SEYYİD AHMED BEDEVİ: Milâdî 692 yılında Arabistan’da çıkan karışıklıklar üzerine Fas’a göç eden bir aileye mensuptur. 596’da (1200) Fas’ta doğdu. Yüzünü Afrika bedevîleri gibi örttüğü için el-Bedevî, cesur ve atılgan bir genç olduğu için de el-Attâb ve Ebü’l-Fityân lakaplarıyla tanındı.
SEYYİD AHMED BEDEVİ: Miladî 692 yılında Arabistan'da çıkan karışıklıklar üzerine Fas'a göç eden bir aileye mensuptur. 596'da (1200) Fas'ta doğdu. Yüzünü Afrika bedevîleri gibi örttüğü için el-Bedevî, cesur ve atılgan bir genç olduğu için de el-Attab ve Ebü'l-Fityan lakaplarıyla tanındı.
Bedevîlerin kullandığı peçeyi sürekli taktığı için verilen 'el-Bedevî' nisbesi oldu. Küçük yaşta ailesiyle birlikte hacca gitti. Mekke'de iken babası vefat etti. Gençlik döneminde zahirî ilimlerle meşgul oldu. Kur'an-ı Kerîm'i ezberledikten sonra kıraat ilmine ilgi duydu ve Kur'an'ı kıraat-i seb'a üzere okumayı öğrendi. Daha sonra fıkıh tahsil etti, özellikle Şafiî fıkhında derinleşti. Tasavvuf yoluna, abisi üzerinden tanıştığı Şeyh Abdülcelil el-Nisabûri'nin vasıtasıyla giriş yaptı. Fas'ta Murabıtlar devrinin (1056-1147) bitmesiyle Muvahhidlerin başa geçmesi ve Mu'tezilî fıkıh algısı üzerine bir devlet kurmaları Ahmed el-Bedevî ve ailesinin Fas'tan göç etmesine neden oldu. Bir süre Kahire'de ikamet eden aile orada Mekke'ye geçiş yaptı.
Mekke'de bulunmak Ahmed el-Bedevî'nin manevi yolculuğunu oldukça katkıda bulundu. Rifaî şeyhlerinden Şeyh Berrî'ye intisap eden Ahmed el-Bedevî'nin ünü Mekke içerisinde oldukça yayıldı. Şeyh Ahmed el-Bedevî Mekke'de yaşadığı dönemin büyük bir çoğunluğunu inzivada geçirdi. Mücahedesinin arttığı yıllarda toplum içinde yaşamanın ağırlığını hisseden Şeyh Ahmed el-Bedevî, halktan kaçmak için Ebûkubeys Dağı'nı tercih etti.
Kabe'nin karşısında günlerce ibadet etmesi dilden dile yayıldıkça Ahmed el-Bedevî halk tarafından saygı gösterilen bir zata dönüştü. 1230 yılına doğru dinî-ruhanî hayatında birtakım değişiklikler oldu. İnsanlardan uzaklaşarak dünya kelamı etmemeye ve meramını işaretle anlatmaya başladı. Üç defa ardarda gördüğü rüya üzerine, Abdülkādir-i Geylanî ve Ahmed er-Rifaî'nin kabirlerini ziyaret etmek maksadıyla, büyük kardeşi Hasan ile birlikte Irak'a gitti.
Bu arada Hallac-ı Mansûr, Adî b. Müsafir gibi meşhur sûfîlerin kabirlerini de ziyaret etti.Irak'tan Mısır'a döndükten sonra 634'te (1236-37) Tanta'ya yerleşti. Burada, kendisine kırk yıl hizmet edecek ve ölümünden sonra da yerine geçecek olan Abdülal b. Fakīh ile karşılaştı. Hayatının geri kalan kısmını Tanta'da geçirdi ve 12 Rebîülevvel 675'te (24 Ağustos 1276) burada vefat etti. Ahmed el-Bedevî'nin riyazet hayatının en dikkat çekici tarafı, dama çıkıp (sütûh) saatlerce hareketsiz bir şekilde, gözleri adeta iki kor parçası haline gelinceye kadar güneşe bakmasıdır. Bedeviyye tarikatının Sütûhiyye olarak da anılmasının bir sebebi de budur.
Kaynakların ifadesine göre, on iki yıl süren bu riyazet döneminde müridlerini nazar ve teveccüh ile terbiye etmiştir. Kaynaklar, Ahmed el-Bedevî'nin doğum yıldönümünün törenlerle kutlandığını, yılda üç defa onun için mevlid okunduğunu, fakat bazı alimlerin ve devlet adamlarının baskısı ile zaman zaman bu törenlerin yapılamadığını haber verir.(Günümüzde Mısır'da bu gelenek halen sürdürülmektedir.) Bunun yanı sıra Melik Baybars'ın da ona aşırı sevgi beslediği rivayet edilmektedir. Sultan Kayıtbay da Bedevî'nin türbe ve makamını tamir ettirip genişletmiştir.
Bu yakın ilgi sebebiyle, Bedevî dergahında halife olan kişi uzun yıllar Memlük sultanlarının merasim alaylarında özel bir yere sahip olmuştur. Tanta'da Sultan Kayıtbay devrinde Ahmed el-Bedevî adına tesis edilen ve Nizamiyye, Müstansıriyye ve Ezher medreselerinin bir örneği olan Ahmediyye Medresesi'nden Memlükler ve Osmanlılar devrinde birçok alim yetişmiştir. Bedevî'nin Kuzey Afrika ve özellikle Mısır'ın dinî-tasavvufî hayatında derin izleri olduğu gibi tasavvuf tarihi içinde de önemli bir yeri vardır. Tasavvuf ehli onu Abdülkādir-i Geylanî, Ahmed er-Rifaî ve İbrahim ed-Desûkī ile birlikte 'Aktab-ı erbaa'dan (4 Kutuptan) biri olarak kabul eder.
Bedevî Mısır halkı tarafından aynı zamanda büyük bir kahraman ve kurtarıcı olarak tanınmış, Hristiyanların elinden müslümanları kurtardığına inanıldığı için 'mücîbü'l-üsara min biladi'n-nasara'(Hristiyanların elinden beldeleri kolayca kurtaran) lakabını almıştır. Ayrıca Bedeviyye tarikatı mensuplarının Haçlılar'a karşı verdikleri çetin mücadele de bilinmektedir.