Medeniyetimizi bir bütün olarak düşünmeye mecburuz! Edebiyatın
kültürümüzde, dünkü ve bugünkü fikir hayatımızda etkinliği
görmezlikten gelinemez...
Sanat hayatımızın her çağında edebiyat daima ön sırayı tutmuş,
bereketli bir edebiyat dünyamız sağlıklı bir biçimde kalitesini
yitirmeden varlığını devam ettirmiştir yakın zamanlara kadar. Yakın
zamanlara kadar şairlik de âdeta, yöneticilik kadar aranan bir
nitelikti bir devlet adamı için. Gerçi bu yönde bir kanuni
zorunluluk yoktu; fakat toplumdaki yoğun kültür birikimi her aydını
olduğu gibi bir Padişah'ı bir Sadrazam'ı bir Vezir'i bir
Şeyhülislâm’ı da buna zorluyordu.
Selçuklu dönemi, siyaset ve ilim alanlarında olduğu gibi edebiyat
hayatımız için de bir hazırlık, bir geçiş dönemidir. Uzun ve mutlu
bir bahara götüren bir ilkbahardır. O yüzden düşüncelerimize esas
olan Osmanlı çağıdır; bademlerin çiçeklerini bütün güzelliği ile
açtığı rüya çağı...
Eski sanat hayatımızda yalnızca şiir ve mimari görkemli bir
seviyeye ulaşmıştır dense yanlış olmaz bir bakıma. Gerçi İslâm
harfleriyle soyut resmin zirvesine ulaşmışlardır hat
sanatçılarımız; fakat bu, tezhip sanatımız ve bazı diğer
sanatlarımızla beraber istisnadır. Bunların dışında eski güzel
sanatlar dünyamızda tiyatro, romancılık, hikâyecilik resim ve
heykelcilik sanatına ilgi gösterilmemiştir. Musiki ise toplumda
yaygınlaşmamış bu sanatla da az insan uğraşmıştır. Yalnız
hikâyeciliğimiz mistik bir tarzda mesnevilerde o gün de yaşıyordu
diyebiliriz. Ama gene de mensur biçimde hikâyecilik yoktu.. Sanki,
sanatçı İslâmiyetin "çok söz söyleme!" emrinin bir gereği olarak
düz yazıyı nefsine yasak etmiş; bunun yerine meramını, düşünce ve
zevklerini mısralarda ifade yolunu seçmişti. Kısa fakat yüklü,
fakat keskin mısralarda.
Mihrak daima manzum yoldur.
Halk, basit duyuşunu Halk Edebiyatında şiirle, aydın, kemal
noktasına yükselmiş fikir duygu ve hülyasını divan edebiyatında
şiirle, mutasavvıf, ilâhi aşkını Tasavvuf Edebiyatında şiirle dile
getirmiştir.
Münevver her çağda olduğu gibi Osmanlı çağında da dünya kültürü ile
alâkalıdır. Bu sebeple o söyleyişine İran edebiyatından esinlenerek
aruz veznini seçmiştir. Ancak bu hiçbir zaman basit bir taklit
olayı olarak düşünülmemeli ve takdir olunmamalıdır... Bugün bir
sürrealist akımın, bir egzistansiyalist akımın edebiyatımıza
girmesini olağan karşılayıp da o çağdaki aydınımızın belli kültür
alışverişini yermek objektif aydın düşüncesine aykırı düşer. Kaldı
ki o devirde müşterek bir İslâm kültürü ve bu kültürün ortak
mesajı, ortak kahramanları olduğu unutulamaz. Bir de şu realiteyi
hatırlatalım ki edebiyatımızın her üç stilinde de yani halk, divan,
tasavvuf edebiyatlarında dile getirilen aynı inanç aynı
doktrindir... Divan edebiyatındaki "aşk", "kadın", "mey"... vs.
gibi kavramların birer sembol ve mücerred ifade biçimleri; birer
imaj kristali oldukları unutulmamalı. Divan şairi "din dışı" şiir
söylememiştir. Kılıç tutan eller nasıl "ilâyı kelimetullah"
Allah’ın ismini yüceltmek için vuruşuyorlardı ise; eli kalem
tutanlar da aynı gaye uğruna şiirlerini yere, göğe ve rüzgâra
yazıyorlardı...
Edebiyatımız, mimari, tezhip, hat gibi sanatlarımızla beraber
medeniyetimizle bir paralellik göstermiş; devletinin kuvvetli
olduğu dönemlerde ne kadar bol sanatçı yetiştirmişse zayıfladığı
zamanlarda da bu kaynak kurumaya yüz tutmuştur. Divan şiirinin son
temsilcisi, nihaî zirvesi Şeyh Gâlip'tir.
Bunun dışında Âkif ve Yahya Kemal de eserlerini aruzla vermişlerse
de bu sadece şekilde benzerliktir.
Tanzimat Edebiyatı ile birlikte tiyatro, roman, hikâye, resim ve
öteki sanat şubeleri de estetik dünyamıza girmiş; ve edebiyat bu
tarihten sonra kitleleri daha kuvvetle tesirine alıcı bir
yaygınlığa ulaşmıştır... Bunlardan bilhassa şiir, piyes, roman ve
hikâyeden önce anti teolist "batıcı" görüşler; bilâhare Marksist
doktrin âzami istifade etmiştir; ki Marksist-Leninist edebiyat hâlâ
bu vadide alabildiğine at koşturmaktadır...
Yerli düşünce bir yeniden toparlanış içindedir. Her alanda,
medeniyetimizin her dalında olduğu gibi sanat alanında da çağın
ortasına ölmez anıtlarımızı dikecek üstün sanatçılarımızı
yetiştirme zamanı gelmiştir!.. Nerede romancımız, nerede
hikâyecimiz, hangi cihette kaldı yeni şairlerimiz... Gözlerimiz
yoruldu beklemekten!..
Bal arıları göç edince papatyaların, sümbüllerin, reyhanların
etrafında yabanî arılar vızıldamaya başladı. Nerede bu çiçek
düşmanları arıları kovacak dost arılar?
Sosyalist düşünce bu vâdide söyleyeceğini söylemiştir. Bitmiştir
Marksçı edebiyat!.. Zaten bitmemesi anormal olurdu metâfiziğe
inanmayan, ruhu ve mücerredi tanımayan bu edebiyatın.
Evet medeniyetimizi bir bütün olarak görmek; sanatın
medeniyetimizin bir parçası olduğunu unutmamak zorundayız. Sağ
düşünce, sanat ve edebiyatı kurtarmak onu kendi asli gayesine
emanet etmek zorundadır!
Son sözü söylemeden büyük şair Hâfız'ı dinleyelim: "Hâfız, şiir
söyler... Cihan sayfasında ömründen yadigâr olarak ancak kaleminden
çıkan bu yazılar kalır."
Çağ, kalem bahadırlarını bekliyor; çağı kalemleri ile aydınlatacak
bahadırları...
*
Bu yazı, 23 Kasım 1976 tarihinde Türkiye gazetesinde
yayınlanmıştır.