Yabancılar tarafından kültürel olarak işgal edilme korkusu ile modern değerlere ve gelişmelere (bazıları hiçbir zaman kabul edilmemiş) yönelik bir reddin, bir karışımın olduğunu söyleyen kültürel tepki tezi adına söylenecek pek çok şey var. Buna karşılık gelen bir yönelimle sağcı popülist sloganlara veya partilere yönelme olarak görebiliriz.

Çalışmalar sonucu AfD'nin seçilmesine yönelik mevcut açıklayıcı modelleri doğrulamaktadır. Yabancılar tarafından kültürel olarak işgal edilme korkusu ile modern değerlere ve gelişmelere (bazıları hiçbir zaman kabul edilmemiş) yönelik bir reddin, bir karışımın olduğunu söyleyen kültürel tepki tezi adına söylenecek pek çok şey var. Buna karşılık gelen bir yönelimle sağcı popülist sloganlara veya partilere yönelme olarak görebiliriz. Bu yılki araştırmasının sonuçları; AfD'nin tercihinin, kültürel faktörlere, otoriterliğe ve yabancı düşmanlığına; burada bilhassa İslam düşmanlığına dayandığının altını çiziyor. Buna karşılık AfD seçmenlerinin sosyo-yapısal olarak modernleşmeden kaybedenler olduğu varsayımı yetersizdir. Buradaki temel sav; nüfusun sosyo-yapısal olarak 'dezavantajlı' kesimlerinin, hızlandırılmış modernleşme ve küreselleşme çerçevesinde temasını kaybettiği ya da en azından öyle olduğuna inandığıdır. Bununla birlikte, verilere daha yakından bakıldığında, AfD seçmeninin modernleşmeden esasen kaybeden olduğunu gösteren çok az şey var. Artık küreselleşmedeki gelişmelere ayak uyduramadıklarını ve geride kaldıklarını hissediyor olabilirler, lakin oy verme kararlarını etkileyen en önemli etken bu değil. Bunun sorumlusu; otoriterlik, siyasi yabancılaşma ve kendisini öncelikle politikacılara, partilere karşı 'hayal kırıklığı' olarak gösteren siyasi yabancılaşma ve 'kültürel yabancılaşma' kaygısının bir karışımıdır. Bu tutum, Müslüman kadınlar ve Müslümanlar gibi toplumda 'farklı' olarak algılanan çeşitli gruplarda düşmanını bulmaktadır. Aşırı sağ pozisyonlara açıklık ve AfD'nin seçimi, farklı faktörlerin bir karışımından kaynaklandı: yerleşik elitlere duyulan güvensizlik, 'kültürel sızma' korkusu, sosyal sınırlar ve milliyetçilik, kişinin kendi kimliğinin ve diğerlerinin değerini düşürme duygusu. 'Farklı' olarak algılanan sosyal grupların değersizleştirilmesi de eklenebilir. Bilinmeli ki; her şeyden önce, AfD seçmenleri ortalamanın üzerinde Müslüman karşıtı ve otoriterdir. Bu, aynı zamanda AfD seçmeninin PEGIDA hareketinin destekçilerine ne kadar yakın olduğunu da beraberinde gösteriyor.

Yukarıda; bu oy verme davranışının, demokrasiye yönelik tutumlar adına ne anlama geldiğini analiz etmek istiyorum. Siyasi kültür araştırmasında, mevcut demokrasinin değerlendirilmesi ile siyasi meşruiyet (yani bir devlet ilkesi olarak demokrasi) arasında bir ayrım yapılır. Mevcut anket adına üç madde olarak: demokrasinin bir fikir olarak onaylanması, demokrasinin anayasada belirtildiği şekliyle ve Federal Cumhuriyet'te nasıl işlediği üzerine ele alındı. Veriler, bir fikir olarak demokrasiden duyulan memnuniyetsizliğin AfD seçmenleri arasında diğer partilere göre neredeyse hiç dile getirilmediğini gösteriyor. Bu olumlu tutum; mevcut siyasi sisteme yaklaştıkça değişir. Almanya'da anayasadan ve demokrasinin işleyişinden memnuniyetsizlik, AfD seçmenleri arasında, diğer partilerin seçmenlerine ve hatta halihazırda demokrasiden yüksek düzeyde memnuniyetsizlik sergileyen seçmen olmayanlara göre çok daha fazladır. Bu tutumun doğasında var olan protesto karakterine ek olarak; AfD seçmenleri orantısız bir şekilde demokratik anayasal devleti reddeden aşırı sağ bir pozisyona yaklaşıyor. Bu parti aynı zamanda siyasi eylem adına yalnızca birkaç yapıcı alternatif önerdiğinden ve genellikle (homojen olduğu varsayılan) halk ile siyasi seçkinler ya da 'halkın' bir parçası olarak görülmeyenler arasında (popülist) kutuplaşmalara başvurduğundan, burada düşman imajına dönüştürülen her şeyden önce çoğulcu ve liberal demokrasi anlayışıdır. Böyle bir demokrasi anlayışı da bu yönetim biçimi adına bir tehdit olarak görülebilir.