluşan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yerleştirilmesini istiyor. Riyad da bu talebinde Ankara’ya destek oluyor. Aynı bölgede ABD ise PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye bağlı güçleri destekliyor. Ancak son birkaç haftalık bölgeden gelen bilgilere göre ABD ile Türkiye’nin sınırda ÖSO’nun yerleşeceği bir cephe oluşturma, güneyde de ise PYD’nin yerleşeceği bir koridor oluşturma formülü üzerinde çalıştığına dairdir. Fırat’ın batısına yerleşecek olan ÖSO’ya Türkiye karadan top atışlarıyla, ABD de IŞİD’e yönelik hava bombardımanıyla destek oluyor. Muhalifler bu sayede sınırda ilerleyişini sürdürüyor. Son olarak IŞİD’le mücadele için ABD öncülüğünde kurulan koalisyon dan başka, 15 Aralık’ta Suudi Arabistan öncülüğünde ‘Teröre karşı İslam ittifakı’ kuruldu. İttifak, körfez ülkelerini de kapsayan 34 ülkeden oluşuyor. Bu iki uluslararası koalisyona birden üye olan bölgenin iki büyük ülkesi Türkiye ve Suudi Arabistan bu yeni strateji ile Suriye düzleminde öne çıkan bölgesel problemeler de belirleyici olmak istiyorlar. Kurulan İslam ittifakı bunu becerebilecek mi zaman gösterecek.