İbni Haldun 14. yüzyıl İslam düşünürü,  devlet adamı ve tarihçisidir. Tam adı Ebu Zeyd Abdurrahman ibn Haldun el-Hadram olan İbni Haldun,  köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas’ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra İspanya-Gırnata ve Mısır’da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı bağlamında 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa  kadılık yaptı. Şam’da  Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilgicin ilginç buluşması olarak tarihe geçti. Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddimeyi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkilemiştir.

            Günümüzde Siyasi,sosyal gelişmelerle beraber baş döndürücü  teknolojik gelişmeler kadim değerlerimiz bağlamında değerlendirme ve mukayese  yaptığımız zaman insanımızın toplumsal ve devlet paradigması bağlamında ciddi sınama ile karşı kaşıya olduğu aşikardır.

Sosyolojinin öncüsü İbn Haldun’un 14. yüzyılda ünlü Mukaddime’sinde yazdığı sanki bugüne projeksiyon sunan tesbitleri adeta bugünün yansıması gibidir. Sözü ustasına bırakalım Ona  göre,

            "Vergiler çoğaldığında devlet sona yaklaşır."

             Ve devletler çöküşe geçtiğinde,

falcılar ve dilenciler, riyakarlar ve iddiacılar,cahil yazarlar ve konuşmacılar, uyumsuz şarkıcılar ve manzumeciler, serseriler ve fala bakanlar,davulcular ve bilgiçlik taslayanlar,  el falı bakanlar ve astrolojik yorumcular, vizyonsuz politikacılar ve şarlatanlar, liyakatsizler ve ehliyetsizler, hicivciler ve fırsatçılar çoğalır.

            Maskeler düşer,

ayrılmaması gereken şeyler birbirine karışır, değerler yitirilir, yönetim ve toplum bozulur,

anlamlar ve sözler birbirine karışır, sahtekârlar ve ikiyüzlülülerin sayısı artar, güce yakın olanlar mazlumların hayatı ile oynar, doğru ile yalan iç içe geçer.

            Devletler yıkılışa yaklaştığında,

korku hâkim olur, insanlar mezheplere, fırkalara sığınır, korku ve güçle fikirlerini insanlara dayatır, mucize iddiaları yayılır ve söylentiler yaygınlaşır, hurafeler yayılır, hakikat müdafileri susturulur, dost düşmana, düşman dosta dönüşür, yanlışın sesi yükselir, doğrunun sesi kısılır, güvenilmez yüzler ön plana çıkar, dost yüzler kaybolur, hayaller azalır ve umut ölür, herkes bir kurtarıcı arar, akıllı olan daha da yalnızlaşır ve yüzlerin hatları silinir, kabilesine, ırkına bağlılık daha güçlü olur,

ve vatan sevgisi bir çeşit delilik olarak görülür,bilgelerin sesi gürültücü boş insanların arasında kaybolur, aidiyet iddiaları artar.”