Ruhbanları erbab haline getirip putlaştıranlar şirke ve küfre
düşer.
Evliyaullahı, erbab haline getirmemek şartıyla sevmek, onlara çok
hürmet etmek, öğütlerini dinlemek gerekir.
Evliyaullah, halktan ve sevenlerinden para toplamaz, maddî menfaat
devşirmez.
Rahmanın velileri holding patronu gibi bizzat ticarî, sınaî, mâlî
(finans ile ilgili) işler yapmaz.
Rahmanın velileri Kur’an, Sünnet, Şeriat dairesi içindedir.
Onlardan Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı işler sadır olmaz.
Velilerden birine bağlı olan kişi öteki velileri inkar etmez.
Şeyhler ikiye ayrılır: Gerçek şeyhler… Müteşeyyihler…
Namaz kılmayandan, şer’î özrü olmadığı halde oruç tutmayandan,
fasık-ı mütecahirden ne veli olur, ne şeyh.
Veliler ve gerçek şeyhler insanları hidayet yoluna çağırır,
müridlerini terbiye edip olgunlaştırır.
Velilerin ve gerçek şeyhlerin büyük kerametleri şunlardır:
İtikadları sahihtir. Bozuk itikatlıdan veli de olmaz şeyh de… Beş
vakit namazı kılarlar… Cemaat ehlidirler… Kur’an-ı azimüşşana
Sünnet-i seniyyeye ve Şeriat-i Garra-i Ahmediyyeye bağlıdırlar… Son
derece doğru ve dürüst kimselerdir… Kimseyi aldatmazlar…
Şatafattan, tantanadan, ihtişamdan, şaşaa ve debdebeden
hoşlanmazlar… Nefs-i emmarelerini yenmişlerdir…
Bid’atçi ve fasık kimseler, mesela bir ağaca dokunsalar, o ağaç
altın oluverse, bu keramet değil, istidractır.
Eskiden, veli olduğu sanılan kimselere mazanne-i kiram
denilirdi.
Veliler Allahın dostlarıdır. Onların aleyhinde konuşmamak,
hatıralarına saygısızlık etmemek gerekir.
Sağ olan veliler, müridlerinin kendilerini, Kur’ana ve Sünnete
aykırı olarak mübalağa ile övmelerine, uçurmalarına mâni
olurlar.
Bir kısım veliler hidayet meş’aleleridir, insanları İslamın, Tevhid
inancının doğru yoluna davet ederler.
Vehhabîlerin bazı veliler hakkındaki, “Tarikat velileri
evliyaurrahman değil, evliyauşşeytandır” gibi aşırı ve çirkin
sözleri batıldır.
Dâvet İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriatadır. Tarikat reklamı ve
propagandası yapılmaz.
Hak bir tarikata girmek nasip meselesidir.
Önüne geleni tarikata doldurmak hatalıdır, tarikatın bozulmasına
yol açar.
Bir tarikata girmeyen, Kur’anın Sünnetin Şeriatın ilmihal ve ahlak
kitaplarında yazılı olan emir, yasak ve öğütlerine uyan kişi
biiznillah kurtulur. Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun
ona) bu konuda beyanı ve müjdesi bulunmaktadır.
Bağlılarını, müridlerini, derviş ve muhiblerini olgunlaştırmayan,
dindarlaştırmayan, onları iyi Müslüman ve iyi insan yapmayan,
onların ahlakını yükseltmeyen bir tarikat gerçek tarikat
değildir.
Kendisini derviş sanan biri mütemadiyen (devamlı olarak) gıybet
yapıyor… Böylesi derviş değil, merviştir.
“Benim şeyhim çok büyüktür, öteki şeyhlere boş ver diyen” kişi
tarikatlı değil, tarikatçıdır ve onun ciğeri beş para etmez. Gerçek
dervişin “Benim şeyhim çok muhterem bir zattır, öteki şeyh
efendilere de hürmet ederim” demesi gerekir.
Derviş olmak başka şeydir, muhibb olmak başka şey… Çile çekmeden,
seyr-i süluk yapmadan kendisini derviş sanana ve dervişlik
taslayana gülünür.
Toplumun düzelmesi, Müslümanların daha vasıflı olması, ahlakın
yükselmesi, âsâyiş ve güvenin hakim olması, insanların birbirine
kurt değil melek olması, dindarlığın yaygın hale gelmesi için
gerçek tarikatlara, gerçek şeyhlere ihtiyaç vardır. Onlarsız
düzelme ve ıslah olmaz.
Selatîn-i âl-i Osman efendilerimizin her birinin şeyhi ve mürşidi
vardı.
Osmanlı devleti iki payanda ile ayakta durmuştur: Şeriat ve Şeriata
uygun Tarikat.
Asr-ı Saadette tarikat ve tasavvuf kelimeleri yoktu ama tasavvufun
ve tarikatin kendisi vardı.
Tasavvuf ve tarikat sahih itikad, namazın ikamesi, diğer
ibadetlerin edası, ahlakın yükselmesi, ihlas, ihsan, mürüvvet,
fütüvvet, büyük ve küçük cihad, adalet, yardımlaşma, paylaşma,
Allahın rızasını, Peygamberin şefaatini kazanma demektir.
Sûfî Müslüman öyle bir kimsedir ki, onun faziletlerini düşmanları
bile kabul, tasdik ve teslim eder.
Gerçek sûfi sövene dilsiz, dövene elsiz gerektir.
Gerçek sûfi, kendisine kötülük eden Müslüman kardeşine iyilik
eder.
Herkes göremez ama keşif gözü açık olanlar, gerçek sûfilerdeki
tecelli nurlarını görür ve sezer.
Tasavvufa, tarikata en büyük kötülüğü fasıklar, facirler
vermektedir.
Evliyaurrahmanın ve onları sevenlerin duaları üzerimize sayeban
olsun.
(İkinci yazı)
Azab ve Musibet İner
HALKA, Müslüman bir toplum emr-i mâruf ve nehy-i
münker yapmazsa başına genel azab ve musibet geleceği çok açık
şekilde anlatılmalıdır.
Bugün ülkemizde İslama, Kur’ana, Sünnete aykırı kötülükler,
azgınlıklar, her tür fuhşiyyat yaygın şekilde yapılmakta, bunlara
alışmış ve kanıksamış dindarlar gereken nehy-i münkeri
yapmamaktadır.
Nehy-i münker nedir?.. Kötülükleri kötülemek, engellemeye
çalışmaktır.
Bütün okullarda mecburî olan din derslerinde yeni nesillere nehy-i
münker konusunda yeterli bilgi veriliyor mu? Maalesef.
Bugün ülkemizde emr-i mâruf ve nehy-i münker konusunda hürriyet var
mıdır?.. Bol bol, fazlasıyla vardır ama Müslümanlar bu farzı yerine
getirmemektedir.
Müslümanlar neleri protesto etmelidir?
Ribayı… Zinayı… Gökdelen, rezidans, AVM, lüks mesken inşaatını…
Otomobil, yakıt israfını… Dışarıdan yılda üç milyon ton buğday
ithal eden bu memlekette her gün beş milyon ekmeğin çöpe
atılmasını… Müstehcen yayınları… Devletin resmî vesikalarıyla seks
köleliği yapılmasını, bundan KDV alınmasını… Ormanların, yeşil
alanların, doğal yapının tahrip edilmesini…
Müslümanların özeleştiri yapması da nehy-i münker
cümlesindendir.
Müslüman bir toplumun günlük namazları terk etmesi büyük
günahtır.
Ramazanda büyük şehirlerde alenen oruç yenmesi.
Batı usulü şeytanî uyduruk tesettür.
Müslümanların çocuklarını Kemalist eğitim okullarında okutması.
Dindar geçinenlerin israfa, lükse, aşırı tüketime kaçması.
İslamî kesimde bin kadar cemaat olmasına mukabil bunların üzerinde
tek bir Ümmet çatısı bulunmaması.
Gücü ve ilmi olanların halka ilmihalini öğretmemesi.
İş, ticaret, sanayi, hizmet konusunda islamî hüküm ve prensiplere
uyulmaması.
Bazı zenginlerin gerekenden fazla yemesi ve tüketmesi.
Zekatların Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde
verilmemesi; bu yüzden Müslüman fakirlerin, miskinlerin,
mültecilerin mağdur olması.
Kamuda dindar geçinen bazı bürokratların resmî otomobil, lojman,
yolluk giderleri, sosyal tesisler gibi konularda İslam ahlakına
uymayan uygulamalar sergilemeleri.
Saymakla bitmez…
Artık 28 Şubatın kara günlerini yaşamıyoruz. Oldukça geniş din
hürriyetine sahibiz.
Gereği gibi, yeterli emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmazsak bunun
cezasını dünyada da çekeriz.
Emr-i maruf ve nehy-i münker farzdır.
Müslümanlar toptan bu farz-ı terk ederlerse azab ve musibet umuma
iner, kurunun yanında yaş da yanar.
İstesek, herhangi bir kötülüğü protesto etmek için bir ay içinde
ilgili ve sorumlu mercilere bilgisayar ile milyonlarca dilekçe
gönderebiliriz ama göndermiyoruz.
Cami kürsülerinde, cuma hutbesi okunan minberlerde gereği ve yeteri
kadar emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmıyor.
En kötüsü şudur:
İslama, Kur’ana, Sünnete, şeriata, İslam ahlakına aykırı kötü
şeyleri gördüğümüzde, işittiğimizde, öğrendiğimizde kalben buğz
etmiyoruz.
Kötülüklere kalben buğz etmek, imanın asgarîsidir. Resulullah
(Salat ve selam olsun ona) böyle diyor. Emr-i mâruf ve nehy-i
münker yapmayanlar imanlarını tehlikeye atıyor.
Bunun sorumluları Müslümanların başını çekenlerdir.